• sisters of mercy 1985 albumu
  • aynı zamanda albümle aynı adı taşıyan parça.
    hatta sözleri bile var, hatta şöyle:

    see a body and a dream of the dead days
    a following lost and blind
    living far from here
    tomorrow is hard to find
    and it seems like twenty five years of
    promises and give me more
    scenes of a hand-me-down in
    dresses heard before

    chorus 1
    first and last and always: til the end of time
    first and last and always: mine [echo]

    maybe it's not so easy
    maybe it's a way to long
    say, say you'll be by me
    when the evidence comes along

    chorus 2
    first and last and always: my calling, my time
    first and last and always: mine [echo]

    my calling
    my time

    see a place and a dream of the dead days
    a following lost and blind
    cross my heart with silver
    here's the key behind
    seems like twenty five years of
    ever after ever more more more
    seems i wore this face for you
    far too long before

    chorus 2
    chorus 1 [x2 and fade]
  • sisters of mercy'nin en sevdiğim albümü...şarkılar basit ritimlere sahip olmasına rağmen albümün tamamı insanı karman çorman bir hale sokar...albüm, kimi yerde sizi koynuna sokup saçınızı okşar, kimi yerde ise sağlam şaplaklar atar suratınıza....açılış parçası olan black planet ile bile albümde sizi nasıl şeylerin beklediği hakkında ufak bir ipucuna sahip olabilirsiniz...ardından gelen walk away ve no time to cry'da isyan bayraklarınızı açarsınız...first and last and always ve logic, black planet ile beraber albümün en şen parçaları arasında kalabilir -ki bu albüm asla şen şakrak bir albüm değildir...albümün en can alıcı parçası ise bence nine while ninedır...melankolik, umutsuz ve de üzgün bir şarkıdır...hep bir şeyleri kıpırdatır, bir şeyleri kırar...aynı güzellikte bir başka şarkı da some kind of stranger'dır ki zaten sisters of mercy bu şarkı ile albüme de size de sağlam bir nokta koyar... andrew eldritch "come here, i think you're beautiful" derken damarlarınızda akan kanın çekildiğini hissedebilirsiniz...

    edinilmesi gereken ilk sisters of mercy albümüdür...daha sonra biraz neşelenmek için floodland'e yönelebilirsiniz...

    baştan sona sergilediği muhteşem performansı ile wayne hussey'i de bu albüm aracılığı ile buradan anarım...
  • grubun ilk ve en güzel albümündeki şarkılar şöyle sıralanır;

    01. black planet
    02. walk away
    03. no time to cry
    04. a rock and a hard place
    05. marian (version)
    06. first and last and always
    07. possession
    08. nine while nine
    09. logic
    10. some kind of stranger
  • içinde tek bir boş olmayan, hit canavarı sisters albumu ve aynı zamanda şarkısı..
  • bazı albümleri gerçekten anlayabilmek için en önemli faktör zaman mefhumu. 'bu albümü önceleri sevmiyordum, ardından zamanla sevmeye başladım' demek değil burada anlatmak istediğim. açıklamaya çalıştım şey, o zamanın ruhu. örnek veriyorum, pink floyd'u çok dinledim. ama itiraf etmek gerekirse, bir türlü içselleştiremedim. benim grubum ya da benim albümüm diyemedim hiçbir albümüne; buna atom heart mother ve meddle da dahil üstelik. bu pink floyd'un -haşa ve kella- kötü olmasından kaynaklanmıyor, 1970 ve 1971'de ortaya çıkarılmış bir albümün, 2010'lu yıllarda çok da karşılık bulamamasından kaynaklanıyor. biliyorum hemen korunma kalkanlarını çektin bu cümlemden sonra. bense 50 yaşındaki koca adamla, 30 yaşındaki birisinin, bahsini geçirdiğim bu iki albümü sevme baremlerinin/birimlerinin bir olamayacağına iman ediyorum. 30 yaşında bir insanın 'hayır hiç de öyle değil, meddle benim hayatımın albümü!' diye karşı çıkması ise bana çok samimi gelmiyor. uzun uzun açıklayamam ama gelmiyor işte. sen tutturup 'o albüm de o albüm' diye kasarsan, sadece büyüklerinin etkisinde kalmışsındır diyebilirim. zira yıl 2010 ve zamanın ruhu da değişiyor. müzikte çok yol kat edildi, yeni janrlar türedi, belki daha nitelikli müzisyenler çıktı, vs.. kısacası bin türlü şey dökümleyebilirsiniz.

    tüm bunları neden anlattım. the sisters of mercy'i ilk duyduğumda 19 yaşımdaydım ve hatrını çok saydığım bir abim, üniversite yıllarında en çok bu grubu dinlediğini; öyle ki işbu grup albüm çıkardığında, o ve çevresinin birkaç ay boyunca hiçbir şey dinlemediğini, dinleyemediğini belirtmişti. abartma faktörünü bir tarafa koyarsak, bu belirteç bana 19'umda ilginç gelmişti ve o yaşımda abartılacak bir şeylere de ihtiyaç duyduğum kaçınılmazdı. bunu bana anlatmasının öncülünde ise ona anathema dinletmiştim. hak verirsiniz ki türkiye gibi bir coğrafyada anathema, 19 yaşındaki bir ergen için allahsal bir grup olmuştur. bundan mülhem, abimiz de müzikteki atmosferden mütevellit (anathema'yı kastediyor) the sisters of mercy havası sezdim demişti.

    bu bir cepte dursun.

    yaşım 29 oldu. 19 yaşımdan 29 yaşıma first and last and always'i toplamda üç kere dinlemişimdir. o da bilmiyorum dememek için. iki aydır, bu albümü gece gündüz dinliyorum. nedenini çözemediğim bir şey. sanki proust'un anlatmaya çalıştığı 'kayıp zamanın izinde' kavramını yaşıyorum bu albümde. nasıl ki proust, o madleni çaya batırdığında o çıkan koku itibariyle çocukluğuna dönüyor, aynı düzlemde ilk gençliğimi hatırlatıyor bu albüm bana. benimle de yaşıt albüm üstelik. kim bilir belki bu da bir albümü bu kadar içselleştirmemde bir diğer faktördür. yapılan müzik bildiğin karanlık, basık ve inanılmaz atmosferik. eskiden karanlık şarkılardan anladığım şey, ritmin çok düşük olması, speech tarzı bir vokal, keman, klavye vs. tarzı doom metal tarzı enstrümanlardı. fakat the sisters of mercy, bu algımı yıktı.

    toparlarsam, ilk paragrafta yazdığım zamanın ruhunu yakalamak kavramında bir şey sundu bana bu albüm. o karanlık sigara dumanlı bar var hayalimde; biraların bir boşalıp bir dolduğu o akşam üstü, o siyah giyimli kadınlar, siyah ojeli adamlar; cool tavırlar.. o sessizlik, o ağır başlılık, haşa olmayan yavşaklık hissi.. 90'lar, the crow, caravan, üniversite başları, tripler, halden hale geçmeler.. bir albümün bana bunu hissettirebilmesi, yaşatabiliyor olması, sezdirmesi ya da (ah bergson); bana her şeyi reddebildirebilecek tıynette. bu harika bir duygu olduğu kadar ürkütücü de! en güzeli de bu albümün hiçbir zaman pop olmayacağını bilmek galiba. insanlara kolay kolay sevdiremeyeceğiniz, çok içsel, çok içre bir albüm. üstelik müzikal anlamda hiçbir 'unique' tarafı da yok.

    albüm canlı. nefes alabiliyor, hissedebiliyorum. hayatımda çok az albüm için bunu hissetmiştim. bu albümlerin ekserisi de 90 sonrası, 2000'ler başı albümlerde geçerliydi. 1985 yılında çıkmış bir albüm, beni nasıl bu kadar etkiliyebiliyor, bunu ancak edebiyatla açıklayabiliyorum; yalnızca müziğe bırakılmayacak kadar büyük zira bu his.

    edit: imla.
  • dünya üzerindeki en kötü remastered'a sahip albüm. sıfır mastering bilgimle iddia ve yemin ediyorum, 2006 yılında remastered edilmiş halinden daha iyi bir sound çıkarabilirim.

    sisters'ı ilk defa dinleyecekseniz bu albümün non-remastered'lısını, yani ilk baskısını dinleyin. bunu aslında remastered seven bir adam olarak söylüyorum. sıçıp sıvanmış resmen. o hava tamamen gitmiş, ki bu albümün tüm olayı barındığı o havasıdır. sakın diyorum o yüzden.
  • kadıköy'ün olması gereken hali gibi bir albümdür. az seveni olan, kendine münhasır, gotik, soğuk, dumanlı, renksiz, loş, mutsuz, mağrur, kızgın.
hesabın var mı? giriş yap