• sene yanılmıyorsam 1981, darbenin ertesi yılı. babam asker olduğu için darbenin yıkıcı etkilerinden nispeten uzağız. babamın uzun süre sıkıyönetim için başka ilde bulunmasından gayrı bir eksiğimiz, sıkıntımız yok. çocuk halimizle olan bitenden habersiz yaşayıp gidiyoruz.

    günlerden bir gün evde, bizim odamızda ağlayan bir kız görüyorum. abimden bile büyük, daha önce hiç görmediğim bir kız. bizim odada, benim yatağımın üzerinde ellerini yüzüne kapatmış ağlıyor. yanında ise çok sevdiğim nazlı abla var. içeri gidiyorum annem ve babam hararetli hararetli bir şey konuşuyorlar, anlamıyorum. beni görünce ikisi de susuyor ve beni bahçeye oyun oynamaya gönderiyorlar. aradan birkaç gün geçiyor ortalık nispeten duruluyor. abla bizde kalıyor, fazla dışarı çıkmıyor, benimle ilgileniyor, derslerime yardımcı oluyor. ablam olmadığı için bu çok hoşuma gidiyor.

    aradan ne kadar süre geçti bilmiyorum, bir gün okul dönüşü ablanın olmadığını görüyorum. anneme soruyorum “gitti” diyor. bana hoşça kal bile demeden gitmiş olması çocuk kalbimi kırıyor, üzülüyorum ama unutuyorum. ta ki büyüyüp de aklım başıma gelene kadar. lise yıllarımda bir gün anneme sordum “o abla kimdi? diye. önce hiç hatırlamak istemedi, sanki evimizde öyle bir abla hiç kalmamıştı. ama ısrarlarım sonuç verdi, anlattı.

    o abla sıkıyönetim zamanı askerden kaçan bir “anarşistmiş” polisin, askerin onu aradığı bir sırada aile dostumuzun kızı, nazlı abla tarafından bize getirilmiş bir üniversite öğrencisiymiş. ilk önce arkadaşım diye tanıtmış ancak daha sonra duruma uyanan babam kızın “azılı bir anarşist(!)” olduğunu öğrenmiş. o gün annemle tartışmaları ise kızın evde kalıp kalmayacağına ilişkinmiş. işin garibi kızın evde kalması gerektiğini savunan, atadan dededen menderesçi olan, oylarını hep merkez sağ partilere veren, asker babammış. gencecik kızı sokaklara atamam diye annemle tartışmış. çocuklara neler yaptıkları malum, evime kadar gelmiş bu kızı kimseye teslim etmem diye direnmiş. etmemiş de. kız aylar sonra ortalık durulunca çıkıp gitmiş. ve o gün bile hala her yıl mutlaka babamı ziyarete gelir, elini öpermiş. evli, çoluk çocuğu olan bir kadın olmuş.

    benim babam, yoldan geçenlere, işçilere evinin önünde ayran ikram eden bir annenin çocuğu. anneannem kapısına gelen dilenciye eve çağırıp yemek yediren, elbise veren birisi. benim annem evde yemekler pişirip, yoksul komşularına gizli gizli dağıtan bir kadın. eskiden bu ülkenin bir vicdanı vardı, yoksula, öğrenciye, garibe sahip çıkılırdı. güçlü güçsüzü ezerken ses çıkaran, karşı koyan insanlar olurdu. oyun oynarken susadığımızda evimiz uzakta diye gitmeye üşendiğimizde hiç tanımadığımız bir teyzenin kapısını çalar su isterdik yanında salçalı ekmek eşantiyonuyla birlikte gelirdi. vicdanı vardı bu ülkenin, çoğunu teyzelerin taşıdığı.

    bugün (dün), taksim’de, deniz gezmiş ve arkadaşlarını anan öğrencilere polis müdahale etmiş, karga tulumba gözaltına alırken, ellerini büküp, sırtına bastırırken, oradan geçen bir teyze “kırın şunun kollarını bacaklarını, rahat batıyor bunlara” diye ünlemiş. yıllar önce “yapmayın onlar daha çocuk!” diyen teyzeler bugün “kırın kollarını bacaklarını” diye, ağzından salyalar saçarak polise akıl veriyor. çünkü ona göre rahat, aldığı 700 lira maaşla ayın sonunu zor görmek, yeri geldiğinde faturalardan yakınmak, belediyeden gelen yardıma şükretmek ve sadaka verenlere duacı olmaktan ibaret. hak arama, hakkını isteme, zalimliğe boyun eğmeme, zulme isyan etme, vb. istekleri, arzuları yok. her ay 700 lira hesaba yatıyor mu, aile hekimine gidip düzenli kullandığı kolesterol ilacını yazdırabiliyor mu onun için kafi. ama ya peki vicdan neden yok oldu? önceden garip gurebayı gözeten teyzeler, bu ülkenin vicdanları ne zaman alpay erdem’in teyzelerinden bile daha korkunç bir hale geldi? ne zaman teyzeler “kırın şunun kolunu bacağını” diyen gaddarlar oldu?

    bu ülkenin vicdanı gitti. onu kaybettiler, o kadar ayrıştık ki artık, cinsine cinsiyetine, ırkına, milliyetine bakmaksızın mazlumu savunan, garibe arka çıkan teyzeler kan ister oldu. kapısına gelen dilenciye evine alıp yemek veren teyzeler, dilenciyi linç eder oldu. sadaka kültürü içine sokulan teyzeler, kendilerine yardım edenlere karşı çıkanları (!) ısırmaya koşullandı.

    ben de alpay erdem kadar korkardım teyzelerden. bahçesine top kaçırdığımız zaman evlere dağıldığımız bir teyze vardı zamanında mahallemizde, deli teyze derdik ona. bir gün top oynarken düşüp de baldırımı boydan boya yardığımda evinden koşup gelen ilk o teyze olmuştu. bacağıma anne şefkati ile bakım yapmış, silip temizlemiş, karnımı doyurmuş, sonra elimden tutup beni anneme teslim etmişti. o gün deli teyzenin (!) yerinde, “kırın şunun kolunu bacağını” diyen teyze olsaydı… iyi ki olmamış.

    inşallah bir gün bu ülkenin vicdanını yok edenlerden bunun hesabı sorulur.
  • akıllarda "kesin polis bi gösterici için demiştir" ortak fikri uyandıran cümle.
  • azime özdemir'in lafı. o herkesin romantizmini yaptığı anadolulu teyzelerden biri muhtemelen: dini bütün, hoşgörülü ve misafirperver. bu romantizmi ne zaman bırakırız bilmiyorum, ama bunun gibi insanlar türkiye'de çok ne yazık ki.

    kırın kollarını! çünkü o bir insan değil, müstehak ona. ağzına sıçın. niye sokaktalar? önemli değil. deniz gezmiş zaten teröristti, böyle teyzeler için evinden, rahatından vazgeçen. ve böyle teyzeler için yırtınırken, yine bunlar gibileri yüzünden yakalandı, aynı mentaliteden dolayı idam edildi. rahat batmış! demek ki cezalandırılıp, gösterilmeli diğer insanlara: rahat batmasın size, yoksa öldürürüz! işe de yaradı hani.

    taksim'e inen o insanların çoğuyla farklı görüşlerde olabilirim, ama bunun hiçbir önemi yok. o insanlar, hatta çocuklar, en temel haklarının peşinden gidiyorlar. bu teyze de, ki teyze demek bile ters geliyor, bir kadın sadece, biyolojik betimlemesi bu... bu kadın da kırın! diyor, kollarını! bacaklarını!

    teyzem öldürelim mi bi de? hoşuna gider belki. için rahat gidersin evine, gününü göstermiş olursun artık, o rahat batmış insanlara.
hesabın var mı? giriş yap