*

  • can yayınlarından türkçeye ayşe selen tarafından "hiçkimse koyu'nda bir yıl" olarak çevrilmiş peter handke kitabı.
  • çağrışıverdi :
    (bkz: in the country of last things)
  • kitaptan bir alıntı :

    bulunmuş eşyalar onun gözünde özelliklerinden hiçbir şey yitirmiyor, ancak yolculuğunun sonlarına doğru, düşündüğü defineden daha farklı şeyler olarak görünüyordu. sonra yıllar geçtikçe, olasılık dahilindeyse, bu eşyalar yerlerine geri götürülüyordu, tıpkı şimdi türkiye'nin güneyinde efes'te büyük çabalarla toprağın altından çıkarılan, ondan sonra da saatlerce ellerde ve ayaklarla yuvarlayarak ilerletilen, üzerinde herakleitos'un " her bir günün varlığı birdir ve aynıdır " cümlesinin yunanca olarak yazılı olduğu eski mil ya da stadyum taşında söz olduğu gibi; değişik bir çevreye girince bu cümlenin bir oyunun repliğinden başka bir şey olmadığını düşünmüştü.

    ama yine de eskiden bir yeri olduğu gibi böylesine sözde bir define söz konusu olduğunda ,ateşli bir coşku ya da heyecan nedeniyle, onun en azından hemen yerinden oynatmaktan, ona tırnaklarını geçirmekten kendini alamıyordu. her defasında 'işte burada sonunda seni buldum ' diye düşünüyor, sonunda kendine şans getirecek şeyi keşfetmişçesine hemen üzerine atlıyordu, sanki -herhangi bir adam ya da sistem tarafından çoktandır artık beklenilmeyen - bu şey yaşamının bilinmeyen yönlerine açıklama getirecekti, peki bu şey neden, diyelim bodrum'da, sahil tepelerinin eteğindeki alüvyonların üzerinde bulunan o kendine özgü odun parçası biçiminde gözükmesindi; bu arada odun parçasının neredeyse yalnızca dışı hala tahtaydı, buna karşın içi, yani çekirdeği boylu boyunca, kamış biçiminde, önü ve arkası açık midyelerle - yoksa balık kılçıkları mıydı -kaplıydı, öyle ki tahta borunun içinden, ışığı başka hiçbir şeye sen biçimde kıran özel bir prizmanın içinden bakar casına bakabileceğin düşünebiliyordu, hem de bu prizma özel olarak onun için orada duruyordu. " söyle bana, ey define : kimim ben ? ne yapmalıyım ? yerim neresi ? iktidarı nasıl ele geçiririm ? bundan sonra neler olacak ? önümü aydınlat. "
    o odun parçası çoktan alüvyonun üzerine gerisin geriye yuvarlanmıştı, tıpkı daha sonra tuz beyazı, erotik etkili bir sac ayağının, yani bir tuzla evinden çalınan ganimetin daha aynı akşam yerine konulmuş olması gibi. ama bu sabah erkenden yine, uyku tulumunda ya da teknenin güvertesinde geçirilen bir geceden sonra, müezzinin sabah ezanını okuyan sesi (ya da onun bant kaydı), uzaklardan gelerek denizin üstünden ona, koya kadar ulaştığında, hava daha aydınlanmamışken, gökyüzünde yıldızlar görünürken, öte yandan ilk horozlar ötmeye başlamışken o şu cümle ile uyandı : " bugün, defineyi bulma günü, güneş batmadan onu bulmuş olacağım ve bütün dünya bana şaşıp kalacak."

    o kimdi ? peki nasıl olmuştu da, her defasında tam da anadolu'da, türkiye'de yeniden aramaya koyuluyordu ? o anadolu ki insanları, onun güney slav çağdaşlarının kafalarında - yabancı diktası çoktan sona ermiş olduğu halde - hala haraca kesenler, boğaz kesenler ve karındeşenler olarak korku salmayı sürdürüyorlardı ?

    sayfa 292, 293.
hesabın var mı? giriş yap