• yıllar sonra o kişiyle karşılaşıldığında, aşkın platonik olarak kaldığına sevindirebilir de.
    misal geçen gün fulya'yı gördüm o kadar güzel de değilmiş. ilkokulda yanıma oturması için binlerce takla attığım kız gitmiş soğuk mu soğuk bir kız gelmiş yerine. (bkz: bir günlük olarak ekşi sözlük)
  • genelllikle kendinden yaşça büyük bir insana duyulan aşk zannedilen fakat hayranlık diye tanımlanması daha doğru olan kavramdır.
  • muhtemelen ya yuva zamanlarında, ya da ilkokul çaglarında yaşanılan ilk ciddi kişisel etkileşim. o yaşa kadar genelde duygular hep etkiye tepki yaşanır. anneniz kızar ona üzülür bozulursunuz, mahallede kavga edersiniz sinirlenirsiniz. o ana kadar yaşadıgınız tum durtusel yaklaşımlar hep bir etkiye duyulan tepkidir. ancak ilk kez kendi başınıza bir duyguyu sahiplenirsiniz ya da öyle zannedersiniz. ilk kez bunun için kimseye kızamaz, tepki duyamazsınız. bu duyguyu anlamlandıramaz tanımlayamazsınız. hele bir de aradan seneler geçip ilk aşık oldugunuz kızı gördügünüz de, o zaman bir başka degişiklik kaplar içinizi. o zamanları anımsamaya çalışırsınız. duygularınız o zaman çocukçadır belki. dile bile getirmemişsinizdri. neyi söyleyeceksiniz ki? bilse ne yapacaksınız ki? daha kadın-erkek, karşı cins kavramı tam bri yere oturmamış, anlamlandırılamamıştır.
    yıllar sonra o zamanlar onun haberi olmadan aşık oldugunuzu düşündügünüz kız bir de yaşını alınca daha da guzellemişse kendinizle gurur duyarsınız "ilk seçiminiz" açısından.
    şayet ben kendime "helal olsun bana be!" dedim. iyi seçimmiş. hiç pişman olmadım. kız cidden çok guzel olmuş yahu.
  • benim için ilk platonik aşkım anaokulunda başlamış birinci sınıfta hüsran ile son bulmuştur. şöyle ki ben ve yakın aile dostumuz ve yakın arkadaşım burcu aynı kişiden hoşlanıyoruz. ben önce hoşlanıyor olduğum çocukla aynı sınıftayken sonra başka bir öğretmene geçiyorum ve ayrı kalıyoruz. hoş çocuğun bunun farkında olduğunu sanmıyorum. gökdeniz idi ismi. biz yani burcu ve ben gökdeniz ile aynı sınıfta olan bir arkadaşımıza gökdeniz' e burcu mu ben mi diye sormasını istiyoruz. artık o yaşta neyin kafasında idiysek. gökdeniz burcu diyor, ben ilk hüsranımı yaşıyorum tabii. gerçi burcu renkli gözlü bir kızdı ,ondan olsa gerek . hayal kırıklığı ve platonik aşk ortak kümesi ile böylece tanışmış oluyorum. ilk platonik aşkıma dair aklımda kalan bu hikayedir ve bir de kendisinin yüzüne bakamadığım ve bir de babasının deri iş çantası...
  • ben 5,5 yaşındayım, kız da 19-20 yaşlarında o ara, pek yaş farkı yok yani. ismini tam hatırlamamakla beraber burcu gibi bir şey olması lazım. oturduğumuz apartmanın hemen altındaki marketin sahibinin kızıydı. babasının işi çıktığında markette o dururdu. bu kızı görebilmek için marketten günde kaç paket peynirli tombi, kaç paket kolalı jelibon, kaç paket ninja kaplumbağa çıkartmalı şekerleme alırdım, hiç bilmiyorum.

    esmerdi, dümdüz simsiyah saçları vardı. 5,5 senelik hayatımda gördüğüm en güzel gülümseme bu kıza aitti. sevimli bir çocuğa şirinlik yapıyor olsa da, ben o zamanlar "bana yazıyor abi" gibi algılamıştım bu durumu. sabah uyandığımda evin kahvaltılık alışverişini yapmak için can atardım. birkaç ay aramızdaki bu durum devam etti, kız bana aşıktı, ben de ona karşı boş olmadığımı anlaması için tüm şekeri-çikolatayı ondan alıyordum.

    bir gün, sokakta top oynarken diz kapaklarım paramparça olmuş şekilde eve geldiğimde, baktım evde bir hazırlık var. "düğüne gidiyoruz, burcu ablan evleniyor" dediler. "abla deme lazım olur" dedim. demedim yuh, 5,5 yaşındayım.

    burcu nasıl evlenirdi, hadi evlenirdi de benden başka biriyle nasıl evlenebilirdi aklım almamıştı. çok mutsuzdum o akşam. aile düğünden eve dönünce de, geçtim odama vurdum kapıyı. o gün, işte o gün masumiyetimi kaybettim. burcu'nun babasının marketini bitirme planını devreye sokacaktım. bir daha hiçbir şey almadım o marketten, bununla da kalmayıp başka marketten alınmış çikolatalarla geçtim marketin önünden. karşılaştığımızda şirinlik yapmaya çalışan burcu'ya cevap vermiyor, "soon..." bakışı atıyordum. hala aşıktım hmpfs.

    ve iki ay sonra kapandı market, şüphesiz ki almadığım tombilerle ben kapattırmıştım. burcu yanlış kişiyi hayal kırıklığına uğratmıştı.
    market kapandıktan sonra, sıra planın ikinci aşamasına gelmişti!

    başka bir kıza aşık oldum, burcu-murcu yalan oldu, evet.
  • ilkokul 1. sınıfta olmuştu. kızın adı da ceren'di. altın sarısı saçlı, masmavi gözleri vardı. o yaşlarda görülebilecek en güzel kızdı. hem aynı sınıfta okuyorduk hem de aynı binada oturuyorduk. o zamanlar utanmak diye bişey vardı tabi, şimdikiler gibi kolay kolay söyleyemiyorduk kimseye. (belki de bana mahsustur lan, niye genelliyorum ki böyle)

    annemin komşuluk ilişkileri sağolsun kızın okulda yanına bile yaklaşamıyor tek kelime edemiyorken, okul dışında evlerine giderdik sürekli. (annesi yanımda kızı soyup kıyafetini bile değiştiriyordu lan) doğum günlerimde gelir önce busesini kondurur güzel hediyelerini verirdi. sınıfın hem en güzel, hem en çalışkan kızıydı ve aynı sırada otururduk. ben ise tam bir tembeldim, kendisine karşı hiç şansım yoktu. bu kızın elması ilk günden kızarıyorken benim elmam 3 bilemedin 5. gün kızarırdı (o da ayıp olmasın diye. hiç değişmemişim bunca zamandır -ama akıllıydım lan, bu önemli- )

    bunun bi de erkek versiyonu vardı sınıfta. gökhan. piç gökhan. hiç sevmezdim kendisini. sınıfın hem en yakışıklısı hem de en çalışkanıydı. bu piç sınıf başkanı olurdu, benim melek ceren ise başkan yardımcısı. 4 yıl boyunca hiç değişmedi lan. karıyla koca gibi sınıfı yönetirlerdi ben hep ayar olurdum bu duruma. sırf sınıf başkanı olmak için hocanın gözüne girmeye çalışmalar mı dersin, anneye hocaya başkanlık yapmak istediğimi söyletmek mi dersin yapmadığım şey kalmadı başkan olmak için.

    en sonunda bi kere başkanlık seçimi yaptırdı hoca, sınıftaki tüm yalakalar bunu seçti. gittim dedim yanına, "tenefüste aşağıya in dövüşücez" indik de, hatırladığım ilk dövüşüm buydu lan okulda. bu gökhan'ın ve yalakaları etrafımı sardı. sonra geçti karşıma, gel gel diyor gidiyorum itiyor. gel gel diyor gidiyorum itiyor. 4-5 kere tekrarlandı bu. "ulan ne itiyon dövüşecez" diyorum çocuk her ittiğinde etrafımızdakiler "oleey" çekiyor. sonra bi de adamı galip ilan edip sırtına almasınlar mı. "en büyük başkan bizim başkan" diye bağıra bağıra.

    sonuçta hiç bir zaman ne başkan olabildim, ne de onun en yakın arkadaşı. platonik aşkı onda öğrendim ben. aşk acısını da ilk o yaşattı. hayır beni reddetmedi, teklif bile edemezdim zaten. 4. sınıfta iken bi gün akşama kadar kafası sırada ağladı. okuldaki son günüymüş. hoca kaç kere lavaboya gönderdi kendisini. o gün ben o yaşta içimdeki yangını hissettim. ertesi gün de gözümün önünde eşyaları yükleyip evlerinden taşındılar. bir daha da kendisini görmedim.

    taa ki facebook icat olana dek. orda bulduğum kızın eski ceren ile en ufak bir alakası kalmamasını bırak yüzüne bakılmayacak hale gelmişti. o gittikten sonra da kaç kere aşık olduğumu ne siz sorun ne ben sayayım.
  • ilkokulun başıydı. henüz ilk gün. annemle gelmiştim okula. sınıfa bakmaya gittik beraber. başka bir öğrenci daha vardı, annesiyle duruyorlardı kapının önünde. annem kadınla muhabbet ederken * ben kadının yanındaki kıvırcık saçlı kıza kitlenmiştim. bugün bile unutmam bakın o anı. ondan sonrası klasik hikaye işte: hoca her hafta yerlerimizi değiştirirdi, onunla oturmak için dua ederdim; kız-erkek kovalamaca oynardık, ben hep onu yakalardım; okul numaralarına göre oturuyorduk yemekhenede, karşılıklı yemek yiyorduk * vs vs. onunla konuşmuyor da değildim, hatta baya konuştuğumuz hatırlıyorum ama onu sevdiğimi söylersem yanlış anlayacağını, bir daha benle konuşmayacağını düşünüyordum (yaş 7 tabii).

    3. sınıf bittiğinde biz başka şehire taşındık. üstelik yazın ani bir kararla oldu ve kızı son bir kez göremedim. tabii zamanla onu unuttum. ama ismini asla unutmadım.

    birkaç yıl önce internettten konuştum*. fotoğrafı yoktu, göremedim nasıl br insan olmuş. sonra da bir daha konuşmadık *.

    uygun bir zamanda bu entry'i ona göndericem. kendime söz veriyorum.

    ----------------

    5 ay sonra gelen edit: tabii ki göndermedim.

    ----------------

    1 yıl sonra gelen edit: hala göndermedim.

    ----------------

    2 yıl sonra gelen edit: zaman ne çabuk geçiyor yahu.

    ----------------

    5 yıl sonra gelen edit: oha :/

    ----------------

    6 yıl sonra gelen edit: son edit'ten sonra aradım buldum konuştum. tabii ki göndermedim manyak mıyım.

    ----------------

    6 yıl sonra gelen 2. edit: gönderdim.
  • sekiz yaşındaydım sanırım. mersin'e annemle beraber tatile gitmiştik. öğretmenevinde kalıyoruz. bir başka öğretmen çiftin bi kızı vardı. aynı katta kalıyorduk. annemle ailesi tanışmış, benimlede arkadaş olsun diye bizi tanıştırdılar. kız 11 yaşında falan. benden büyük.

    neyse o sıralarda bi tane walkman alınmıştı bana. ama yıl 93 falan. walkman pahalı bir şeydi o zaman. yani walkman yerine bi tane müzik seti alabiliyorduk. ama böyle çok güzel bi duygu seninle birlikte olan bi alet var ve istediğin yerde müzik dinleyebiliyorsun. o yüzden annem sorduğunda müzik seti mi alalım walkman mi alalım diye, ben walkman demiştim.

    neyse bu kızla birlikte beraber müzik dinliyoruz. kulaklığın biri bende biri onda. ilk defa o kızın yüzüne bakınca bir şeyler hissettiğimi anladım. tabi ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. sadece çok iyi hissettiğimi biliyorum. çok mutluyum. yalnız walkmani alınca yanına kaset almak lazım tabi. kaset açısından sekiz yaşında bi çocuğun alabileceği çok fazla seçenek yok tabi. zaten müzik dinleme alışkanlığım hiç olmamış. ben sadece mobil müzik dinlemek istiyorum, havalı bir şey. o kaseti nasıl aldım bilmiyorum ama fatih kısaparmak'ın portakal çiçeğim adlı albümünü almışım. neyse albümde bir parça var ölümüne sevda diye. beraber bu şarkıyı dinliyoruz, denize falan bakıyoruz tabi. ayaklarımızı falan sallıyoruz müzik eşliğinde. şarkının bi yerinde şöyle söz var, "ölümüne sevda, yolu yok başka, geceler bizim, kırmızı nokta". tabi kırmızı noktayı duyunca birbirimize bakıp gülüyoruz. ilk başarısız romantizm denemeleri işte. fatih kısaparmak, ayak sallama, içinde kırmızı nokta geçen abuk bir parça falan filan.

    tabi kimse o kıza içten içe tutulduğumun farkında değil. günler geçiyor tatil bitiyor tabi. ayrılık vakti geliyor. herkes evine dönüyor ve ben büyük bir üzüntü içindeyim. tabi .ok sonraları fark ediyorum derin bir platonik aşk yaşadığımı o kıza. kızın yüzünü hala hatırlıyorum fakat ismini hatırlayamıyorum. yanağındaki gamzeyi, gülümsemesini. oha iyi tutulmuşum lan.

    (bkz: ilk aşk)
  • aslan adam vincent'a karşı duymuş olduğum aşk.

    hayal meyal kavradığım, bana anlatıldıkça hatırladığım bu aşk uğruna vincent yaralanınca ceketimi giyip "aslan adam'ı kurtarmaya gidiyorum." diyerek evden kaçmaya çalışmışlığım var. hele döktüğüm gözyaşının haddi hesabı yok.

    yeniden yayımlanmaya başladığında annemle izlerken annemin "ağlayacak mısın? hadi bakayım ağla, aha gözlerin dolmuş." diye dalga geçmesi de cabası. 22 yıl geçmiş aradan, insaf ya. hala "sen aslan adam'a aşıktın ağlıyordun küçükken, şimdi de ağlarsın kesin." demenin akla mantığa uyan bir tarafı yok.
hesabın var mı? giriş yap