8 entry daha
  • o an için canınızı sıksa da ilerde neler yaşamışım dedirten maceralardır. anlatayım da ders alın, benim düştüğüm hatalara düşmeyin.

    bari'ye feribotla ulaşmamın ardından roma'ya giden trenin dolu olduğunu öğrenmem sonucunda roma'ya alternatif ulaşım yollarını araştırdım ve otobüs ile gitmeye karar verdim. hızlı trenle gidebilseydim 10 euro ödeyecektim, yolculuğum 4 saat sürecekti ve de saat 17'de roma'da olacaktım ama tüm seferler dolu olduğu için otobüs bileti almak zorunda kaldım ve 32 euro ödeyerek 7 saatlik bir yolculuğa ve de saat 23'de roma'ya ulaşmaya razı oldum.

    iki katlı bir setra'nın üst katında yolculuğum başladı. otobanda seyahat ederken otobüsün, bizim köy minibüslerine taş çıkarırcasına, otobanda ki istisnasız her çıkıştan çıkıp civardaki köy ve kasabalara uğraması sonucu bari-roma arasında görmediğim köy kasaba kalmamış oldu. otobüs roma'nın ıssız sokaklarından birinde durup bizi indirdiğinde benim jeton düştü. şimdiye kadar şehir merkezlerine hep gündüz vakitlerinde ulaşmıştım ve de tren garı gibi bilindik yerlere inmiştim. burada ise gece saat 23'de nerede olduğum konusunda en ufak bilgimin olmadığı ıssız ve de karanlık bir yerdeydim. istanbul'a turist olarak geldiğinizi ve de otelinizin sultanahmet'te olduğunu ve de mecbur kalarak bindiğiniz bir otobüsün sizi gebze terminalinde bıraktığını düşünün. öyle bir durum işte. üstüne üstlük elimde tuttuğum pansiyonun adresi ise termini tren garından hareketle anlatıldığı için yapılacak en akıllıca hareketin önce termini garına gidip oradan kalan adımları tamamlamak olduğuna karar verdim. civarda ngilizce bilen bir italyan bulamadım ama el kol bir şekilde tren istasyonu aradığımı anlatabildim. onlarda bana el kol hareketleriyle ileriye doğru yürümemi söylediler. her neyse sırtımda ki 18 kiloluk çantayla yaptığım 10 dakikalık bir yürüyüş sonunda bir banliyo istasyonu buldum ve tren bileti aldım. termini'ye giden tren gece yarısı 24'de geliyordu o sebeple yarım saatten fazla bekledim. işin kötü yanı koca istasyon'da bir ben vardım ama bu daha güzel günlerimmiş. tren geldi, inşallah termini'ye gidiyordur diyerek atladım. vagonda sızmış bir kaç insan dışında kimse yoktu. 15 dakikalık bir yolculuk sonunda termini garına ulaştım.

    buraya kadar zor oldu ama altından kalktım diye düşünerek pansiyonun yol tarifine baktım. termini garından metroya bin, ottaviano durağında in, via ottaviano boyunca yürü, 4 numaralı apartmandayız yazılıydı. evet ömrüm boyunca unutmam zaten adresini. hızlı adımlarla metro durağına gittim ama gecenin ikinci süpriziyle karşılaştım. görevi bu saatte metro çalışmıyor, otobüs ile gidebilirsin dedi. metro istasyonunu mecbur terk edip tren garının yanında ki otobüs durağını buldum. iyice ağırlaşan çantanın da etkisiyle huzursuzlanmaya başladım. bir dünya otobüsün arasından görevlinin bana verdiği hattı buldum. niyetim önce otobüsün oraya gittiğini teyit edip sonra şoföre nereden bilet alabileceğimi sormaktı. kapının yanında duran adama bu otobüs ottaviano'ya gider mi diye sormamla adamın otobüs kalkıyor diye beni içeri itelemesi bir oldu. kendimi bir anda şoför ile yüz yüze buldum ve otobüs hareket etti.

    daha önce okuduklarım sebebiyle roma'da otobüs şoförlerinin biletleri kontrol etmediğini ama zaman zaman kontrol yapıldığını biliyordum ama yine de şoföre durumu açıklamak istedim ama etrafı plastik bir korumayla kapatılmış şoför kabini yüzünden bu mümkün olmadı. koca otobüste ben, italyan bir kız ve de şoför dışında kimsecikler yoktu. otobüs dediğimde bizim istanbul'da ki eski kırmızı otobüslerin eskiliğinde bir şeydi. camlar açık olduğu için roma'nın taşlı sokaklarında inanılmaz bir ses eşliğinde hareket ediyorduk. neyse arkalardaki bir koltuğa oturdum ve ışıltılı caddeleri ve de havuzları izlemeye başladım. bir kaç durak sonra kız da indi ve ben tek kaldım.

    otobüste tek kalmamla beraber ineceğim durağın isminden başka bir şey bilmediğim aklıma geldi ve otobüste sıradaki durak isimlerinin yazmadığını ve de durakların karanlık olduğu için duraklarda yazan isimlerinde okunmadığını fark ettim. yetmezmiş gibi otobüs bir anda karanlık sokaklara daldı. durduğu her durakta da birbirinden korkunç insanları almaya başladı. gecenin 1'inde daha farklı bir şey beklemek iyimserlik olurdu herhalde. otobüse uzak doğulular, afro amerikanlar ve de afrikalılar binmeye başladı. yanlış anlaşılmasın, ırkçı bir insan değilim, saydığım milletleri de çok severim ama otobüse binenlerin tipleri filmlerden fırlama kötü adam karakterleri gibiydi. ben doğal olarak yusuf yusuf olup, boyumdan posumdan utanmadan bir köşeye sindim. tırstığımdan adamlara ottaviano durağı nerede diye de soramadığım için otobüsle roma turum başlamış oldu. yolculuğum boyunca otobüsün farlarından başka ışık olmayan cadde ve sokaklardan, ormanlardan ve de nehirlerden geçtik. roma'ya gelen hiç bir turistin görmediğini düşündüğüm mahallelerden geçtik. yaklaşık 45 dakika sonra artık durağı kaçırdığımdan emindim ama korkudan soru soramadığım için içimden otobüsün dönüp dolaşıp termini'ye gitmesi için dua ediyordum. interrail yolculuğum boyunca ilk ve son kez o otobüste kendime "ben napıyorum, nerdeyim, niye istanbul'da sıcak yatağımda değilim, olum tek başına bilmediğin yerlerde ne işin var zaten" gibi soruları sordum durdum. o an sıcak yatağımda olmak için herhalde her şeyimi verirdim. neyse baktım otobüsün geri döneceği yok, zaten ölmüşüm ben diyerek tüm cesaretimi topladım ve filmlerdeki kötü adamlara benzeyen yolcular arasından tipi en iyi olanına "ben ottaviano'ya gideceğim ama acaba durağa daha var mı" diye sordum. çocuk da gayet güzel bir ingilizceyle "o durağı geçeli 30 dakika oluyor" dedi. "peki bu otobüs termini'ye dönmez mi nasıl giderim oraya" falan diye sorunca da "bu son sefer ve tek yönlü çalışıyor" dedi. o an beni çok şaşırtan bir şey oldu, otobüsteki tüm bu elemanlar kalkıp başıma toplandı. durumu anlamaya çalıştılar ve hepsi birden yardımcı olmaya çalıştı. uzunca bir süredir haklarında düşündüğüm onca şeyden büyük bir pişmanlık duydum. o arada yaptığımız ufak muhabbette bu elemanların hepsinin sokaklarda satıcılık yaptıklarını ve de gece yarısından sonra evlerine döndüklerini öğrendim. neyse bu elemanlar aralarında konuştular ve sırada ki durakta in, sonra yolun karşısından gelecek olan şu no'lu hatta bin dediler. hepsine teşekkür edip gece yarısı saat 2 civarında ıssız bir sokakta otobüsten indim.

    başladığım noktaya geri dönmüş gibiydim. gece yarısı hiç bir ışığın olmadığı, hiç bir canlının etrafta gözükmediği bir sokakta sırtımda 18 kiloluk kocaman bir çantayla gelip gelmeyeceği meçhul olan bir otobüsü beklemeye başladım. biraz sonra sokağın köşesi aydınlandı ve bir otobüs sokağa girdi. durdurdum ve şansıma bana dedikleri otobüs gelmişti. yine biletsiz olarak içeri girdim ve takım elbiseli bir adamı gözüme kestirip arkasına oturdum. otobüsün ottaviano'da geçip geçmediği sordum, geçer dedi. "ben bir önceki durakta iniyorum, sonra da sen inersin" dedi. teşekkür ettim. 15 dakika sonra otobüs bir durağın yanında durdu ve motorları stop etti. sonra resmi kıyafetli ve de çantalı bir adamın otobüsün önünde birisiyle muhabbet ettiğini görünce aklımdan sırasıyla "resmi kıyafet>çanta>bilet kontrolü>e ben de bilet yok ki>50 euro>kaç" kelimeleri geçti. önümde ki takım elbiseli adamı dürttüm, niye durduk bilet kontrolü mü var diye sordum. adam dönüp "senin biletin yok mu" dedi, "yok alamadım" dedim. adam caddenin karşısından al da gel dedi ama ya otobüs giderse diye korktuğum için onu da yapamadım. gidip orta kapının yanında dikilmeye başladım. resmi kıyafetli adam içeri girerse orta kapıdan kaçacaktım ama öyle bir şey olmadı. meğer orası ara durakmış, otobüsler 5 dakika orada bekliyorlarmış. tekrar eski yerime oturdum ve saat 3'e yaklaşırken ottaviano durağında indim. 4 cadenin kesiştiği bir yerdeydi durak ama ottaviano caddesini buldum ve yürümeye başladım. caddenin en ucunda 4 numaralı binayı bulduğumda artık yorgunluktan ve de uykusuzluktan ölmek üzereydim. tabi pansiyona çıktım ve de güzel bir uyku çektim sanıyorsanız yanılıyorsunuz. çünkü apartmanın ana kapısında ki zillerin arasında pansiyona ait herhangi bir zil yoktu. bir kaç kez kontrol ettim, yoktu. sonra elimde ki adres kağıdına baktım, 4 numara yazıyordu. pansiyonun orada olmaması dışında her şey normal gözüküyordu. ya adamlar adresi yanlış yazdı ya da ben adresi yanlış yazdım diyerek ve de çekilecek çilemiz varmış diye düşünerek tekrar otobüs durağının yolunu tuttum. orada ki otobüs tarifesini ıssız sokakta 10 dakika inceleyerek roma'nın tüm toplu taşıma sistemini çözdüm.* ıssız durakta tek başıma geçirdiğim dakikalardan sonra doğru otobüsü durdurup termini garına doğru yola çıktım. yaklaşık 15-20 dakika sonra yeniden termini garını görünce sevindim. en azından garda yatabilirdim. hemen açık bulduğum bir kapıdan garın içine girip, uyku tulumumu serip yatıverdim ama 5 dakika sonra motorize bir polis ekibi gelip beni kaldırdı ve garın kapalı olduğunu, orada yatamayacağımı söylediler. çaresiz garın dışına çıktım ve evsizlerin arasına karıştım. kocaman çantamla o kadar insanın arasında tuluma girip yatmanın salaklık olacağını bildiğim için tulumumu çıkarmadım ve duvar kenarına sırtımda çantayla beraber oturup, oturur vaziyette uyuklamaya başladım. tabi saat 4'ü geçmişti ve ben tam 5 saattir roma turu yapmaktaydım. bunun yaklaşık 3-4 saatlik kısmı belediye otobüsüyle oldu. bir elim karnımda cüzdanımın üstünde, diğer elim sırt çantamı kavramış bir şekilde 1-2 saat uyukladım. tabi her ufak ses de uyandım. evsizlerin o gün tartışacağı tutmuş.

    sabah saat 6 civarı kocaman kıpkırmızı gözlerle uyandım. telefonla kardeşimi arayıp yeni bir hostel adresi isteyecektim ama telefonu italyan bir teyze açtı. italyanca bir şeyler söyledi ama anlamadım. herhalde sabahın altısında uyandırdığım için küfür ediyordu. sonra rehberden doğrudan aramak yerine ülke kodunu girmeyi akıl ettim ama bu kez de turkcell'in arkamdan çevirdiği dolap yüzünden hattımın henüz uluslararası aramaya açılmadığını öğrendim. o saatte de wi-fi bulamayacağım için bir kez de gündüz gözüyle pansiyonun olduğu yere gitmeye karar verdim. metro seferleri başlamıştı dolayısıyla bu kez hızlı bir şekilde ottaviano'ya ulaştım. aynı yolu takip edip binayı buldum ve zilleri kontrol ettim, sonuç aynıydı, yine pansiyona ait bir zil yoktu. hay ben bu işi diyerek arkamı dönüyordum ki kapının öbür kanadının orada tek bir zil gözüme çarptı. bizim laz hostel sahibi pansiyonun zilini kapının öbür kanadına taktırmış. hem sevinip hem küfür ederek zili çaldım. bir süre sonra kapı açıldı ve yukarı çıktım. üstünde pijamaları olan sarışın bir kız uykulu gözlerle kapıda beni bekliyordu. hostelin sahibiymiş kendisi. sonra saatin sabahın altı buçuğu olduğu aklıma geldi. özür diledim ve elimde olmayan sebeplerden bu saatte gelmek zorunda kaldığımı söyledim. kız da check-in saatinin 11 olduğunu, o saate kadar ancak çantamı bırakabileceğimi ve de istersem duş alabileceğimi söyledi. peki diyerek kabul ettim. kız duşu gösterdi ve duş aldıktan sonra çantanı şu odaya bırakıp çıkabilirsin dedi ve hostele ait anahtarı verdi. çantayı bıraktığım odanın kızın yatak odası olması garibime gittiyse de 36 saattir 1-2 saatlik uykuyla duran beynim bunu pek sorgulamadı ve de çıktım.

    bu arada millet ders alsın diye maceramı yazayım dedim ama roman olmuş. kusuruma bakmayın. belirtmekte fayda var. otobüs yolculuğum esnasında geçtiğim ıssız sokaklar ve de mahalleler vatikan'ın arka sokaklarıymış. geçtiğim ormanlar roma'da ki parklarmış, sular ise roma'da ki güzel nehirlermiş. aslında gayet güzel mekanlarda yolculuk etmişim ama zifiri karanlıkta çok korkunç gözüküyordu. bir diğer şey ise pansiyonumun vatikan kilisesine 200 metre mesafede oluşu. sabah pansiyondan çıkınca karşıma vatikan'ın kocaman kubbesi çıkıverdi. dediğim gibi, olacağı varmış. tabi bu hayatımda geçirdiğim en kötü gecelerden biri olarak aklımda kaldı, kalacak. siz siz olun, ders alın.
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap