• sait faik'in mutluluğu sorguladığı, kayıp yaşamlar üzerine romanı.
    --- spoiler ---

    "nevin, bir insanı sevmekle başlar herşey gerçeğinin farkındalığında, konsolos vildan bey'in kızı, gazetecinin karısı ve balıkçı cemal'in aftosu kimlikleriyle mücadele etti. kendisi olmaktan ve mutluluğu bulmaktan başka bir dileği yoktu. sonunda nüfus kağıdındaki ayşe ismi ile yaşamaya karar verip, ankara'daki evinden ayrıldı ve bir daha da kendisinden haber alınamadı."
    --- spoiler ---
  • (bkz: wanted)
  • (ara: kayıp)

    (bkz: kayıp)
  • 2005-2006 sezonunda atölye oyuncuları tarafından oyunlaştırılıp sahnelenmiş sait faik romanı.
  • kısacık ama çok derin br kitap. fransız köylerinden de bahsediyor, istanbul kasabalarındanda. ankara'nın havalı tiplerini de konu alıyor, onun ucuz biletçi çocukalarını da. nevin kaybettiği benlğini ararken, sahip olduğu herşeyin, kültürü, kocası, işi, yetenekleri, aslında onun olmadığını anlıyor. fakat sil baştan başlamak isteyenler için her zaman bir yol olduğunu gözümüzün içine sokuyor bu roman. istanbul'un vapuruyla, ankara'nın karıyla, sürükleyici, çarpıcı ve klasik bir eser.
  • 20. yuzyil turk aydinin hayatina dair yazilmis mukemmel bir roman. iyi tahsil gormus konsolos kizi nevin. birkac dil biliyor, iyi bir mevkisi var ama mutlu degil. kocasi ozdemir'den bosaniyor, otobus biletcisinde, balikci cocukta mutlulugu ariyor. turk aydinina dair ic burkan bir roman bence. tam anlamiyla batili mi yoksa hala icinde sarktan bir parca var mi? ve bu sorularin arasinda bulunamayan mutluluk! insani uzen bir sait faik romani. keske nevin mutlu olsaydi. keske babasini uzmeseydi...
  • "yaşamak için fena insan olmakla yine yaşamak veya ölmek için iyi insan olmak arasındaki fark ya bir iman, ya bir riya farkıdır. imanı kaldırıverin iyi adam pişman olan adamdır. riyayı kaldırırsanız mesele yoktur, kötüler hemen saflarına iyiyi alıverirler. önemli olan kötülüğü iyilikle beraber ortadan kaldırmaktır. o zaman insanlık denilen şey kafasını kaldırır: “durun bakalım!” der "biz de varız". onun, insanlığın terazisi içinde teker teker tartılan kıymetler ancak kötülüğün silahlarını düşmanca değil dostça, elinden alır. ancak böylece iyiler ve iyilik dünya yüzünde manasını bulur, masallardaki gibi yüzyıllarda muammer olur. yoksa…"
  • ilk bölümüne göre konuşursam, hikaye fena değil ama senaryo zayıf. bütün olaylar bu kadar kolay ve tek tabanca çözülmeyecektir herhalde. sadece levent üzümcü'nün sırtına binerek olmaz ama. bölüm amiri rolündeki amca iyi ama hanımkızımız ve yardımcı polis arkadaşımız biraz zayıflar. özellikle hanımkızımız biraz fazla teatral rol kesmeye çalışıyor ki hakkatten gerek yok.

    yine de ikinci bölümü seyretmek için de bir şans vermeli.
  • ilk bölümde senaryo zayıf demiştim, neticesinde bana göre senaryosu yüzünden 8. bölümle birlikte sonlanan dizi oldu.

    1/ hikayeye göre yakup'un oğlu kaçırıldığında yakup narkotikte başkomiserdi. sonrasında oğlunu bulabilmek için kayıp şubeye geçti. eyvallah. ama atlanan nokta şu oldu, yakup narkotikteyken ve oğlu kaçırılmamışken kayıp şubede başkomiserlik yapan birisi vardı, onun da bir ekibi vardı, belki hasan da o ekibin içindeydi. oğlu kaçırıldığında ilkin o ekip bu dosyayı aldı. nasıl inceledi, neler yaptı, hangi ip uçlarını buldu, işi nereye kadar getirdi hiç bilemedik. gördüğümüz tek şey sıfır ipuçlu bir dosyayı ısrarla kapatmak isteyen bir şube amiri ve kapatmayıp oğlunu bulmak isteyen acılı bir babaydı.

    2/ 8 bölüm boyunca, genelde birkaç günde çözülen bütün kayıp vakaları yanında, bir milim bile yol alınamayan bir hikaye seyretmemiz hiç mantıklı değildi. narkotik başkomiseri yakup'un meslek hayatı boyunca damarına bastığı tek zanlı çiçekçi olamaz herhalde. mutlaka bir sürü düşman vardı. bunlar teker teker incelenmedi, seyirciye başka ipuçları, başka kötü adamlar, veya o kötü adamların adamları, soru işaretleri, şaşırtmacalar filan sunulmadı. bu tip hikayelerde mutlaka arabanın lastik izinden, adamların ayakkabı izinden, düşürdükleri izmarit, ter, tükürük, kağıt parçası vs... gibi şeylerden bir ufak ip ucu bulup yola koyulmanız gerekir. zihnimize işlenen tek görüntü yakup'un sürekli çiçekçi'nin karşısına dikilip "oğlumu sen aldın, oğlumu geri ver, oğlum nerede" gibi meydan okuma ifadeleriyle bir yere varmayı denemesiydi ki sonuç olarak tabii ki hiç bir yere gitmedi. hikayeyi kilitlemek bence iyi bir fikir değildi. bize ufak ufak bir şeyler sunmaları gerekiyordu.

    3/ amiri yakup'a "yolunu değiştirmeyi, o yoldan çıkıp yeni bir yola girmeyi" salık verdiğinde hikayenin nihayet ilerlemeye başlayacağını, bize bir şeyler sunacaklarını düşünmüştüm. ama yakup'un yaptığı tek şey narkotikten bir meslektaşına çiçekçi'nin telefonlarının dinlenmesini rica etmek oldu. madem ki çiçekçi, yakup'un gözünde tek zanlıydı, bu eylemin bu kadar geçe bırakılması (çocuk kaçırılalı bir seneyi geçiyordu galiba) senaryonun en mantıksız yanlarından biriydi. adam senin tek zanlın ve sen onun karısının ölüm gününde hastanede bir çocuk doğduğunu, adamın da o çocuğu himayeye aldığını bir sene sonra öğreniyorsun, olacak iş değil. sen başkomisersen, oğlun kaçırıldıysa, adam da senin tek zanlınsa afedersin ama saniye sektirmeden sıçtığı boku bilmen gerekir senin.

    3/ ben pek hastası değilim ama dizi türü komedi, tarihi, dram, polisiye ne olursa olsun insanlar aşk istiyor, karşı cins gerginliği ve yakınlaşması görmek istiyor. yakup'un erkek olduğu belli, çocuklu ve boşanmış. asya'nın karakteri ise bana göre doğru planlanmamıştı. asya güzelceme bir kız olmasına rağmen çizilen yetiştirme yurdu geçmişi ile (muhtemelen çocukluğunda yurtta tacize uğramış profil) giyimi ve tavırları daha çok aseksüel gibiydi. bu iki karakter arasında da başta itişme-zıtlaşma, sonra acılı insanların birbirini "bir şekilde" teselli etmesi şeklinde bir hikaye formüle edebilirlerdi. 8 bölüm boyunca hiç bir şey yapmadılar. hatta bir yerden sonra bacım modeline döneceğini bile düşündüm. yakup'un eski karısını da bir iki flashback dışında hiç görmedik. hiç olmazsa oradan bir melankoli, küllenmeyen ateş vs... isterlerse mutlaka bir şeyler yazabilirlerdi.

    4/ üstüne asya'nın da dramatik hikayesi eklenince (yetiştirme yurdundan en iyi arkadaşının sürekli öküz kocasından dayak yemesi ve nihayet öldürülmesi) seyirciyi iyice şişirmeye başladı ve sonu geldi.

    bir adet dramatik ama ilerleyen ve çeşitlenen hikaye, daha etkili ve karizmatik yan karakterler ve biraz aşk sosuyla olabilirdi sanki ya da belki...
  • kitaptan:

    --- spoiler ---
    en korktuğu şey küçük görülmekti. insanlardan her zaman kendini aşağı görmüştü. hatta küçük görmüştü. görmüştü ama başkası tarafından öyle görülmek onu çok üzerdi.
    ....
    belki de kötüler kötülüklerinde haklıydılar. yaşamak için fena insan olmakla yine yaşamak veya ölmek için iyi insan olmak arasındaki fark ya bir iman, ya bir riya farkıdır. imanı kaldırıverin iyi adam pişman olan adamdır. riyayı kaldırırsanız mesele yoktur, kötüler hemen saflarına iyiyi alıverirler. önemli olan kötülüğü iyilikle beraber ortadan kaldırmaktır. o zaman insanlık denilen şey kafasını kaldırır. "durun bakalım," der, "biz de varız." onun, insanlığın terazisi içinde teker teker tartılan kıymetler ancak kötülüğün silahlarını düşmanca değil dostça elinde alır. ancak böylece iyiler ve iyilik dünya yüzünde manasını bulur, masallardaki gibi yüzyıllarca muammer olur. yoksa..
    ....
    (biletçinin nevin'e verdiği pusulanın içinde yazan)
    "ah! benim ablacığım ah! ah minelaşk!"
    ....
    (vildan bey'in hatıratından)
    "insanı dolu günleri değil boş günleri dolduruyor."
    ...
    hatıratından hafifçe başını kaldıran, gözleri hala 1924 parisi'nin mont parnasse kahvelerinde şakıyan ihtiyar, kızına cennetteki insanlar gibi gülümsedi.
    ...
    kafasına bir kadın kızgınlığı fırladı.
    ...
    (supervielle'den okuduğu mitoloji öyküsünün sonu)
    - ey fransız kzları! diyordu. insanları hakir gören parlak züppelerle değil, çalışan elleri büyük, yüzleri çirkin, pazıları sağlam, çalışan fransız delikanlılarıyla evleniniz. fransa'yı tanrılarla değil, kuvvetli insanoğlu insanlarla dolduracaksınız. bütün ümit sizdedir.
    ...
    kadının güzelliğinde buzağılı, tereyağlı, karlı, buz tutmuş kaymaklı bir şeyler vardı. nevin'e öyle geldi ki bir erkekle biraz oynaştıktan sonra bu biraz soğukça, daha doğrusu serince güzellik birdenbire bir lohusa şerbetinin karanfilli tadıyla kıpkırmızı tütüverir, çam kütükleri yanan bir ocağın önünde insanın yalnız bir tarafını yakar gibi bir sıcaklık duyururdu. insanın ateşe karşı gelmeyen tarafı yine buz gibi kalırdı. erkeği donmakla yanmak arasında koşturup duran bu dağ şehri güzelliğine tutkun babasını çok iyi anlıyordu nevin.
    ...
    (biletçiyle kendisini otobüste görüp kocasına ve kocasının ahbabına yetiştiren adama bakarak, ve onu kasdederek konuşurken)
    dediğim gün otobüste dört beş kişiydik. biri bendim. diğer üçünü tanımam. dördüncüsünü tanıyorum. işte bu şimdi bana imalı imalı bakan, dudağının kenarı yırtık gülüşlü, beni suçüstü yakaladığı için zalim, mütehakkim, vazifesini yapmış namuslu adam tavırları almaya yeltenen beydir. dünyada hiçbir şeyden zalimlikten iğrendiğim kadar iğrenmem. insanoğlunun en büyük savaşı zalimliğe karşı açılmalı. insanoğlu herşeyden evvel içindeki bu kıskançlıklardan, bu kinlerde, bu ahlaksızlıklardan daha pis şeyi -kendinde doğuşta varsa bile- söküp atmalıdır.
    ...
    yalan söylemişti. hem de öyle sahi ile dolu bir yalan ki... insanın kendisini bile aldatacak bir yalan! (...) şimdi artık her hakikatin altında yanan yalan ateşini her hatırlayışta bulacaktı.
    --- spoiler --

    sait'in pazartesiye yüklendiği bir bölüm vardır ki, çok lezzetlidir okuması. tam manasıyla şairane bir laubalilikle günleri diline dolar sırayla, adeta ipliklerini pazara çıkarır.
hesabın var mı? giriş yap