• adamı allak bullak eden bir durumdur. kendinize olan güveninizi sorgulamanıza, aldatılmış ve küçük düşmüş hissetmenize sebep olur. ama sonuçta adamlar size zorla bir şey satmıyorlar ki, isterseniz "hadi kardeşim, başka kapıya" deyip kestirip atabilirsiniz. ama yapamıyorsunuz. az götoş değil bunlar. ben kendimi çakal biri sanırdım, halbuki bunlar beni bile kandırmayı başardı (bkz: küçüktüm). ne küçüğü lan, eşek kadar heriftim, üniversitede okuyordum hâtta. gerçi hâlâ okuyorum, bir türlü bitmek bilmedi okul ama neyse konumuz bu değil.

    güneşli ve güzel bir gündü (bkz: was a sunny day). evde yalnız başıma oturmaktaydım ki kapının zili çaldı. gidip kapıyı açtım ve karşımda duran bir abi gördüm. ağzını açtı ve ardından olaylar gelişti:

    - genç arkadaşım, iyi günler dilerim. ben üç-el pazarlama'dan* geliyorum. bak dikkatini çekerim, biz kapıdan satış yapan bir şirket değiliz. sadece anket düzenleyip bunun sonucunda kimi arkadaşlara hediyeler dağıtıyoruz. (bkz: nasıl yani)
    - ehm, ne güzel?!
    - anketimizi doldurmak ister misin?
    - ben.. şey.. eee birazdan dışarı çıkacaktım... (bkz: yalan)
    - fazla vaktini almaz ki. kısacık bir şey?
    - eh peki. neymiş?
    - * bunları doldurursan...?
    - tamam doldurayım bari...
    - öğrenci misin arkadaşım?
    - evet. üniversitede okuyorum.
    - ah ah, ne güzel. hangi üniversite?
    - gazi... inşaat mühendisliği. (bkz: gazi inşaat) (bkz: oeehh)
    - çok güzel, çok güzel. kaçıncı sınıf?
    - .... doldurdum işte anketi. ne işe yarayacak bu?
    - bakayım, hııı.. pek güzel. ben onu alayım*. bu anketi yapmamızın sebebi, batıkent'in tüketici profilini çıkartmak. ileride üreticeğimiz malzemelerde bu müşteri profiline güveneceğiz.
    - hımm, bir nevi araştırma safhası yani bu?
    - evet. ve şimdi, gelelim senin yüzünü güldüreceğini düşündüğüm hediyemize.
    - ne? hediye mi?! eheh.. (bkz: beleşçi insan tipi)
    - tabii ki. ufak bir yarışma sonunda bizden büyük bir hediye kazanabilirsin.
    - eheh iyiymiş. nasıl oluyor şimdi bu?
    - şöyle: öncelikle şu elimde gördüğün kağıtları okuyup, altına adını soyadın yazıp imzanı atıyorsun. sonra...
    - ya bu imza işi bizi bozmasın?
    - yok canım, öyle bir şey değil. sen bizi öyle kandırıkçı şirketlerle karıştırma. yüzüme baksana sen, bende hiç dolandırıcı tipi var mı?
    - yok canım estağfurullah..
    - hah:) imzanı attıktan sonra ben elimdeki çantadan 3 tane mektup çıkaracağım. çantadaki mektuplardan yarısının içindeki kart boş; üstünde hiçbir şey yazmıyor, yarısınınsa içindeki kartın üstünde şirketimizin ürünlerinden birinin adı yazıyor. sen elimde tuttuğum 3 mektuptan birini seçeceksin. eğer üstünde ürün yazan kartı seçtiysen...
    - kazanıyorum, öyle mi?
    - evet! ancak bunun yanı sıra şirketimiz güvencesiyle bir ürünü de satın almak durumunda kalıyorsun.
    - hımmm..
    - ama eğer kartın üstünde hiçbir şey yazmıyorsa...
    - o zaman ne oluyor?
    - işte o zaman ürünlerimizden birini şirketimiz sana hediye ediyor! (bkz: bul karayı al parayı) (bkz: inanmadım ama neyse)
    - vay be, organizasyona bak. peki ya ben hediyeyi beğenmezsem?
    - hayır, hayır, beğenmeyeceğini sanmam. aslına bakarsan bu, hediyeden de öte. kazandığın ürünü sen kendin seçeceksin!
    - nasıl yani?
    - ben sana ürün kataloğumuzu göstereyim*. çamaşır makinası, bulaşık makinası, elektrikli süpürge gibi tatmin edici fiyatta ürünlerimizden birini seçebilirsin. son derece pahalı ürünlerdir bunlar.
    - eh iyi de, ya kart boş çıkmazsa ve üstündeki yazıda bulaşık makinası yazarsa? o zaman patladım demektir?
    - yok canım, kartların üstünde adı yazan ürünlerimizden en pahalısının fiyatı 100milyon liradır. üstelik sattığımız ürünler için 6 ilâ 12 taksitlik seçeneklerimiz var.
    - hıııı..
    - evet, yarışmamıza katılmak ister misin arkadaşım?
    - ııımmm....
    - sadece bir imza... ve bir bulaşık makinası kazanabilirsin!
    - ehm bilmem ki..
    - bence bugün şanslı günün!

    (beş saniye ara: bugün hâlâ o imzayı neden attığımı bilmiyorum. ben bir eşeğim. aptal bir anıma denk geldi, evet.)

    - tamam, yarışmaya katılıcam.
    - imzayı at, hemen yarışmaya alalım seni.
    - * şimdi bu üç karttan birini seçiyorum, öyle mi?
    - evet. umalım ki boş çıksın. ben boş çıkacağını hissediyorum.
    - hadi bakalım, şansımıza gelsin........
    - ne çıktı?
    - tost makinası (bkz: hayalkırıklığı).
    - tüh.
    - tost makinası.
    - evet, üç-el pazarlamadan bir adet tost makinası kazandın! tebrik ederim!!
    - tost makinası.
    - arkadaşım?!
    - ne oldu şimdi?
    - üç-el pazarlamadan bir adet tost makinası kazandın! bir adet de kendi istediğin ürünü satın alma fırsatı yakaladın. (bkz: bak sen)
    - öehm. ne alayım?
    - çok uygun ürünlerimiz var. bak az önce adı geçen bulaşık makinası harikadır.
    - yok, kalsın o. hımmmm... şu kahve makinası ne kadar?
    - 90milyon t.l. en ucuz ürünümüzdür o.
    - off. şu kahve makinası* 90milyon mu yani?
    - evet.
    - neyse alalım bari.
    - peki. şuraya imzanızı atın. o zaman ben gidiyorum. yaklaşık bir saat sonra kahve makinası ve tost makinası ile geleceğim.
    - elbette, elbette...
    - görüşmek üzere kimi bey, iyi günler.

    kimi raikkonen kapıyı kapattıktan sonra bir iki dakika boyunca ne yapacağını bilemez (bkz: midyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak). ardından aklına sevgilisi gelir; sevgilisi o çaresiz anında sığınabileceği tek limandır. telefonun tuşlarını çevirir. naber nasılsın faslından sonra mevzuya girer:

    - sevgilim beni kandırdılar.
    - nasıl yani?
    - üç-el pazarlama'dan gelen bi herif dadandı kapıya; işte allem etti kallem etti, birtakım ali cengiz oyunları çevirdi, beni kandırdı.
    - ehuehe bir şey satın almadın di mi?
    - aldım..
    - ne? kimi ciddi misin, şaka di mi bu?
    - yok şaka değil. kahve makinası satın aldım.
    - puahahahauha
    - ya ama gülme, bi tane de tost makinası hediye ettiler bana..
    - ahuahauahaau
    - .....
    - hahahahahaha
    - ....
    (bkz: yalnızlık)

    yaa işte böyle sevgili sözlük okurları. size nacizane tavsiyem kapıdan satış yaptığını söyleyen abilere ablalara inanmamanız; hâtta böyle bir durumla karşılaşınca hemen bu şahısların yüzüne kapıyı kapatmanızdır. benim başıma böyle şeyler gelmez demeyin, bu itoğulları daha ne olduğunu anlayamadan kandırıveriyor adamı. haa unutmadan, kahve makinası da, tost makinası da birkaç ay içinde bozuldu.
    ödemeyi nasıl yaptığımı da mı merak ediyorsunuz? 6 taksitlik bir güzellik yaptılar, 15milyon'dan...
  • yıl 2001, sıcak bir ağustos öğleden sonrası
    mekan, kardeşimin izmir bornova'daki öğrenci evi.
    olayın kahramanı da bendeniz, alexander goygoyeviç kulunuz..

    esas konuya girmeden önce aydınlatıcı bir iki bilgi vermek istiyorum. o tarihte bendeniz, vatani görevini ifa etmek üzere 4 aylık yedek subay eğitimini başarı ile tamamlayıp asteğmen rütbesi ile silahlı kuvvetler bünyesine katılmış bulunmaktaydım. izmir/narlıdere'deki istihkam okulunda geçirdiğim eğitim sonrasında çektiğim ballı kura ile de diğer tüm arkadaşlarım doğuya falan giderken ben yine aynı birliğe yani istihkam okuluna atandım. (kardeşiniz böyle de ballıdır ayıptır söylemesi). ağustos başında göreve başlar başlamaz da o sırada yaz tatilinde bulunan kardeşimin öğrenci evine geçici olarak yerleştim.
    izmir'in o güzel, cıvıl cıvıl yazında mutlu mesut bir şekilde mesaime gidip geliyor, hafta sonları civar ilçelerde deniz, plaj, havuz olaylarına giriyor ve arta kalan zamanlarımda da bornova'daki ödemiş köftecisinden beslenmek sureti ile kendimi besiye çekiyordum, zira eğitim süresince 15 kilo vermiştim.(ki kilolu bir insan değilimdir, anlayın ne halde olduğumu)

    olayın cereyan ettiği gün evde yatıp tembellik yapıyordum ki zil çaldı. "kapıcıdır" diyerek don gömlek vaziyette gafil bir biçimde kapıyı açmamla iki adet huriyle burun buruna gelmem bir oldu. sonrasında olaylar gelişti tabi..

    - ayy.. meraba, rahatsız etmedik umarım..
    - hankı, nasıl?.. (şaşkınlığın verdiği zihin bulanıklığı ile saçmalıyorum)
    - şeyy.. kusura bakmayın, biz bir anket yapıyorduk, üniversite öğrencisiyiz..
    - ee..eheh, pek güzel, pek güzel.. (hafiften toparlıyorum)
    - biz ege üniversitesinde okuyoruz, içme suyunun temizliği ile ilgili bir anketimiz var. katılmak ister miydiniz?
    - aaa? tabi ki.. madem öğrencisiniz, yardımcı olabilirsem sevinirim. biz de öğrenciydik zamanında..
    - ya.. öyle mi? üniversite mi? nerede okudunuz?
    - ankara'da, gazi de..
    - (şu ana kadar konuşmayan ve daha güzel olanı) ben de ankaralıyım aslında, yaz okuluna kaldığım için gidemedim.
    - öyle mi, yazık olmuş. güzeldir ankara. (neresi güzel be, yalancı herif) neresindensiniz?..
    - emek'te oturuyoruz.
    - ooo.. iyi bilirim orayı, ben öğrenciyken bir dönem 8. cadde'de evimiz vardı.. çok güzeldi o günler.
    - di mi ama?. ben de çok özlüyorum. fırsatım olsa gidicem..
    - ya ya..
    - kolunuzda dövme mi var? bakabilir miyim?
    - eheh.. tabi. (göt kalkıyor hafiften)
    - ne güzelmiş, acımıyor mu bunu yaptırırken.. ben de düşünüyorum da..
    - e biraz ama dayanılmayacak kadar değil.
    - başka var mı dövmeniz?
    - var, ama gösterebileceğim bir yerde değil. (hatunların yılışıklığından yüz bulup arsızlaşıyorum yavaş yavaş)
    - ne, ciddi misiniz?
    - ahahaha.. şaka şaka..
    - ahahahaha.. (karşılıklı gülüşmeler)
    - ay anketi unuttuk. size birkaç soru sorucaz, çok kısa bir anketimiz var..
    - tabi tabi.. içeri girmez miydiniz?.. (vay çakal)
    - sağolun, gerek yok, gerçekten çok kısa. mesleğiniz nedir?,
    - şu anda askerim ben.
    - nasıl yani?
    - yedek subay, asteğmen yani.. alında askerliğimi yapıyorum.
    - haaa.. anladım. asıl mesleğiniz değil yani..
    - yok, değil.. ama bir sene daha böyle devam edecek..
    - yaşınız kaç?
    - 25 (vay be, gençmişiz de)
    - peki, musluğunuzdan akan suyun temizliğine güveniyor musunuz?
    - hayır, çok kirli bence.
    - peki içmek için kullanıyor musunuz?
    - inanır mısınız, rakıyla karıştırmadan içemiyorum o suyu ben. her gece bi yetmişlik içmek zorunda kalıyorum.. ehehehe.. (bakınız, mütemadiyen yavşıyorum dikkat ederseniz)
    - ahahaha... (ankaralı olan) ay ben hiç içemem rakıyı.. şarap daha güzel..
    - hiç farketmez. rakı, şarap.. allah ne verdiyse.. bünyenin suya ihtiyacı var neticede. (coştuk bi kere)
    - peki sizin için içme suyunuzu test etmemizi ister miydiniz?..
    - aaa... istemez miyim. buyrun, nasıl yapacaksınız?
    - şimdi yapamayız. normalde randevu alıp geliyoruz ama bugün bütün randevularımız dolu. (diğeri söze karışıyor, ankaralı olan) aslında akşam saat dokuz gibi gelebiliriz, hem zaman sorunumuz olmaz.(allaaaahhhh...) uygun mu sizin için?
    - tabi tabi.. bugün boşum zaten.. akşam dokuzda...
    - tamam görüşürüz o zaman..
    - eheh.. peki.. güle güle.. kolay gelsin.

    alexander kardeşiniz, daha kapıyı kapatır kapatmaz evi temizlemeye başlamıştır sayın sözlük severler. birkaç haftadır yaşamakta olduğu ev, erkeklere özgü bir şekilde kirlenmiş, mutfağı, banyosu, ne biliim buzdolabı dahi kıl içinde kalmıştır. o dönem, askeri eğitimin de sağladığı üstün bir güçle bütün evi pırıl pırıl etmiş, duvarlardaki örümcek ağlarına kadar ortalığı temizlemiştir.
    o sıcakta iki saat kadar süren bu temizliğin ardından, planının ikinci kısmını uygulamaya geçmiş, yakındaki migros'a giderek kırmızı şarap, meyve ve cheddar peyniri almıştır.(görüyor musunuz çakalı, paraya da kıyıyor, maaşını da yeni almış zaten.. dur bakalım sen duuurr.. cheddar peyniri haa, ağzına sıçtıımın gurmesi seni..) sonrasında ise eve gelip (ortalığı batırmadan) bir güzel duş almış, romantik hayaller eşliğinde randevu saatini beklemeye koyulmuştur.

    olayın bundan sonrasında ise anlatılacak pek bir şey yok. kısaca geçmek gerekirse, saat dokuzda iki tane (üniversite öğrencisi olduğunu iddia eden) herif evime gelmiş, kıytırık bir su pompasını musluğuma takarak denemiş, aynı pompayı o zamanın parası ile 300 küsür milyondan satmaya kalkmışlardır. yaklaşık 1 saat dil döktükten sonra terbiyesizleşmeye başlayan tipler, (biraz da kavga dövüş) zorla evimden kovularak tehlike bertaraf edilmiştir.

    şimdi diyeceksiniz ki, "iyi de alexandırım, sen dolandırılmamışsın ki.. bak ne güzel kovalamışsın adamları"

    hayır arkadaşlar.. dolandırıldım. maddi değil ama manevi olarak dolandırıldım. şöyle ki;
    bahsettiğim eğitim süresince 15 kilo verip şam şeytanına dönen, narlıdere'nin bilmem hangi tepelerinde yaz sıcağında intikal yapıcam, eğitim yapıcam diye diye kazandığı amele yanıkları (kapkara kol ve suratlar, kepten dolayı yanmayıp bembeyaz kalan ve reklam panosu gibi parlayan bir alın) ve iğrenç ötesi kesilmiş saçlarıyla çıktığı her çarşı izninde izmir'in güzelliği ile ünlü kızlarının daha ilk görüşte kaçmasına neden olan ben, umutlanmıştım..
    evet umutlanmıştım arkadaşlar.
    çarşı izninde maç izlemeye gittiği pub'daki (izmir'in pub olayını bilen bilir) kons bayanın bile yüz vermediği ben umutlanmıştım.
    dört ay boyunca ortamlardan uzak kalan, özgürlüğüne kavuşunca da plaj, havuz seansları ve iyi beslenme ile kendini bakıma alıp toparlanmaya başlayan ben boş yere umutlanmıştım.
    "artık bi manita yapmak lazım şu güzel izmir'de" diyen ben umutlanmıştım.
    elimde süpürgeyle topak topak kılları süpürürken romantik hayallere dalıp umutlanmıştım.
    ama kandırıldım. erkek neslinin biline en büyük zaafı kullanılmak suretiyle kandırıldım, hayallerimle oynandı.

    peki ne oldu?
    sinirden bütün şarabı kendim içtim, kesmedi gidip iki bira aldım onu da içtim. meyvelerin tamamını yedim. ertesi sabah kalkınca da o .mına koduumun cheddar peynirini ekmeğin arasına koyup yiyince motoru bozdum. o oldu.

    (bkz: müstahak)
hesabın var mı? giriş yap