• bertrand bonellonun yönettiği, hafsia herzi, céline sallette, jasmine trinca, adèle haenel, alice barnole, iliana zabeth ve noémie lvovsky'nin rol aldığı film.

    http://www.hautetcourt.com/fiche.php?pkfilms=177
    http://www.guardian.co.uk/…apollonide-cannes-review
  • 31 çekerim bol mazeme var diyerekten izlenmemesi gereken film.

    biraz sıkıcı bir havası var fakat sonuç olarak başarılı tinto brass filmleri gibi değil.
  • ------------spoiler----------------------

    yaşlı adamın genelevin ortak alanında içkiden sızdığı sahnede güldüren, koltukaltı kıllarına sahip fransız hayat kadınları sahnelerinde iğrendiren ve geri kalan tüm sahnelerde de sıkan bir film benim için. sonunu getiremediğim ender filmlerden zira.

    ------------spoiler------------------------

    müziklerini beğendiğimi de söylemeden geçemeyeceğım filmdir.
  • bugüne dek izlediğim "seks işçiliği" temalı filmler arasında —açık ara diyemesem de— en başarılı olanı. aslında öyle seks işçiliği temalı film izlemeleri yapıyor da değilim. ki, "les revenants"da tanıyıp adeta tarifsiz bir bağla bağlandığım céline sallette oynuyor olmasaydı, "l'apollonide"in farkına dahi varmazdım muhtemelen. ama vardım; ve evet, iyi ki varmışım. diğer türlüsü kayıp olurmuş.

    evvela şunu itiraf etmeliyim; izlediğim süre boyunca filmi "sığlık"la suçlayıp durmuştum. film her ne kadar tek mekanda geçiyor olsa da, filmdeki karakter sayısının fazlalığı, yönetmen bertrand bonello'nun elindeki materyali oldukça arttırmıştı. ne var ki, sezonlar boyu sürebilecek bir diziye dönüştürülmeye kafi miktarda materyali 2 saatlik bir filme sıkıştırmak, karakter hikayelerinde derinleşilememesine ve bu sebeple eldeki temanın çok sığ bir şekilde işlenmesine sebep olmuş diye düşünmüştüm. fakat film bittikten sonra bu mesele hakkında tekrar kafa yorunca, aslında karakter hikayelerindeki dengenin başarılı bir şekilde sağlanmış olduğunu fark ettim. elbette bazı karakterler diğerlerine nazaran daha fazla ön plana çıkıyorlardı, fakat karakterlere yapılan vurgular arasında asla bir uçurum oluşmuyordu. ve olayın tek mekanda geçiyor olmasının filmin bütünlüklülüğüne yaptığı yadsınamaz katkının da sayesinde, yalnızca 2 saat içinde, hem bir grup seks işçisinin, hem de onları çalıştıran patronun o evdeki fiziksel ve zihinsel yaşantılarına mümkün olduğunu düşündüğüm en gerçekçi şekilde tanık olabiliyorduk.

    ayrıca, film adının ingilizce çevirisinin de bir "film adı çevirisi harikası" olduğunu düşünüyorum. film, quantumfluctuations'un da daha önce belirttiği gibi, ingilizceye evvela "house of pleasures" şeklinde çevriliyor. fakat daha sonra, son derece yerinde bulduğum bir kararla, filmin adı "house of tolerance" haline getiriliyor. ve böylece filmin çeviri ismi filmin özüne, orijinal isminden dahi daha uygun bir hale gelmiş oluyor. peki ben bu uygunluğu neye göre ölçüyorum?

    şöyle ki, filmin ilk çevirisinde kullanılan "pleasure", yani "zevk" kelimesi seks işçileriyle değil, cinsel açlıklarını seks işçileri üzerinden giderenleri ilgilendiriyor. zira para karşılığında seks yapan bir kadının bu işten zevk alıyor olduğunu düşünmenin bir hayli yersiz olacağı kanaatindeyim. bu yüzden, eğer filmin adı "house of pleasures" yani "zevkler evi" olarak kalsaydı, bu, izleyiciye, seks işçiliğine erkeklerin penceresinden bakılacağı izlenimini verirdi. fakat bu hatadan dönüldü, ve filmin adı "house of tolerance" oldu. bu sayede seks işçilerinin yapmakta oldukları işe karşı hissettikleri esas duygu ifade edilebilmiş oldu. zira bir seks işçisinden beklenen yaptığı işten zevk alması değil, ne yazık ki, erkeğin zevk almak için kendisinden beklediklerini sorgusuz-sualsiz yerine getirmesidir. ve bu yerine getirilmesi beklenenler arasına, "tolerance", yani müsamaha gösterilmesi beklenenler arasına, şampanya ile doldurulmuş bir küvette birleşme ve hatta vücutta sustalı bıçak dolaştırılması ve o bıçağın ağza sokulması dahi dahil olabilmektedir. ve erkeğin zevk almak için kendisini geçmek zorunda hissettiği yollarda bir araç olarak seks işçisi, ancak müsamaha gösterebilir, başka bir şey değil...

    öte yandan, öyle sanıyorum ki, yönetmen bilinçli bir anakronizme başvurarak hikayesindeki karakterleri tipik bir boyuta taşımaya çalışmış. sözgelimi clotilde karakterini 1900lerin ilk yıllarında tanımaya başlıyoruz. o yıllarda clotilde, bedenini satmakta zorlanmaya başlamış ve kendisini uyuşturucunun kollarına bırakmış bir karakter olarak yansıtılıyor. fakat filmin sonunda aynı clotilde'i, modern zaman paris'inde, en erken 2000 model olabilecek bir otomobilden inerken görüyoruz. kasıtlı olduğu aşikar olan bu anakronistik dokunuş da, clotilde karakterinin burada tek başına bir birey olarak değil de, tüm seks işçilerinin yaşadığı dönüşümü yansıtan bir sembol olarak kullanıldığı fikrini veriyor. böylece yönetmen 2 saat içinde hem karakter hem de tip öyküsü anlatma hedefinde başarıya ulaşmış oluyor.

    yani evet, "l'apollonide (souvenirs de la maison close)" başarılı bir film. izlensin, izletilsin istiyorum.
  • --- spoiler ---

    "bir günü dışarıda geçirmek sonsuzluk hissi veriyor."

    --- spoiler ---
  • beğendiğim filmdir. filmin renklerini ve estetiksel açıdan sunduğu görselliği beğendim. oyuncuların ifadeleri de çok güçlüydü.
hesabın var mı? giriş yap