*

  • hayırseverlik bir 'mesele' olarak etraflıca tartışılmıştır.

    meselenin eksen sorusu şudur: hayır işlenen kesimlerin dezavantajlı durumlarını, sınıfsal konumlarını, değiştirecek yapısal sebepler ıskalanmakta mıdır hayır işleyerek? ıskalamaya ek olarak yoksunluğun kendisini yeniden üretmesini sağlayan kuzu postuna girmiş kurt mudur?

    bağıl olarak hayırseverin vicdani rahatlık, katarsis için bu eyleme giriştiği ya da gösterişçi tüketim olarak işlev kazandırıp araçsallaştırdığı iddia edilmiştir.

    güncel bir örnek için:
    (bkz: live 8)
  • otorite açısından bozuk ve adaletsiz kapitalist sistemin gediklerinin daha da büyümemesi, sistemin yıkılmaması, adaletsiz üretim ve paylaşım ilişkilerinin korunabilmesi, aç sınıfın kontrol altında tutulabilmesi için vazgeçilemez bir etkinlik iken, zengin hayırsever melekler için yanakların kırmızı kalmasının ve geceleri uyuyabilmenin yoludur. büyük hayırseverler o kadar tok gönüllüdür ki betonarme perde duvar yapabilecek güçleri olmasına rağmen bir tuğla da bizden isterler. şatafatlı törenlerle geniş yürekliliklerini, lütuflarını, kaşıkla verip kepçeyle almalarını gözlerimize o kadar açık bir şekilde sokarlar ki; midelerimiz kaldıramaz, gözlerimiz görmez olur çoğu zaman.
  • kapitalizmin sürdürülebilirliğine katkıda bulunan, anap'la başlayıp şu dönem akp'yle yükselerek devam eden sözümona bir sosyal politikadır. neoliberal bir parti olan akp'nin yoksul kesimden neden büyük destek gördüğünü de sanırım bu kavramda aramak gerkiyor birazda. toplumu uysallaştıran ve hak arama mekanizmasını yok eden bir uygulamadır bu yüzdendir ki uluslararası çalışma örgütünün (ilo) raporuna göre avrupa’nın tümündeki sendikal nedenlerle işten atmaların yüzde 66’sı türkiye’de yaşanıyor. konuyla ilgili detaylı bilgi için (bkz:http://www.iudergi.com/…asal/article/viewfile/79/56 )
  • galeano dediği gibi: hayırseverlik çok dikey. yukarıdan aşağıya iniyor. dayanışma yataydır. ötekine saygı duyar.
  • "hayırseverlikleriyle öyle bir reklam ve şov yapıyor ki modern iş adamları, "iyilik" tez elden en ağır şekirde vergilendirilmesi gereken lüks tüketim sayılmalı "*
  • "kendine yardım edersen herkes sana yardım eder. hayırseverliğin ilkesi." friedrich nietzsche - götzen-dammerung

    18. ikinci tercihler

    büyük yol gözden düştüğünde
    hayırseverlik ve doğruculuk çıkar ortaya
    öğrenme ve basiret yüceltilince
    müthiş bir ikiyüzlülük belirir.
    vazifeşinas çocuklar ve ebeveynlerle doludur
    düzeni bozuk aile.
    düzeni bozuk toplumsa
    sadık vatanseverlerle.

    lao tzu - ursula k. le guin yorumuyla lao tzu tao te ching
  • "hayırseverlik; köpeğin önüne attığınız kemik değildir. asıl hayırseverlik; sende en az o köpek kadar açken, onunla paylaştığın kemiktir."

    jack london
  • bu kelimenin kökeni, prometheus'un insanlığa bilgi, deneyim, teknoloji, sanat gibi kavramları sembolize eden ateşi ve iyimserliği ifade eden kör umudu hediye etmesini anlatan mite dayalıdır.
  • korkunç bir şey. çoğu zaman insafsızlığın, hoyratlığın hem de iyilik maskesi ardına gizlenmiş hali. doğasında ezen-ezilen diyalektiği bulunan berbat ilişki türü. şu anda karşıma üzüntü ve sinirden elimi ayağımı titreten mağduru borçlu bırakan dindarlık kisvesi altında çıkmış olan şey.

    oturduğumuz siteye taşınalı birkaç ay oldu. elbettte başka başka insanlarla da karşılasak da sitenin sadece yaşadığımız semte yorulamayacak, tam adını koyamasak da başı sıkıca örtülü küçücük kızlardan, sakallı emmi ve çarşaflı kadın sayısından, bazı malum günlerde kapıların önündeki ayakkabı yığınlarından hakkında tahmin yürüttüğümüz bir kuruluş öyküsü var; haliyle de demografisi, el değiştiren mülkler ve bizim gibi kiracılarla bir miktar değişmiş olsa da hâlâ yoğun olarak bu şekilde.

    bundan bir ay kadar önce merdivenleri çıkarken orta yaş üzerinde, iyiliği yüzünden belli bir teyze kapıyı açıp küçük bir yardım istedi. ağırlamaya pek özendiği misafirler için yemek hazırlığındayken pat diye fırını bozulmuş. dairenin, apartmanın sigortasına baktık, fırını kurcaladık, bizim fırını kullanmasını teklif ettik ama hiçbiri işe yaramadı, bir faydamız dokunmadı. fakat bir saat sonra kapı çaldı; fırın düzelmiş, bu teyzeciğim de özene bezene yaptığı yemekten bir tabak ile bir de iki koca kase aşureyi kendisine hiçbir yardımı dokunmamış bize getirevermiş. bizim de yeni taşındığımızı bilmemesinin sebebinin kendilerinin de bizden bir ay önce taşınmış olmalarından olduğunu anlatmak isterken, laf arasında söyleyeverdi depremzede olduklarını. maraş’taki evleri yerle yeksan olunca, yarasını deşmemek için kurcalamadığımdan ne olmuş, nasıl olmuşsa bilmediğim şekilde burada buluverlermiş kendilerini işte. “sağolsunlar depremzedeyiz diye evi verdiler” dedi bir tek, tabii ederinin altında verdiklerini tahmin edebiliyoruz (burada kısa bir parantez: site, ıstanbul için oldukça değerli bir arazide, etraftaki sitelerin ardıardına kentsel dönüşüme girdiği ve biz taşınırken de “yıkılma kararı çıkabilir, o yüzden kiracılar çok tercih etmeyebiliyor”u baştan söyledikleri bir yer. yani depremzedeye ev vermiş olmalarının öyle müthiş bir lütuf da sayılmayabilir)

    teyzenin tabakları bir aydır bizim evde, addettendir ve bu adetler içinde bazıları nadiren güzeldir, gelen kap boş götürülmez diye bir türlü elim erip ikram edilebilecek bir şeyler yapamadığımdan mahcubiyetimle birlikte dolapta duruyorlar. biraz önce kapı çaldı, kadıncağız utana sıkıla binbir özürle kaplarını istedi, o özür diler ben “yok yok asıl ben çok mahcubum, getiremedim, kusura bakmayın” sıralarken “istemezdim de, buradan aniden gitmemiz gerekebilir, ondan istemek zorunda kaldım” diyiverdi. ben de saf saf maraş’a dönebilecekler sanıp sevinerek sordum neden taşınmaları gerektiğini. pek konuşmak istemedi, kendilerine azıcık da olsa iyiliği dokunmuş insanlar hakkında tek bir kötü söz etmedi ama durum şundan ibaret: ev sahibi iki gün önce bu depremzede insanları arıyor, “biz orayı bir vakfa verdik, ne zaman isterlerse bir an önce çıkın” diyor. vakıf, daha önce adını duymadığım ama bilmemkim manevi hazretleri adıyla kurulmuş, kimbilir hangi cemaatin olan ama elbette dini bir vakıf. onlar da bu insanlara “biz oraya öğrencilerimizi yerleştireceğiz, bir an önce çıkın” diyor. şimdi işte nereye, nasıl gidebileceklerini bilmeden, minnet ve yardım istemekteten mihnet duyar şekilde ortada bu insanlar. dedim ya kadının ağzından tek kötü kelime çıkmadı ancak ben kendimi tutamayıp “öğrenciye hayır işleyecekler diye sizi mi kapıya koyuyorlarmış, böyle dindarlık mı olur?” deyiverince ağlaya ağlaya gitti. şubat’tan beri bu evde kalabilmelerini sağlayan şeyin belki kendi cemaat ağları olabileceğine de sadece tahmin ediyorum elbet. ama ev sahibinin ve vakfın “canım aylarca oturdular işte, daha napalım, hayır da bir yere kadar” kafasında olduğuna, bu insanlarla konuşurken yaptıkları iyiliği bin kere pek nazik kelimelerle başlarına kaktıklarına, insafsızlıklaranaysa binbir türlü kılıf uydurduklarına en az adım kadar eminim.

    şimdi içimden geçen şudur: ben var ya ben sizin o pek övündüğünüz, övünürken güya mahcubiyet duyduğunuz hayırseverliğinizin ta ortasına sıçayım. anlattığınız ensar-muhacir masallarını mümkün olsa da sayfa sayfa yırtıp paramparça edebilsem. mide bulandıran muteberliğiniz, şu kadının gözündeki tek damla yaş etmez. dilerim, ınandığınız allahınızdan tez vakitte bulursunuz belanızı.

    kalbe keder edit: kapı bir daha çaldı, teyzem "ben senin üzülmene sebep oldum, niye ettim öyle şey" diye elinde buzluğundan çıkardığı her şeyi, binbir emekle yaptığı içli köftlerin hepsini koyduğu bir tabakla daha çıktı geldi. canım benim yahu, senin telaşlı inceliğine kurban olsun o şeyhler, efendiler.
hesabın var mı? giriş yap