• eduardo galeano'nun insanlık tarihini anlatan harika kitabı. *

    insanlık tarihini anlatan yüzlerce binlerce kitap olabilir. ama hepsi avrupa merkezli, o anglosakson kendini beğenmişliği ile yazılmış kitaplar. lütfeder gibi iki mısır iki çin belki bahsedip insanlık tarihini anlatıyorlar.

    sadece tarihi anlatmıyor eduardo ; aynı zamanda tarihdeki saçmalıkları gösterip günümüzdeki ikiyüzlü politikaları eleştiriyor.
  • yazar eduardo galeano eseri. sel yayıncılık "aynalar" adıyla yayımlamış. galeano kitabını şöyle anlatmış;

    "yakında aynalar (mirrors) isimli kitabım baskıya girecek. evrensel tarih üzerine bir deneme ve ne olur beni bu saygısızlığım dolayısıyla affedin. oscar wilde, “tutku dışında herşeye direnebilirim” der. itiraf ediyorum ki ben de, ardında fotoğraflarını bırakmayan insanların serüvenlerini yazma tutkusuna teslim oldum.

    özetlemek gerekirse, kitabım pek de bilinmeyen gerçekler üzerine. bu yazıda, ancak küçük, çok küçük gerçekleri sıralayabiliyorum, daha fazlasını değil.

    *** cennetten kovulduktan sonra adem ile havva afrika’ya yerleşti, paris’e değil.

    bir zaman sonra, çocukları dünyayı yeni yeni keşfederken yazıyı buldular. ama irak’ta; teksas’ta değil.

    cebir de irak’ta bulundu. kaşif muhammed el-harezmi bin 200 yıl önce sözcük algoritmasını ve basamakların sağlamasını yapmayı başardı. isimler genelde adlandırdıkları şeyle uyum sağlamaz. britanya müzesi’nde parthenon heykelleri ‘elgin mermerleri’ olarak adlandırılmıştır, ama gerçekte fidias mermerleridir. ingilizler, elgin (17. yy’da osmanlı elçiliği yapmış ingiliz bürokratı) heykelleri müzeye sattıktan sonra onları böyle adlandırmışlardır.

    avrupa rönesansı’nı mümkün kılan üç icat; pusula, barut ve baskı makinesi de çinliler tarafından bulunmuştur. çinliler, avrupalıların ‘yeniden’ keşfettiği herşeyi aslında daha öncesinde icat etmişlerdir.

    hindular, dünyanın yuvarlak olduğunu herkesten daha önce biliyorlardı. mayalar ise tüm zamanların en gerçeğe yakın takvimini geliştirmişlerdi.

    ***

    vatikan, 1493 yılında amerika kıtasını ispanya’ya hediye etti, siyah afrika’yı da portekiz’e geri verdi. “böylece barbar milletler katolik inancına geçirildi.” o vakitler, amerika ispanya’dan 15 kat, siyah afrika ise portekiz’den yüz kat daha fazla nüfusa sahipti.

    aynen papa’nın emrettiği gibi barbar milletler gerçekten de geçirildi ama kılıçtan.

    ***

    tenochtitlan, sudan yapılmış aztek imparatorluğunun başkenti. hernan kortez kenti yerle bir etti, yıkılmadık tek bir taş bırakmadı, öyle ki arkada kalan molozlar 200 bin kanonun sefer düzenlediği kanalı tıkadı. bu amerika’daki ilk su savaşıydı. tenochtitlan, şimdi meksiko df (federal bölgesi) diye adlandırılıyor. bir yerde su tükendi mi, arabalar tüketilmeye başlanır.

    ***

    arjantin’in en büyük anıtı, 19.yy’da patagonya yerlilerini soykırıma uğratan general roca’nın ‘anı’sına dikilmiştir.

    uruguay’ın en büyük caddesi, charrua yerlilerini katleden general rivera’nın adını taşır.

    ***

    john locke, bildiğimiz “özgürlük” filozofu, köle alıp satan royal afrika şirketi’nin hissedarıdır.

    bu arada 18.yy doğumlu, bourbonların ilki, philip v., tahtını kuzeni fransa kralı ile guinea şirketi’nin amerika’da siyahileri satması üzerine bir anlaşma imzalayarak kazandı. her bir kral, bu satışların %25’ine sahip oluyordu.

    köle gemilerinin isimleri: voltaire, rousseau, isa, umut, eşitlik ve kardeşlik’ti.

    birleşik devletler’in kurucularından ikisi, resmi tarihin sisli ortamında ortadan kayboluvermiştir. robert carter ve gouverner morris’i kimse hatırlamaz. amnezi (hafıza kaybı) eylemlerinin bir getirisidir onlara elbette. carter, kölelerin özgürlüğü için mücadele eden tek tarihi figürdür. kurucu anayasa’nın taslaklarını hazırlayan morris ise, bir kölenin bir bireyin beşte üçüne eşit olduğunun yazıldığı cümleye karşı durmuştur.

    bir ulusun doğuşu, hollywood’un ilk süper-prodüksiyonu, galasını 1915’te beyaz saray’da yaptı. başkan woodrow wilson filmi çılgınca alkışladı. wilson, filmde klu klux klan’ın ırkçı dualarını da içeren metinlerin yazarıydı.

    ***

    1783 yılında, ispanya kralı, o günden bu yana hızla değerini yitirdiği ima edilen el emeğinin onur kırıcı olduğunu ve ‘aşağılık işler’ olarak adlandırılmasını talep eden bir kararname imzaladı.

    ***

    fransız devrimi, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik adına 1793 yılında erkek ve vatandaş hakları beyannamesi’ni (insan hakları beyannamesi olarak türkçe’ye çevrilen-ç.n.) ilan etti. hemen ardından, kadın ve kadın hakları beyannamesi’ni ilan eden militan devrimci olympe de gouges ise giyotine yollandı.

    50 yıl sonra, bir başka devrimci hükümet, birinci paris komünü sırasında, evrensel oy hakkını ilan etti. eş zamanlı olarak kadınların oy kullanma hakkı neredeyse oy birliği ile 899’a karşı 1 oyla reddedildi."

    http://www.atilim.org/…13/yuruyen_bir_paradoks.html
  • kitaptan haiti’yle ilgili bazı bölümler;

    beyaz lanet
    haiti’nin siyah köleleri napolyon bonapart‘ın ordusuna esaslı bir şamar indirdiler. ve 1804 yılında özgürlerin bayrağı yıkıntılar üzerinde yükseldi.
    zaten haiti en başından beri hep acılar çeken bir ülke olmuştu. fransız şeker üretim sahalarına topraklar ve kölelerin kol gücü kurban edildi. ardından da savaş felaketi nüfusun üçte birinin telef olmasına yol açacaktı.
    bağımsızlığın doğuşu ve köleliğin ölümü, siyahların kahramanları, dünyanın beyaz sahiplerine yönelik affedilmez aşağılamalar oldular.
    napolyon’un on sekiz generali isyancı adaya gömülmüşlerdi. kan gölünde dünyaya gelen yeni ulus ablukaya ve yalnızlığa mahkum bir şekilde doğdu: hiç kimse ondan bir şey satın almıyor, hiç kimse ona bir şey satmıyor, hiç kimse onları tanımıyordu. haiti, sömürgeci efendisine karşı sadakatsiz davrandığı için fransa’ya devasa bir tazminat ödemek zorunda kaldı. yaklaşık bir buçuk asır boyunca ödediği bu saygınlık günahının kefareti, diplomatik tanınmaya karşılık olarak fransa’nın ona dayattığı bedeldi.
    onu resmen tanıyan başka bir ülke olmadı. her şeyini ona borçlu olmasına rağmen simon bolivar‘ın büyük kolombiya’sı bile onu resmen tanımadı. oysaki haiti bolivar’a gemi, silah ve asker verirken, öne sürdüğü yegâne koşul onun kölelere özgürlüklerini vermesiydi, ama böyle dünce kurtarıcı’nın kafasından geçmemişti bile. bolivar bağımsızlık savaşını kazandı, ama bir süre sonra düzenlenen yeni amerikan ulusları kongresine haiti’yi davet etmeye karşı çıktı.
    haiti amerikaların cüzamlısı olarak kalmayı sürdürdü.
    thomas jefferson daha başından beri hastalığı o adada hapsetmek gerektiği konusunda uyarıda bulunmuştu, zira orası kötü bir örnek teşkil ediyordu.
    hastalık, kötü örnek: itaatsizlik, kargaşa, şiddet. güney carolina’da yasalar, bütün amerika kıtası tehdit eden kölecilik karşıtı coşkusunun bulaşma riskine karşı herhangi bir zenci denizciyi, gemisi limanda bulunduğu sürece, hapse atmaya olanak sağlıyordu.
    bu coşkuya brezilya’da verilen isim haiticilik idi.
    kölelik birçok kez öldü
    herhangi bir ansiklopediyi aç. köleliği ilk kaldıran ülke hangisi olduğuna bak. ansiklopedinin vereceği yanıt bellidir: ingiltere.
    gerçekten de, dünya köle ticareti şampiyonluğunu kimseye bırakmayan britanya imparatorluğu günün birinde, insan eti satışının artık eskisi kadar getirimli olmadığını anlayınca fikir değiştirir. londra köleliğin kötü bir şey olduğunu 1807'de keşfetmiştir, ancak kararı yeterince ikna edici bulunmamış olsa gerek, otuz yıl sonra bunu ilk kez yinelemek zorunda kalır.
    fransız devrimi’nin sömürgelerdeki kölelere özgürlüklerini verdiği de bir gerçektir, ancak ölümsüz diye adlandırılan özgürleştirici karar kısa süre sonra napolyon bonapart tarafından katledilerek öldürülmüştür.
    ilk özgür ülke, gerçek anlamda özgür ülke haiti olmuştur. köleliği ingiltere’den üç yıl önce, yeni kazandığı bağımsızlığını kutlarken ve unutulmuş yerli ismini tekrar elde ederken, şenlik ateşlerinin aydınlattığı bir gecede kaldırmıştır.
    amerika kıtasına demokrasi ekmenin kısa tarihi
    1915'te birleşik devletler haiti’yi istila etti. robert lansing hükümet adına yaptığı açıklamada, vahşi yaşama yönelik doğuştan gelen eğiliminden ve medeniyete yönelik fiziki yetersizliğinden ötürü kendi kendini yönetme kapasitesine sahip olmadığını ifade etti. işgalciler orada on dokuz yıl kaldılar. vatanseverlerin lideri charlemagne péralte bir kapının üzerine çivilenerek çarmıha gerildi.
    siyah olmak yasak
    haiti ve dominik cumhuriyeti, masacre [katliam] adındaki bir nehirle ayrılan iki ülkedir.
    daha 1937 yılında böyle anılıyordu, ama nehrin adının bir kehanetin eseri olduğu daha sonra anlaşıldı: dominik cumhuriyeti tarafındaki şekerkamışı tarlalarında çalışan binlerce haitili işçi bu nehrin kıyısında pala darbeleriyle katledildiler. fare suratlı, napolyon şapkalı generaller generali rafael leonidas trujillo, ırkı beyazlaştırmak ve hiç de saf olmayan kendi kanındaki şeytanı kovmak için siyahların katledilmeleri emrini verdi.
    dominikli gazetelerinin bu olaydan hiç haberi olmadı. haiti gazetelerinin de öyle. üç haftalık sessizliğin ardından, bir şeyler yazılıp çilince trujillo olayın abartılmaması konusunda uyardı, zira ölenlerin sayısı on sekiz binden fazla değildi.
    uzun tartışmaların ardından ölü başına yirmi dokuz dolar ödeme yapıldı. (eg/sd/tk)

    aynalar

    eduardo galeano

    türkçesi: süleyman doğru

    sel yayıncılık, 2009, 386 sf.

    http://yesilgazete.org/…-galeanodan-haiti-dersleri/
  • aynalar ismiyle türkçe'ye çevrilen eduardo galeano kitabı.

    kitap bir bütün olarak ayna değil. tıpkı insanlar, insanlık ve insanlığın yaptığı tarih kadar paramparça olmuş bir ayna. parça parça konulara değiniyor. dinden, tarihten ve kültürden girip satır aralarında insan olmak ne demek sorusunu soruyor ve cevabını okurla arıyor.

    birkaç bölümünü facebook'ta paylaştım. bir arkadaşım "gereksiz bilgiler ansiklopedisisin" demişti. galeano da bunu kabul ediyor zaten. "küçük gerçekler"den bahsediyor.

    kimsenin hakkı kimsede kalmıyor bu kitabı okurken. yahudi avına çıkan avrupa ülkelerini sayarken, hiçbir zaman bu ava çıkmayan filistin'in günahı ne diyor? şu anki amerika'dan anlaşılan kuzeydekiler ama kıtanın geri kalanını oluşturan bizler kimiz diyor.

    ilk 100 sayfa içerisinde insanlık tarihinin kadınlara davranışını gözler önüne seriyor. gerçekten muazzam bir yazar galeano.

    kalbi, eli silah tutan adamların çizdiği sınırlar içerisinde değil, bütün dünya toprakları içerisinde atan insanların okuması gereken bir kitap bu. şiddetle ve hararetle tavsiye olunur.
  • kitap haline getirilmiş bir mücevher modeli. hediye olarak verilebilecek en güzel kitaplardan biri.

    --- spoiler ---

    korkma ben varım, bana güven gerisine karışma.

    --- spoiler ---

    (bkz: tuz)

    isa'dan önce 31'de, roma, kleopatra'ya ve hem şöhrette hem de yatakta sezar'ın mirasçısı olan marcus antonius'a savaş ilan etti.

    bunun üzerine imparator augustus kamuoyu nezdinde gücünü sağlamlaştırmak için halka rüşvet olarak tuz dağıttı.

    pleplere tuz hakkını aslında patriciler vermişti ama alabilecekleri miktarı augustus arttırdı.

    roma tuzu seviyordu. kaya tuzu ya da deniz tuzu, romalıların kurdukları şehirlerin yakınlarında her zaman tuz oluyordu.

    imparatorluğun, ostia plajından tuz getirmek için açtırdığı ilk yolun adı via salaria oldu. maaş anlamına gelen salario sözcüğü köken olarak, o dönemde askeri seferlere katılan lejyonerlere ödemenin tuz olarak yapılmasından gelmektedir.
  • her evin kitaplığında olması gereken, dünyanın evrensel tarihinin kısa ve kısmi bir özeti olan mükemmel kitap.özümseyerek okumak için ciddi anlamda araştırmanın gerekli olduğu eduardo galeano eseri.
  • çok değerli bir kitap. anlattığı şey, insanın aynadaki yansımasına indirdiği öfkeli bir yumruk ve ortalığa saçılan sayısız kanlı parçadan yansıyanlar.
  • --- spoiler ---

    amerika'daki yerlilerin zorla çalıştırılmasıyla elde edilen gümüş ispanyol toprağından sıçrayıp gidiyordu. sevilla gümüşün geçiş noktasıydı. son durağıysa, ispanyol kraliyetinin ve onun bütün gelirlerinin üzerine ipotek koymuş olan flaman, alman ve cenovalı bankerlerle, floransalı, ingiliz ve fransız tüccarların mideleri oluyordu.

    bolivya ve meksika'nın gümüşü ve okyanusu geçen gümüş köprüsü olmasaydı, avrupa bugünkü avrupa olabilir miydi acaba?

    brezilya'daki kölelerin çalışmasıyla elde edilen altın portekiz toprağından sıçrayıp gidiyordu. lizbon altının geçiş noktasıydı. son durağıysa, portekiz kraliyetinin ve onun bütün gelirlerinin üzerine ipotek koymuş olan krallığın borç vereni konumundaki britanyalı banker ve tüccarların midesi oluyordu.

    brezilya'nın altını ve okyanusu geçen altın köprüsü olmasaydı, ingiltere'deki sanayi devrimi mümkün olabilir miydi?

    peki, zencilerin alım satımı olmasaydı, liverpool dünyanın en büyük limanı ve lloyd's firması da sigorta acentelerinin en önde geleni olabilir miydi?

    zenci ticaretiyle elde edilen sermayeler olmasaydı, james watt'ın buhar makinesini kim finanse edecekti? bu durumda george washington'un topları hangi fırınlarda imal edilecekti?
    --- spoiler ---

    okunması gereken kitaplardan bir tanesi. şiddetle tavsiye olunur.
  • yaman kitapmış delikanlı
  • (bkz: #54854302)
hesabın var mı? giriş yap