• soyut dusuncenin algi ve hareket icin kullanilan sistemler uzerine kuruldugu uzerine bir bilissel bilim paradigmasi. ulan oyle bir yazdim ki baskasi yazmis olsa anlamazdim. genel fikir su, dil, matematik vs gibi dusunsel islemler daha temel hareket, algi gibi fonksiyonlar icin zaten var olan sistemleri kullaniyor. bu paradigma alana gore sekil degistiriyor. dil bilimde dildeki metaforlar, robotikte robotun vucudunun da (ve hatta cevrenin de) dusunsel sistemin bir parcasi oldugu robotlar, egitimde bedensel tecrubelerin ogrenmege etkisi vs. calisiliyor.

    genel olarak daha onceki paradigmalardan farki (biliselcilik, davraniscilik) vucudun, zihin tarafindan kontrol edilmek yerine (cartesian dualism) dusunsel sistemin (zihnin) parcasi oldugunu savunuyor olmasi. gerci davraniscilikda da zihin diye birsey yok ama bu bilisselcilikde de boyle.
  • türkçesi bedenlenmiş biliş. embodied cognition (ec) tek bir teori ya da paradigma değil, ortak paydası vücut ve biliş ilişkisi olan, ve altında birden çok teoriler yelpazesi barındıran genel bir yaklaşım ve hatta doğa felsefesi. vücut, beyin/zihin, ve çevre ilişkisi üzerine değişik yaklaşımlar var; enactivism, extended\distributed cognition, grounded cognition, weak embodiment, radical embodiment, ecological psychology, ve hatta phenomenology. bunlar zihinsel temsillerin (representation), beynin, vücudun, ve çevrenin (hem sosyal-kültürel hem de fiziksel) bilişsel süreçlerdeki rolleri üzerine çeşitleniyorlar ve ayrı ayrı iddiaları var.
  • kartezyen düalizmin panzehiri olarak adlandırabileceğimiz bir bakış açısıdır. beynin işleyişinin, veya zihin denilen şeyin bedenden ayrı düşünülemeyeceğini, esas işlevinin bedenin varlığını sürdürme çabasıyla doğrudan bağlantılı olduğunu iddia eder.

    örneğin, beynin asli işlevi düşünmek veya duygu üretmek değil, sizi hayatta tutmaktır, beyin bu amacı karşılayacak şekilde evrilmiştir der. duygular, düşünceler sizin fiziki varlığınızı devam ettirebilmenizi, hayatta kalmanızı sağlamak için geliştirdiğiniz araçlardır.

    fikirlerin iletişim dilinden bağımsız olamayacağını, iletişimin de sadece semantik içerik ile anlaşılamayacağını, vücut dilinin de önemli olduğunu söyler. konuşurken elinizi kolunuzu hareket ettirmeniz bedava ve ekstra bir gıda gibi, olmasa da olur denecek bir şey değil, konuşabilmenin ve hatta konuşmaya dökülecek şekilde düşünebilmenin ön koşuludur. bu durumda düşünmek, elinizin nerede olduğunu bilmek ve elinizi hareket ettirmekten bağımsız düşünülemez.

    her türlü duygu ve düşünce, öncelikle bedeninizin fiziksel dünyadaki konumu, nelerle etkileşime girdiği ve hatta iç organlarınızın nasıl işlediği ile bağlantılıdır.

    içimizdeki kartezyenler buna "peki ya rasyonel düşünce? bu bedenin zavallı maddi varlığından bağımsız olarak zihnin objektif gerçeklere ulaşabildiğinin kanıtı değil mi?" diyecektir. değil. en basitinden karnınız açken felsefe yapamazsınız. matematik sorusu çözemezsiniz. gidip yiyecek bulmaya çalışırsınız. akıl, david hume'un dediği gibi ihtiraslarınızın kölesi midir bilmiyorum, ancak duygularınızdan, bedensel ihtiyaçlarınızdan bağımsız olmadığı da aşikardır.

    bilişsel mekanizmaları bedensel varoluşun bir parçası olarak düşünmek aynı zamanda mind uploading gibi fütüristik fantazileri ve panpsişizm gibi dinsel öğretileri de sorgulanır hale getirir. bunu alanlar genelde şunları da alır:
    (bkz: fizikalizm)
    (bkz: adaptive unconscious)
    (bkz: predictive brain)
  • duyularımdan taşamadığımın tanımıdır;

    biraz da sinir uçlarım yontulmadan önce neler hissediyordum ona bakalım. her duyuyu keskin algılamak nasıldır bilemezsin. insanı dünyevi şeylere kilitler. bununla gurur duymuyorum ama keyif alıyorum özür dileyemem. kendimi biraz da kozmozun gençlik yılları gibi hissediyorum. tüm gezegenlerin ateş topu olduğu, etrafın cıvıl cıvıl kaynadığı zamanlar. en ufak bir titreşim enerji ve ısı yaratır buna lafım yok, değerli tamam, ama ne oldu, “canlılık” için dünyanın da biraz durması, soğuması ve dinlenmesi gerekti. beni yer çekimsiz deneyimlere sürükleyecek canlılık için biraz olsun terimi soğutmam gerek. evet çok lezzetli, evvvet gördüklerim duyduklarım, tattıklarım dokunduklarım hepsi bilincimi emiyor bazen ama biraz yavaş nefes almalıyım.

    ilgim dağınık, dikkatim dağınık, çevremde kuşatıldığım her şeye an be an sinyal gönderiyorum. sinyallerimin aleni olmasına lüzum yok, benden karşıya geçen tek bir ışık fotonu yeterli. küçük prens’te ölene kadar gönül bağı kurduğun her şeyden sorumlusun deniyor. ben de atom bağı kurduğum her şeyden sorumlu hissediyorum. hala ne kadar uzağım uhreviyata. hala çocuk gibi somut ve maddeci. hala duyularımın ötesine gönlümü kaptıramadım. derin anlamlarım olsa da bunu bedenimin dışına taşıramıyorum. ama nasıl anlatılır.. sonsuz renk skalasındaki her rengi aynı anda görmeyi hiçbir şeye değişemiyorum. life is a drink and love is a drug…

    burada da tek başımayım. kimse ama kimse keyiflerime eşlik edemiyor. bir müzik, bir koku ve bir renk paleti… sadece deneyimin özgünlüğü ile açıklayabilir misin, ben uyuşturucu olmadan uçuyorum. ama keyif aldığım ne varsa hepsi bana ait işte diyorum, basit bir sabah 9’u güneşini veya deniz kokusunu benim kaynayan duygularım anlamlı kılıyor. sevildiğimde bile ben sevdiğim için büyülü oluyor aşk. neden anlatamıyorum sana neler hissettiğimi, hazzın bir dili nasıl olmaz? nasıl projekte edemem, nasıl gösteremem. beynimin kıvrımlarındaki gece partilerinde nasıl tek başıma dans edebilirim, inan buna çok üzülüyorum. aynı tadı almalısın, aynı anda orgazm olmalıyız. keyif katsayımı artırmak için senin de hissetmene ihtiyacım var. toprağı hiç açılmamış bir elmas gibi heba olmak istemiyorum, beni hissetmeyi dene.

    biliyorum bu imkansız. herkes gibi duygularımla yalnızım. duyularımla yalnızım. neden algıların bu kadar kapalı?

    yaşama olan iştahına bayılıyorum. şimdiye kadar sadece sen zihnime sızabildin. seni anlatmak için gerçekten çabalıyorum ama sadece birkaç alternatif karşılığı olan sözcüklerden oluşan kısa, kıt cümleler geliyor dilime. dil sana haksızlık ediyor. bu gerçekten haksızlık, insanlık olarak tüm güzel hislerimizle kafatasımıza mı hapsolduk yani? “neler hissettiğimi görmen için ölebilirdim”, otopsimi sen yapıp beynimi sen yarsan. o da olur.

    bir kelime buldum; “keskin”. sesin keskin, tonlamaların keskin, sözcüklerin bıçaktan keskin, dokunuşun… pamuğun en keskin hali. merak edişin… paranoyanın en keskin hali. nasıl bu kadar net ağzından çıkanlar? davetkar, hatta cüretkar. hem kışkırtan hem korkutan bir ruhun var. ruhlara inanmadığıma bakma, sendeki kombinasyonu gerçekten sadece bedeninle açıklayamıyorum. yoldan çıkarılmaya ihtiyacım vardı ve enerjin beni esir aldı. gittiğinde ağır yoksunluk bırakacak gibisin, çünkü duygularımın sende bir karşılığı var. her gün vücudunda onlarca kilo tümör taşıyarak yaşamak zorunda kalan bangladeşli o zavallı adam gibi, her gün içimde beni ezen büyüklüklerde duygularla yaşıyorum, yetmiyor zaman zaman havai fişek gibi patlıyorlar içimde. ben kendimdeki bu keskinliği başka kimde bulabilirim?

    uyutmuyorsun. yoruyorsun ve dinlendirmiyorsun. “ıts a roller coaster.”

    içimden atamadığım ama içimi de doldurmayan insanlar arasında sen enerjimi şarj edebilecek tek bataryasın.

    abartılısın, ah, biraz, evet. abartılmadığı sürece hiçliğe mola olan bu yaşamın ne anlamı var?
hesabın var mı? giriş yap