• konuyla ilgili kitaplardan biri: yaygın kaygı bozukluğu çalışma kitabı - melisa robichaud & michel j. dugas

    kendimce özetleyeyim.

    kitap endişe ve kaygının tanımıyla başlıyor. endişe geleceğe dâir yaptığımız planlar, olası durumlar ve bu durumlarla baş etmeyle ilgili zihnimizde oluşturduğumuz düşüncelerdir. burda belirleyici nokta "ya şu olursa?" sorusudur. aynı zamanda endişe her zaman olumsuzdur. "ya katıldığım davette çok eğlenirsem?" şeklinde bir endişe söz konusu değildir, olamaz.

    endişeye yol açan sebepler kitapta üç başlık altında ele alınmış: öngörülemezlik, yenilik ve belirsizlik. zihin bu belirsizlikleri bir tehdit olarak algılar ve endişeye, sonrasında kaygıya sebep olur.

    ıki tip endişeden söz ediyor kitap: güncel olaylar hakkında endişeler ve hipotetik durumlar hakkındaki endişeler. güncel olaylar burada ve şimdiyi kapsıyor. ışyerinde, okulda ya da özel hayatınızda yaşadığınız sorunlardır. hipotetik durumlar henüz ortaya çıkmamış ve belki de hiç meydana gelmeyecek durumlar hakkında endişe yaşamaktır. "ya uçakla seyahat ederken uçak düşerse?" bu duruma bir örnektir.

    kaygı ise zihin endişeyle meşgul iken, bedenin bu endişelere tepki vermesi durumudur: kalp atışında hızlanma, solunumda değişiklik, terleme, titreme, sıcak basması... aslında bedenin gösterdiği bu duyumlar, bireyi tehlikeye karşı harekete geçmeye hazırlayan düzeneklerden biridir. kaygıyı sorun haline getiren durum, gerçek bir tehlikenin olmadığı durumlarda da bu bedensel duyumların yaşanmasıdır.

    herkes hayatında öngörülemez, yeni ya da belirsiz bir durumla karşılaşmıştır. öyleyse kimileri endişe ve kaygıyla boğuşuyorken, kimilerinde neden bunlar görülmez? belirsizlik soyut bir kavramdır. belirsizliği hayatın normal bir parçası şeklinde görürsek, ortada bir tehdit ya da tehlike de görmeyiz. kimilerinin belirsizliğe olan toleransı daha yüksektir ve bu kişiler öngörülemez, yeni ya da belirsizlikle daha kolay baş edebilmektedirler.

    baş etme durumuyla ilgili, yani belirsiz, yeni ve öngörülemez durumlarıyla baş etmeyle ilgili birey güvenlik davranış yöntemleri geliştirir: aşırı güvence aramak, çifte kontrol, aşırı bilgi aramak, aşırı liste yapmak... yine endişe ve kaygıyı azaltmaya bağlı olarak birey, kaçınma yöntemleri uygular: kaçınma, erteleme, kısmî adanmışlık, dürtüsel karar verme.

    maalesef ki bu davranış ve yöntemler endişe ve kaygıyı ortadan kaldırmayacaktır. çözüm endişeye ve kaygıya sebep olan korkuya maruz kalmaktır.

    asansör korkusu olan biri, asansöre binmek zorunda kalmış olsun. bu kişi, gözlerini kapatarak aslında o esnada asansörde değil de, başka bir yerde olduğunu hayal ederek bu kokusunu anlık olarak çözdüğünü düşünür. halbuki onun bu davranışı korkusuyla yüzleşmek değil, dikkati başka yere yönlendirme tekniğidir ve yararlı bir yöntem değildir. meselâ böyle bir örnekte "yazılı maruz bırakma" yöntemi kullanılabilir. endişeyi yaşayarak, ne hissettirdiğini, korkuyu bütün yönlerini yazarak bunun kaydını tutmak ve böylece asansör korkusuyla daha sağlıklı şekilde baş etmekten söz edilmiştir.

    hayatımızdaki belirsizlikleri tolere etmek. peki bu tolere etme becerisini nasıl kazanacağız? ya da endişeye sebep olan korkularımızı nasıl yeneceğız? kitapta bunlarla ilgili alıştırmalar vermektedir. daha önce hiç gitmediğiniz bir restorana gitmek, arkadaşınızla buluşmak, bir davete katılmak, yeni ya da beklenmedik bir durumla karşılaşmak sizde endişeye sebep oluyorsa kitaptaki araştırmaları uygulayarak bu endişenizi aşmanız ve hattâ yeni restoranlar keşfetmekten keyif alır hale gelmeniz mümkün olacak.
  • kaygının kaçınılmaz ve normal olduğunu belirtmek önemli. bilişsel gelişimimizle oldukça paralel giden bir süreç, özellikle ergen benmerkezciliği dönemiyle beraber yaş arttıkça da kişide kaygının artması son derece olası. kaygının şiddeti dolaylı olarak herhangi bir kaygı bozukluğuna neden olmuyor, fizyolojik bir aşama gerekiyor bunun için. genetik unsurlar, her psikiyatrik rahatsızlıkta olduğu gibi kişinin sadece yatkınlığını belirler. çevre ile etkileşim ve olumsuz olarak değerlendirilen olaylar sonucu bireyler kaygı bozukluğu geliştiriyor. burada en önemli nokta, kaygının nasıl algılandığı.

    literatür iki tür kaygıdan bahsetiyor. bunlardan ilki pozitif kaygı dediğimiz, kişinin problem çözme becerisine katkıda bulunan ve kaygı bozukluğuna sahip olan bireylerde görülmeyen kaygı türü. ikincisi de malum olumsuz kaygı. bu tür bir kaygı daha çok anksiyete semptomları tetikleyerek günlük hayattaki işlevselliğimizi azaltıyor. genellikle olumsuz kaygı, metacognition denilen kaygı üzerine kaygılanmak olarak söz edebileceğimiz bir süreci beraberinde getiriyor. kaygının kendisi bir kaygı unsuru haline geliyor.

    tabi, kaygının aynı zamanda döngüsel bir yol izlediğini unutmamak gerekir. ilk olarak kaygı verici olaydan kaçtıkça, o olayla nasıl başa çıkmamız gerektiğini öğrenemiyoruz. ikincil olarak da kaygı hakkındaki düşüncelerimizi bastırdıkça kaygının neden olduğu semptomların daha fazla şiddetlendiğini görüyoruz.
  • yeryüzünde cehennemi yaşatır.
  • yaşarken öldürür
  • sürekli kullanılan ilaçlar varsa, ilacın yan etkisi olarak ortaya çıkabilir (allerji ilaçları)
    ilaç kullanımının sona ermesinden bir süre sonra (ilaçların etken maddesi vucuttan tamamen atıldıktan sonra) bu durum ortadan kalkabilir.
    maden suyunu bol tüketmek, magnezyum içeriğinden dolayı çok faydalı olabilir.
    ilaveten fazla düşünmemeyi öğrenmek şarttır.
    değiştiremeyeceğiniz şeyler içinde kafanızı çok yormayın.
    insanoğluna fazla düşünerek herşeyin üstesinden gelineceğini, her türlü kaygıyı yükleyerek kalabalıkları kendi istedikleri gibi yönlendirmeye çalıştıklarını aklınızdan çıkartmayın.
  • sürekli endişeli olma durumu. yaşamın en zor hallerinden biri böyle bir ruha sahip olmak. zamanla kalıcı olan bir bozukluk. bir çok insanda pandemi ile gelişmiş son illet demek de daha doğru bir tanım olabilir.
  • anksiyete bozukluğudur. insanın çevresindeki ya da kendi bedenindeki belli uyaranları tehlike ve tehdit olarak yorumlaması sonucu kontrol edemediği sıkıntı, korku, endişe ve bazen de öfke hissetmesidir. bir yerden sonra hayatınızı ve rutininizi ele geçirir ve kaçtığınız başlıca şey bu duyguların ta kendisi olur. kişisel gözlemim genellikle yaşama sevinci yüksek detaycı ve mükemmelliyetçi insanlara musallat oluyor.

    yaklaşık 2 sene 2 aydır pençesindeyim. öncesinde asla böyle bir problemim yoktu, fakat hayatımda yolunda gitmeyen bazı şeyler ve artan sorumluluklarıma hali hazırda var olan genetik faktörler de eklenip, pandemi boşluğu da bir tutam serpilince buraya yazacak hale geldim. çok çaba sarfettim kurtulmak için, başarısızım diyemem. iyi ilerlediğim zamanlar oldu, atlattım dediğim günler oldu, yine mi geliyor diye yataklara kapandığım günler de oldu.

    söyleyebileceğim tek şey geçiyor. yani gerçekten düzenli bir beslenme, egzersiz, sosyalleşme, meditasyon, yeni bir hobi, doğa yürüyüşleri, negatif iyon depolama, deniz, güneş, vitamin desteği, sosyal medya izolasyonu ve öze dönüş programı ile antidepresan almadan rayına koyabilirsiniz. özellikle demir eksikliğiniz varsa tedavi olun. kendinize oyalanacak bir şeyler bulun. dua edin.

    zorluyor, ama olgunlaşmak denen şey de tam olarak “başına gelen ile başetmeyi öğrenmek”. savaşmayın, ama psikologların dediği gibi kabul de etmeyin. başedin. başaracaksınız. neslimizin sınavı bu. gerçek bir dertle yüzleştiğinizde hepsi geçiyor, tüm kaygılar yerini kötü tecrübelere bırakıyor. maalesef hayat böyle. bir nevi bu deveyi güdeceksin, çünkü bu diyardan gitmeye niyetimiz yok.
hesabın var mı? giriş yap