• ikinci dünya savaşı sırasındaki yahudi soykırımı nedeniyle anne'nin the secret annex olarak adlandırdığı anne frank house'de bir süre yaşamasına rağmen auschwitz'de hastalanarak ölen anne frank'in annesi, otto frank'in eşi.

    6 ocak 1945'te auschwitz toplama kampı'nda ölmüştür.
  • toplama kampında kendisine verilen yiyecekleri yemeyerek kızları için saklamış, bu yüzden de 6 ocak 1945 günü açlıktan ölmüş anne. anne frank ve margot frank'in annesidir.
  • anne frank'in annesi hakkında yazdıklarını sadece ergenlik dönemiyle açıklamak
    anne'ye haksızlık. edith'i de sadece anne'nin anlattıklarına göre değerlendirmek edith'e haksızlık.

    anne frank'ın günlüğünü ilk okuduğumda on yaşındaydım. çok bir şey kalmamıştı aklımda ki ikinci defa on üç yaşımda okudum.
    günlüğü farklı dönemlerde okumak elbette insana farklı hisler veriyor; ancak, o zamanlar okurken ben yaşlarda bir kızın günlüğüydü okuduğum ve ben, anne'nin annesiyle yaşadığı her fikir ayrılığı, çatışma ve kavga sebebiyle sinirden tırnaklarımı ısıra ısıra anne'ye hak veriyordum. bence de edith, anne'nin anlattığı kadar gıcık ve anlayışsızdı. o yaşlarda kendi anneme hissettiklerim, anne'nin edith için yazdıklarından çok farklı değildi sanırım.
    anne, annesine duyduğu öfkeyi günlüğüne şöyle yazıyordu:

    - "anneme katlanamıyorum. kendimi, sürekli ona çatmamak için zorluyorum ve esasında suratının ortasına tokatı patlatmayı isterken sakin kalmaya çalışıyorum."
    mart, 1942

    annesinin nezaketsiz, soğuk kalpli ve alaycı olduğunu düşünürken kendi sivri dili de annesinin dilinden hiç geri kalmıyordu. annesine söyledikleri çoğu zaman annesini gözyaşlarına boğuyor, babasını iki arada bırakıyordu. kelime seçimi gaddarcaydı ama anne bir ergendi ve annesine olan hıncını ancak sarf ettiği kelimelerle çıkarabiliyordu:

    - "anneme örnek alabileceğim biri olarak ihtiyacım var. ona saygı duyabilmeyi istiyorum ve annemin bana birçok konuda örnek olduğunu düşünürdüm; ama o, bana tam olarak olmak istemeyeceğim birinin örneği oluyor."
    ocak, 1944

    edith'e, hollanda'yı sevmediği ve hatta otto ile aşk evliliği yapmadığı için bile tepeden bakıyordu. otto'nun edith ile evli olmasının sebebini ona duyduğu merhamet ve acıma duygularıyla ile açıklıyordu. bu esnada, otto'nun da edith ile aşk evliliği yapmamış olması önemsiz bir detay olarak kenarda kalıyordu.

    evde saklananlardan peter hariç hiç kimsenin kendine ait bir odası yok. hepsi güneşe, rüzgara, yıldızlara hasret. sürekli bir korku ve tedirginlik içindeler. sefalet içindeler. üç fanilayı iki kişi dönüşümlü giyerek kış geçiriyorlar. yemekleri kısıtlı. bezelye kabuklarından bile yemek yapıyorlar ve tereyağının her gramı çok değerli.
    bu şartlar herkes için zorken, yazı masasını bile yalnız belli saatlerde kullanmasına müsaade eden biriyle aynı odanın içinde yaşamaya mecbur kalmış bir genç kız için çok daha zor.
    anne frank'in annesi hakkında yazdıklarını sadece ergenlik dönemiyle açıklamak
    anne'ye haksızlık, demem bundan.

    diğer yandan, edith'i tanıma fırsatını sadece ergenlik dönemindeki kızının yazdıklarından edindiğinizde onun hakkında oluşturduğunuz düşünceler pek olumlu olmuyor.
    anne'in yazdıklarından edith'in fazlasıyla histerik olduğunu düşünüyorsunuz. anne'ye karşı soğuk kalpli davrandığını ve alaycı davranışlarıyla kızını evdeki diğer kişiler önünde küçük düşürdüğünü düşünüyorsunuz.
    edith ve anne yaşasalardı, anne'nin annesini ileriki yaşlarında çok daha farklı anlatacağına eminim.
    zira, edith frank hakkında başkalarının anlattıkları anne'nin anlattıklarından çok farklı. otto frank, eşi edith'ten daima şefkatle bahsediyor. miep gies ve bep voskuijl, edith'in ne denli zarif, sessiz ve iyi bir insan olduğundan bahsediyorlar. anne'nin kuzeni, edith'in sessizliğinin soğuk kalpliliğinden değil, inceliğinden kaynaklandığından bahsediyor.
    edith'i de sadece anne'nin anlattıklarına göre değerlendirmek edith'e haksızlık, demem bundan.

    kitabi yirmili yaşlarımın başlarında tekrar okudum. o dönemlerde, anneme karşı fikirlerim uzun zaman önce elbet tamamen değişmişti. bu büyüme evresinin başlangıcını anne'de de görmek mümkün. günlüğün sonlarına doğru anne, annesine karşı davranışlarındaki hataları görmeye başlıyordu ama ilişkilerindeki gelişimi görmemiz mümkün olmuyordu. sonrasını, edith'in ve anne'nin gönderildikleri toplama kampında karşılaştıkları arkadaşlarından dinleyebiliyoruz. edith, margot ve anne, auschwitz'de geçirdikleri sürede "helva ile koz gibiydiler" sözleriyle anlatılıyorlar.

    tutukluklarından bir süre sonra edith auschwitz'de kalırken anne ve margot bergen-belsen'e gönderiliyorlar.
    edith, kızlarından ayrı olduğu bu süre içinde yemek yemeyi reddediyor. eline geçen her kuru ekmek parçasını, her yemek kırıntısını kızları için saklıyor. sanki yemek dayanabilirmiş gibi. mantıklı düşünemediği bir döneme giriyor. bir süre sonra ise açlıktan ölüyor.
    edith'in sonu, prinsengracht 263'te saklananlar arasında en hüzünlüsü gelir bana.
    fotoğraflarına baktığımda ve onu tanıyanların konuşmalarını dinlediğimde ailesiyle inanılmaz gurur duyan mutlu bir kadın görüyorum. büyük aileler, komşular, arkadaşlar, partiler, dans geceleri, doğum günleri, yazları plajda yenen dondurmalar, ping pong klüpleri, donan kanallarda kayılan buz patenleri... sonra birileri geliyor ve insanların tüm hayatlarını ellerinden alıyor.
hesabın var mı? giriş yap