• mekânım.
  • -hâyâlhâne-
    eskiden karagöz oyunu oynatılan yerlere verilen isimdi.. en meşhurları : cemberlitaş’ta hayali kâtip salih efendi’nin hâyalhâne i osmani si , unkapanı’nda mevlevihânekapı’lı ahmet efendi’nin hâyalhâne i sâfâsı olmuştur..
  • istiklal cad. sadri alisik sok. pinokyo kafenin oldugu binanin 5. katindaki sahne.
    (bkz: mahser i cumbus)
  • istiklal caddesinde tünele doğru giderken swatch mağzasının yanındaki sokaktan girince sağ taraftaki karakolu 10m geçtiniz mi yine sağda kalan binada yer edinmiş eğlence ortamı.
  • mahşer-i cümbüş adındaki doğaçlama gösteri yapan grubun istanbul'daki mekanı.
  • doğaçlama tiyatronun mabedi. evimiz, yuvamız.
  • tuvaletinde "lütfen tuvalete kağıt, çöp, diferansiyel kapağı, armut, lahmacun, pet şişe, kitap, el bezi, sucuk, vileda sapı, nar ekşisi, koltuk, tantuni, kaldırım, okey takımı,oy pusulası, şenlik ateşi, şezlong, hayrat, seda sayan cdsi, karpuz, kürek, emzik, kupa 7li, gözlük, kaşe, kasis, pertev niyal, prezervatif, izmarit, lamba, koz, sözlük, ayakkabı, nat kig cole, yazı tahtası, roberto carlos, martı, maça, taksi, kuzu, microsoft, pin kodu, leblebi, çekimserlik, yatakodası takımı, fırın, kayık, dondurma, levye, parke, süt, priz, keşkül, yeniçeri, kamera, küpeşte, mani, mandal, hükümet, cari hesap, tramvay, somun, pegel, pastörize yumurta, kimlik bunalımı, beyaz türk, beyaz saray, beyaz leblebi, beyaz giyme toz olur, beyaz, müsteşar, kampanya, deniz kıyısı, aşk, çiçek, yapımcı, omuz, panjur, kamerun, lale devri çocukları, bardak, ceviz, nihale, girizgah, istihkam, şam u seher, temaşageran, ulü-l elbab, arz-u hal, for english press nine please, school, pencil, desk, ruller, house, lake, brain, suitcase, welchair, mengi, disgrase, bell, waffle, prime time, kentucky fried chicken, marangoz, beylikdüzü, mareşal, çakmak, toplu konut, zımba, saat, çerçeve, musluk, terlik, çin böreği, avrupa birliği, kuş sütü, at pisliği, simit sarayı, lebron jamesss, sadri alışık sokak, sibop, radyo, cep telefonu, kum saati, bilye, kasatura, çatal, hazine arazisi, karikatörü krizi, bahar, çiçek, böcek, seks, tual, erman toroğlu, kırmızı, gelinlik, bohça, sarımsak, tütsü,commodore 64, il sınırı, beşi bir yerde, ferhat güzel, hemşire, yemiş, siverek, kırklareli, nihavent, havlu, büstiyer, ham meyva, sol bek, deve, mahamut, köşe, çek-senet, albüm, askı, kar, kopenag kriterler, şemsi paşa pasajı, üç tas has kaysı hoşafı, tübitak, yarım fvole, nişantaşıi bey pazarı kırısı, petrol sanayii, kalburüstü, dert üstü, murat üstü, hüsnü, zemberek, tahıli alkol, göç yolu, anlayış farkı, pil, dil, fil, zil, il, it, bit, hit, kit, tik, tak, tok, tobb, kağıt, çöp........ atmayiniz!" yazan tiyatro mabedi...
  • bir arayış içinde çaresiz gezerken keşfetti o büyülü çatı katını. her zaman gittiği sokaktı aslında. senelerdir gittiği menemenci, börekçi, her zaman ki karakol... o karakolun ilerisine gitmediğini farketti...hayalhane’yi keşfedince. tarifini şöyle almıştı ilk gittiğinde;
    - “abicim camiyi sırtına al”
    - “hangi camiyi abi?”
    - “aliağa camii var ya abi.”
    - “haa, tamam abi. istiklalden inerken sağdaki camiyi diyosun. tamam abi.”
    - “evet abi o cami. direkt gir karşı araya. ileride sağda börekçiyi göreceksin. daha sonra da solda lades menemenciyi.”
    - “ abi öyle desene. biliyorum oraları.”
    - “tamam abi işte. oradan düz devam et. sağdaki karakolu geçer geçmez sağ tarafta “pinokyo cafe” ve onun üzerinde de “mahşeri cümbüş hayalhanesi” tabelasını göreceksin. o binanın çatı katı abi.”
    - “tamam abi anladım.”

    içeri girdiği andan itibaren artık o büyünün etkisindeydi. içi ısındı girer girmez. karşısına çıkan masada sarışın bir kız oturmuş bilet keserken gözgöze geldiler. sıcak bir gülümseme ile; “hoşgeldiniz” dedi. o da karşılık verdi. çekinerek ilerledi içeriye doğru. üzerinde ahşaptan süs laleler, minyatür yangın kovalarında küp şekerler, motifli cam küllükler olan tahta masalara, ahşap köy kahvesi sandalyeleri eşlik ediyordu. kendini keşfettiği o bozkıra dönmüştü bir anda. spot ışıklarının aydınlattığı fuaye duvarlarında oyunlardan fotoğraflar hislerini pekiştirirken, oyun afişleri ve gazete küpürleri, içini ısıtan bu mekanı merak ettiriyordu ona. çekinerek oturdu sandalyelerden birine. seyretti etrafta dolaşan pürneşe insanları. ne olduğunu anlamadan geldi oyun vakti...

    demir merdivenlerden ağır adımlarla nereye çıktığını bilmeden çıktı. kafasını çevirdiğinde mabedi gördü...hayalhane sahnesini...sıcaklığı... asma balkon katına denk gelen tavan o kadar alçaktı ki, kafasını eğme ihtiyacı duydu. ön sıralara doğru yürüdü ağırca. koltuğunu ararken farketti ki, ön sıra a’dan değil b’den başlıyordu. en ön sıra b idi. biletine baktı...b8. oturdu yerine. bir kaç dakika sonra büyük bir gürültü ve ritimle sahneye çıkmaya başladı mahşer-i cümbüş. ritime tüm seyircilerin katılmaması halinde başlamayacaklarını söylüyorlardı. eşlik etti parmaklarını şıklatarak...

    sonrası mı?... üzerinden tam iki yıl on ay geçti. bozkırda yaşıyor hala. oranın bir parçası artık. zaten bozkırdandı. şimdi oradan destek alarak savaşıyor hayatla.

    hayatın çarklarının içene girmeden önce öğrenir insan saflığı, içtenliği, gönülden sevmeyi. bir bozkır havası, akdeniz rüzgarları veya ege’nin dalgaları değildir aslında bunu öğreten insana. ham meyvanın olgunlaşana kadar geçen zamanda gördüğü güneştir.

    herkes bir yerlerde doğmuş, kimi doğduğu yerde kalmış, kimi göçmüştür başka şehirlere. memleket hasreti sarmıştır insanları yada memleketi olmuştur göçtüğü şehirler.

    işte o’nun memleketi de hayalhane’dir artık...

    hayalhane’ye...
    ...ve hayalhane’ye sığınan tüm bozkırlılara...
  • - niçin kaybolmuş fotoğrafları arıyorsun. elinde bir makinen var. görüyorum. yeni fotoğraflar çeksene. hatta o kaybolan fotoğrafları.
    - ama onlar hayallerimdi.

    ferit edgü / işte deniz maria
  • altı işçinin çalıştığı, kahkaha üreten fabrikadır.
hesabın var mı? giriş yap