*

  • türkiye'de her beş çalışandan birinin mesleği. (araştırma ankara sanayi odası)
  • aksamın 8'in den sonra herkes evine çekiliyor.bizim yakup abi işinden sonra ek bi gelir için şehrin en işlek mekanı zaferde serdiği işporta tezgahında evine ekmek parası götürmek için umutlarını seriyor. gelecek için... çocuklarının mutluluğu için...adeta umutlarını yola sererek birşeyler yapma gayreti içinde ne de olsa bütün işportacılar umutlarını yola seriyor.
  • eminönü'nde tezgah açmaları yasaklandığından dolayı uygulamayı protesto amacıyla dün 5 dk lığına sembolik tezgah açan insanlar.
  • dı dı dı dıt dı dı dı dıt çalar saatini satanlar her gün günde bilmem kaç saat bu sese maruz kaldıkları halde çıldırmadıkları için peygamber sabrı ödülü'nü hak etmişlerdir.
  • haberci girişi yapalım; 2010 yılında başkentin göbeğinde hala "abi azerbaycan'dan geldim, pasaportumu çaldılar, bu saatleri satıp memleketime dönecem" diye tezgah açanı var. dahası her gün aynı yerde açılan tezgahın her gün aynı siyah takım elbiseyi giyen güneş gözlüklü bir yancısı var. ve dahası bu tezgaha hala ve hala inananlar var.

    bu dünya hiçbir şey için olmasa bile böyle işportacıların yüzü suyu hürmetine döner lan.
  • yol kenarına açtıkları tezgahlarında a'dan z'ye her türlü alet edavat satarlar;

    - ne alırsan 1.5tl. sudan ucuz.. geelll.. geelll.. hacı abi, senin icin şahane mestlerim var. dene bi tane.
    + yok sağolasin. istemez.
    - dayıcım, denemek parayla değil, geçir şunu bi ayağina.. sıcacık tutar. ohh.. mis gibi oldu. alıyon mu?
    + istemiyorum dedim ya oğlum..
    - hacı misim var istersen..
    + ya havle..
  • işportacılar hakkında, yirminci asır mecmuası'nın 29 kasım 1952 tarihli 16.sayısında yayımlanan bir yazı:

    istanbul’da, harp sonrasının yadigârı olarak kanunsuz, nizamsız, hattâ izinsiz, mantar gibi biten “gecekondu” ve “işporta” namlarında iki nesne vardır ki, biri sabit, öteki seyyar olduğu halde, her ikisi de sadece fakrü zaruretin mahsulüdür.

    - acaba?

    - acabası macabası yok. sokakta kalmayan insan gecekondu, aç kalmayan mahlûk işportacılık yapar mı?

    ağzımdan tekrar bir “acaba?” çıkınca, arkadaşım kızdı:

    - sinirlenme!.. dedim, kiraya vermek, hattâ

    satmak için gecekondu yapan doktor, mühendis gibi hali vakti yerinde kimseler bulunduğunu bilmez misin?

    - belki tek tük öyleleri de bulunur amma, tüccarın, fabrikatörün işportacılık yaptığı görülmüş müdür?

    - görülmemiş olması, yokluğuna delâlet etmez. dükkân kirası, elektrik vesaire gibi bir sürü masrafı, nihayet vergileri de olmadan para kazandıran işportacılığın, cazibesine kimlerin kapıldığını tahmin etmek güçtür.

    hangimiz haklı idik?

    esasen bir çoklarının zihnini kurcalayan bu mesele, yani “işportacılık hakikaten işsiz kalan kimselerin, ister istemez yaptıkları bir iş mi, yoksa en kârlı bir alışveriş tarzı olduğundan dolayı, birçoklarının her şeye tercihan seçtikleri bir meslek mi?”

    gelin de çıkın bu “iş”in içinden bakalım!

    bu işin içinden çıkabilmek için, yalnız istanbul’da sayısı on bini çoktan aşan çeşit çeşit işportacılarla, birer birer konuşmak, ayrı ayrı yüzlerini öğrenmek gerek...

    böyle düşüne düşüne giderken, mahmutpaşa yokuşu başında ilk tesadüf ettiğimiz işportacıya yaklaştık; bu antalyalı, on dokuz yaşında bir delikanlı idi.

    - işler nasıl, kazanç yolunda mı? diye soruşumuza, acı acı gülümsedi:

    - üç senedir bu işi yaparım. bir yaş küçük kardeşim de beraberdir. o durmadan dolaşır. köprübaşı’nda, eminönü’nde, vapur iskelelerinde, çarşı pazarlarda, kahvehanelerde gezer. ben polisin görünüşüne kadar nerede tutunabilirsem, orada dururum. ikimizin kazancı günde beş altı lirayı güç buluyor.

    - niçin bu kadar az?..

    - görmüyor musunuz, işportacı bolluğunu bayım? yalnız şu bizim sattığımız çorapları dolaştıran yüzlerce işportacı var. günden güne artıyor. anadolu’nun her tarafındaki işsiz kalanlar, soluğu burada alıyor ve işportacılıktan başka yapacak iş bulamıyor.

    - başka bir şey sat bari...

    - ne satayım? mendil derseniz, satan satana, diş fırçası derseniz, öyle, tıraş sabunu, fırçası, hattâ makinesi... ve ne bileyim ben iğneden ipliğe, terlikten buluza kadar her şeyin sürü sürü satıcısı var.

    hakikaten öyle... işportacının belini büken, keyfini kaçıran, kârını kıran en büyük derdi de – ikide birde köşebaşında görünün kovalayıcı memurdan fazla – bu... o kadar ki, çarşı, pazarda dolaşan müşteri kadar işportacı vardır, denilebilir.

    - kimler işportacılık yapar? diye sorduğumuz ellilik bir leke sabunu satıcısı:

    - ben de, yani kayserili de işportacılık yaptıktan kelli, var hesap et artık, kimler yapmaz gayri... a bayım... şu istanbul sokaklarında dolaşırken, kendimi kayseri’de zannediyorum. adım başında bizden biriyle karşılaşmamak imkânı yok. bizim bezzaz yakub’un oğlu burada, eski defterdarın torunu burada, hattâ mebusun kardeşi burada... kimi bardak satıyor, kimi kasket, kimi fanile...

    - niçin pastırma satan yok?

    - o iş işportaya gelmez, işportacı dediğin aynasızı gördü mü, pılıyı pırtıyı toplayıp, yarış atı gibi dörtnala köşeyi kıvrılır... yoksa pastırmalar bir yana, bıçak bir yana toplanıp da kaçıncaya kadar, enselendiğinin resmidir.

    - enselenirsen ne ceza görürsün?

    - vallah, hiç başıma gelmediği için bilmiyorum amma, on liradan on beş liraya kadar cezası varmış... fakat, polis de bizden bıkıp usandığı için son zamanlarda can yakmıyorlar pek. hem yakalasın da nereye götürsün? her posta edilişinde götürülecek işportacı ordusuna kışlalar yetmez. (...)

    istanbul’un eski ciğercileri gibi, sırığa geçirmiş olduğu renk renk kombinezonlarını beğendirecek göz arayan ihtiyar satıcı, meğer bu işin en eskisi imiş:

    - ben bu işe başladığım zaman, şu cadde de işportacıyı parmakla gösterirlerdi. temelli müşterilerimiz vardı. tıpkı dükkâna gider gibi, gelir beni burada bulur, alacağını alırdı. şimdi ne beni bir yerde mıhlanıp durmağa bırakıyorlar, ne de müşteri kimden ne alacağını biliyor. hele aramıza karışan bir sürü soysuz da var ki, yalnız malın çürüğünü sakatını, kusurlusunu sürmeğe çalışır. bu heriflerin yüzünden işportacıların adı kötüye çıktı. (...)
  • kimisi insanın sabahlarını şenlendirir. işe/okula gidiş gelişlerinde o yolu kullananlar bilir. edirnekapı şehitliğinin içinden geçip metrobüse yürünen yolun kenarında ak sakallı, tombalak yanaklı, dünya tatlısı bir işportacı amca var incecik sesiyle "elli kuruş! elli kuruş!" diye bağıran. eskiden daha tiz ve yüksek sesle söylerdi bunu. şimdilerde o kadar inceltip yükseltmiyor sesini. her sabah önünden gülümseyerek geçiyorum. bir iki saniyeliğine de olsa bana tebessüm ettirmesiyle bile sevaba giriyor güzel tonton amcam. ve gönül hiç enflasyon olmasın, o sattığı şeyler hiç zamlanmasın, amcam hep "elli kuruş!" diye cırlasın istiyor.
  • ikili ilişkileri, karşındakini ikna yetinizi geliştirebileceğiniz çalışma tarzı.
hesabın var mı? giriş yap