• duyguların ayağa kalkıp yürümeye başladığını anlatır.
  • birdenbire cıkagelen ney sesi
    kucuk bir cocugun gulumsemesi
    unutulan
    ama hep varolan
    uyuyan
    ama kaybolmayan
    insana ait olan
    insanla var olan
    yasamın kesitleri
    hüznün ise ta kendisi
  • bu hissiyat denen şey kaşınmak gibi bir şey midir? alınganlık gibi bir şey mi? içlilik dedikleri nedir? içli olmak anlayışlı olmakla aynı şey değilse duyarlılık denen şey nedir? duyarlı bir dil, duyarlı bir anlatı içine gizlenen sinirlerin sayesinde midir?

    bu sorulara cevap vermeden önce düşünmemiz gereken aslında dilin yaratıcısının değil okuyucusunun sıkıntıları gibi görünüyor. okuyucunun da okurken kullandığı bir dil var. yazı dili kadar okuma dili de faal sayılır. bir piyano sonatını dinleyen kulakların algılarında azdan çoka uzanan bir skala da bir dil yerine geçebilir. o dil olmasa idi bir kahve içicisi bile zevk alamazdı. evet zevk alabilmek için zevki okumak gerekir. kör alfabesi nasıl sonradan yaratıldıysa zevk alfabesi de sonradan her seferinde yaratılmaktadır. bir bedenle karşılaşmada o anda yan yana gelen şifreler, cümleler gibi, bir dili oluştururlar. herkes roman yazan bir adamın başında perilerinin uçuştuğunu düşünür. o anda belki de içtiği tütünün dumanı ya da hastalıklarının tetiklediği sinirleri söz konusudur. kıskançlık ya da gururun incinmesinden daha güzel bir silah olamaz. hastalıklar bir battaniye gibi histerik yaratıcıyı sarar sarmalar. “acıyı bal eyleyen” sanatçının dili onu içinde bulunduğu tüm duygusal hapishanelerden dışarı salar. ama o duygusal hapishanelerin hücreleri olan cefa, elem, keder, kahır, efkar, tasa nasıl kaygıdan yapılmış kilitlerle kapanmışlarsa dışarda sevinç, zevk, coşku, sefa o kadar parlak ve umarsızdır. bu hücreler asla yönetilmezler kontrol edilmezler şekilsizdirler renksizdirler. anlıktırlar. zamansızdırlar. hızları görülemeyecek kadar yücedir, boyutları asla bilinemez, hiçbir mühendislik bilgisi bu yapılara müdahale edemez. bir tek ustaları vardır bir tek birimleri vardır: şiir.

    o piyano sonatını dinleyen kulak da şiirin ipiyle hücrelere iner, o dumanlı roman yazarı da şiirin hapıyla sakinleşmiştir. hissiyat denen şey şiirin hem başı hem sonudur. biri hissetmeye başladığında şiir orda var olur.
  • eski işyerimdeki binada üç adet asansör vardı ve garaj girişinden asansörü çağırdığınızda, hangi asansörün geleceğini gösteren bir ekran mevcut değildi. bana garip bi hallerin olduğu o günlerde oniki gün boyunca ben hangi asansörün önünde durduysam asansör o kapıdan açılmıştı. bazen beş altı insan orta kapıda beklerken ben kendimden emin bir şekilde tek başıma birinci ya da üçüncü kapının önünde bekliyor ve diğer asansörlere bakmıyordum bile. öyle garip bir hissiyat halindeydim ki üstün insan olmama ramak kalmıştı ama ben o şansı kaçırdım. onüçüncü günün sabahına uyandığımda anladım ki içimdeki hissiyat beni terk etmişti; deprasyondan çıkmıştım, lanet olsundu, hay aksiydi, şimdi sırası mıydı. hemen kötü şeyler düşündüm, yaşadıklarımın yanına yaşamadığım kötü sahneleri ekledim, olmadı. başaramadım. artık çok geçti. bir umutla asansörün düğmesine bastım, orta asansörün önüne geçtim ve baktım bu heyecan beni aşar, mecbur yangın merdiveninden tırmandım ofise. nefes nefese yerime geçtim, başımı eğdim ve kabullendim; kaderde mutlu olmak da vardı.
  • hayatımıza bir ucundan dahil olmuş bütün insanların bizlere hatıra bıraktıkları duygu hali. aynı zamanda bizi biz yapan deneyimler bütünü. geçip giden her şeyin ardında bize kalan tek şey. bize hayata tutunma enerjisi verebilecek ama aynı zamanda da tüm enerjimizi çalabilecek kadar güçlü. bütün hatıralar silikleşip de hatırlamak zorlaştığında, geriye kalan. iyi, güzel, değerli, saygın,düşünceli,kötü,çirkin, değersiz, basit, düşüncesiz...ben arkamda beni hatırlatacak hangisini bıraktım diye durup bir düşünmeli insan. kimin motivasyonunu çalarken kimin gözündeki ışık olabildim?kendimi kimin kalbinde kim olarak kodladım?
  • "duygu" ile eş anlamlı olmaması "hissiyat"ın deneyimle doğrudan ilişkili bir şeyleri çağrıştırıyor olmasıyla ilişkili olabilir. insansal dünya deneyiminin duygu zemini denebilir belki. yani biz zavallı insanlar dünyayı bir takım hissiyatlar dolayımıyla deneyimleriz.

    bir de bunların, öğrenilen herhangi bir kelimeyle anlatılamayanları var ki, ilginç sorgulamalara yönlendirebilir zihni.
  • eger varsa öyle bir şey, hafiften telepatik güçler falan dersek, kacbin km. öteden insanın ruh halini, sıkıntısını neyse hisseder. bir parça duyumsar. *

    o yüzden hisli arkadaşlarım, güzen insanlar, burnumda tüten 2-3ü geçmeyen insanlar beni hissedip, naptın? diye soruyor ediyor. eksik olmasinlar nolur.. ben de aynı sekilde hissedip duyumsuyorum, 6.hissim batsın bazen iyi kötü götürüyor beni.

    ama yoksa demek ki ya yok, ya da etkili değilmiş bu sefer.
    ben bile, mantık küpü insan, bazen kendini güvenceye alan şahsiyet * * bile hissediyosa maneviyatı, hissiyatı, demek de az olmamalı.
  • cimrilik gayet makul harcama ve vermeleri, kullanmayı, paylaşmayı da kısırganmaktır. eğer cimrilik halini almadıysa sağlıklı tutumluluk, sonunda kıtlık değil bolluk hissiyatı sağlamalıdır. (bkz: cimri/@ibisile)

    (bkz: duygu), duygulanım, duygudurum
  • yaklaşan bir ruh
    şiir tohumları ekiyor gönlüme
    yüreğimde çiçekler yeşeriyor
    bahar çiçekleri

    göğüs kafesimin altında
    zorlanırken kemiklerim
    kırılmasın diye yer açtığım
    küçük şiir ağaçları

    büyüyünce ağaçlar
    yakınken uyanmak
    usulca gelip suluyor kalbimi
    bilge bir nehir gibi

    bitince düş
    gözler açılınca
    ışıldar ruhum bir güneş gibi
    küçük şiir ormanına
  • hissiyat olmadan çalıştırılan zihin, cilalamadan parlatmaya benzer. yorar, yıpratır ve istenen sonucu vermez.

    önce hissiyat, sonra zihin.

    "içime düşen şüphe, benim için en sağlam kanıttır."
hesabın var mı? giriş yap