*

7 entry daha
  • pekala roma dünyasında durum neydi, dil ya da logos düşüncesi açısından baktığımızda edebiyatın ve kültürün her alanında olduğu gibi yine yunanlarla temas ve buna bağlı olarak bir uyanış görmekteyiz.
    roma, edebiyatta iskenderiye akımıyla karşılaşana kadar savaşçı bir kavim idi. (faruk zeki perek, antikçağda dilbilgisi araştırmaları, sf:46) hatta suetonius , de grammaticis'de "rudi... bellicosa civitate" der. iskenderiye, bergama ve atina tek dilli bir medeniyetin varisleri idiler. sadece yunanca konuşur, yazar, ikinci bir dile ihtiyaç duymazlardı. dilin kuralları sadece felsefe , açıklamalarında vuzuh ve kesinlik veyahut da metin tenkitlerinde doğru şekle varmak için lüzumlu idi. uzun harbler ve hadiseler sonunda yunan medeniyeti ile temas edilmiş, onun etkisi duyulmuş, ve o medeniyeti kavrama gayretine düşülmüştü. bunun için yunanca öğrenmek lüzumlu idi. tahsil ve terbiyede yeni bir dil öğrenmek gibi özel bir unsur ortaya çıkmıştı. bir yabancı dil öğrenmek için onun kurallarına dikkat etmek gerekiyordu. böylece gramer öğrenmek için yeni bir unsur belirmiş oluyordu.

    latince i. ö. üçüncü asrın ortalarına kadar büyük bir edebiyat yaratmamıştı. bundan önce tesadüfi bazı eserler meydana getirilmiş bile olsa yazılı latin edebiyatının i.ö. 243 sıralarında livius andronicus ile başladığı kabul edilir. (f.z. perek, sf: 46) aslen grek olmasına rağmen, serbest bırakıldıktan sonra livius adını alıp, bir çok çeviri yapmış, yunan yerine roma vezni kullanmış olan livius, romalı çocuklara homeros'un odysseiasını okutmuş ve latin edebiyatının, latincenin dünyaya ilk atılımını gerçekleştirmiştir. andronicus i.ö. 204'te ölmüştür.

    genel manada, latincenin gelişiminde, latinlerin karşılaştıkları yunan dilinin ve medeniyetinin cazibesini hissetmeleri ve ona gıptayla bakmaları önemli rol oynamıştır. yine çeşitli zümrelerde yunan diline karşı tepki, yerli dillerini geliştirme isteği de görülmekteydi. yani hem yunan’ın etkisinin artmasını hem de onunla temasın azalmasını isteyen iki kesim mevzubahis idi. ortak yönleri latinceyi geliştirmekti. bu ortak duygu ve niyet roma ‘da dil merakını ve araştırmalarını kamçılamıştır. çocuklarını bir litteratus veya grammaticus maiyetinde yetiştirmeye başladılar. rhetorika’ya önem verdiler. bunun sonucunda büyük yazarlardan önce veya onlarla birlikte büyük hatipler yetişti. tiyatro eserleri ön safta olmak üzere büyük bir tercüme faaliyeti görüldü. yine zamanla satura gibi yerli bir edebi türü yarattılar. (#7642065) edebiyatçılar, araştırmacılar hem devlet adamları hem de büyük yazarlar tarafından teşvik edildi veya korundu. örneğin scipio africanus gibi bir komutan'ın bile etrafında asil bir edebi zümre oluşmuştu. çoğunlukla dil merkezi etrafında toplanan bu hummalı faaliyet sonunda bir kaç asırlık bir gayretle müstakil yerli bir dil, yaşayabilecek kuvvetli bir milli edebiyat doğdu. fakat bu gelişmelerin yanında belki de en ağır ilerleyen yine gramer çalışmaları oldu. bu alanda romalılara en büyük destek yine yunan'lardan geldi. romalılar için yunanca gramerini bir yunan olan dionysos thraks yazmıştı: tekhne grammatike . onun ilhamı ile de latin grameri ve terminolojisi meydana geldi. (f. z. perek, a.g.e., sf:48)

    yazılı latin edebiyatının daha başlamadığı kabul edilen consul 307-296 tarihlerinde app. claudius caecus'un, nutuklarını yayınladığını biliyoruz. yazıcısı flavinius 'un da hukuki bir kitap yayınladığı düşünülmüştür. o devirlerde çocukların yetişmesi için sadece okuma yazma, hukuki usuller ve kanunlar (litteras, iura leges) öğretilirmiş. yunan harflerinin değişik bir şekli latin alfabesi olarak kullanılıyor ve sonraki çalışmalardan anlaşıldığına göre; imla türkçede olduğu gibi fonetik esaslara dayanıyor, fakat tam bir sistem olmadığından bir çok değişik şekiller gösteriyor, zorluklar çıkarıyormuş.

    iskenderiye ve bergama ile roma'nın doğrudan doğruya temasa gelmesi de andronicus'dan çok sonra vaki olacaktır. latin yazarları bu devre içinde ancak alfabe ve bazı imla problemleriyle meşgul olabilmişlerdir. yalnız yunancanın ve yunan kültürünün ve böylece dil şuurunun gittikçe aşağı tabakalara kadar bile yayılmakta olduğunu, plautus komedilerinde geçen yunanca kelimelerin halk tarafından kolayca anlaşılabilmesi, göstermektedir. scipio'ların etrafında doğan helenist grupla cato'nun temsil ettiği karşı cereyan da göz önünde bulundurulursa yeni medeniyetin tam yayılma ve yerleşme halinde olduğu anlaşılır. bu hareketli hava içinde edebiyatın ilk doğuş çalışmaları ile beraber dil ve imlâ meselelerinin de süratle ortaya çıktığı görülür. nitekim i. ö. 235 de spurius carvilius adında bir yazı hocası latin alfebesini tanzim etmiş, bu arada "z" yerine "g" harfini kabul etmiştir. (mommsen, history of rome, iii, 191.) bu "z" harfi aslında bugünkü türkçedekine benzer bir ses veriyordu, ve alfabenin ilk kabul edildiği zamanlarda bu ses latincede vardı. fakat sonradan "z" sesi romalılar arasında "r" sesine doğru değişmiş, ve artık "z" harfine lüzum kalmaz olmuştur. nitekim latincede birinci çekim isimlerinin gen. pl. eki " azom" gibi telâffuz edilirken sonradan " arom" , ve nihayet "arum" şekline geçmiş, ve böylece "z" harfi bu sesi temsil edemiyecek hale gelmiştir. bu harf yerine carvilius "g" harfini koymuştur. bu da "k" gibi okunan "c" nin ufak bir çizgi ile takviye edilmesinden meydana çıkmıştır. bugünkü türkçedeki "g" sesini vermek üzere ayrı bir harf olarak alfabeye alınmıştır. (w. m. lindsay, a short historical latin grammar, 6.)

    şair ennius da imla problemleri ile meşgul olmuştur. çift okunan sessiz harfleri çift yazma usulünü tatbik etmiş, bu da genel olarak kabul edilmiştir. böylece örneğin; eskiden "buca" olarak yazılan kelime bundan böyle "bucca" olarak yazılmıştır. epicharmus tercümelerinde yunanların etimolojik meraklarına da kapıldığı anlaşılıyor. nitekim iupiter'in adını "quod iuvat", ceres'i de "quod gerit fruges" olarak izaha çalışmıştır. yine ennius'un "harflere ve hecelere dair, de litteris syllabisque", "vezne dair, de metris" adlarında eserler yayınladığını öğreniyoruz. fakat suetonius bunun başka bir ennius olduğunu ifade etmiştir. (de gramnaticis, 1) naevius ve plautus ayrı bir konu olarak dil ve imla işleriyle meşgul olmamışlardır. yalnız naevius'un kayıtsız şartsız yunan tesirine kapılmaya, eski latin vezninin unutulmasına şiddetle karşı olduğu bilinir. şairlerden bilhassa accius'un imla işleriyle uğraştığı anlaşılıyor. eserlerinde z ve y harflerini hiç kullanmamış, a, e, u (o ?) harfleri uzun okunduğu zaman bunları çift yazmayı adet edinmiştir. fakat bu usul başkaları tarafından kabul edilmemiş ve uzun süre yaşamamıştır. ( j. e. sandys, a short history of classical scholarship, 54) yine accius yunanca imlasını örnek alarak c, g harflerinin önünde n sesi için g kullanmış, ve böylece aggulus ve agcora yazılmasını istemiş, fakat bu da beğenilip kabul edilmemiştir.

    bilge cato'nun bu husustaki tutumu iki bakımdan dikkati çekmektedir: kendisi ilk latin düzyazı yazarı idi. 150 kadar da nutuk neşretmişti. ilk oğlu için tam, kamil insan (vir bonus) olmanın yollarını göstermek üzere çeşitli konularda öğrenmesi gereken noktaları kısa öğütler halinde yazarak ansiklopedik bir kitap hazırlamıştı. bu kitapta hatip, doktor, ziraatçı, savaşçı, hukukçu olarak bilinmesi gereken noktalar toplanmıştı, fakat gramer diye bir konu yoktur ve böyle bir konu tanımamıştır. buna mukabil yunan filozoflarını roma'dan kovmak için kanunlar çıkardığı yıllarda (161, 155) bergama okulu başkanı krates'in roma'da dil konusunda konferanslar vermesine ses çıkarmamış, ve belki de diğer roma münevverleri gibi memnunluk ve merakla karşılamıştı.

    bu anektod i. ö. ikinci asrın ilk yarısında dil araştırmaları konusunda roma'da büyük bir boşluk duyulduğunu, ve bunu doldurmak için geniş bir merakın da uyanmış olduğunu ifade etmektedir. cato'nun dil üzerinde fazla hassas olduğunu gösteren daha önemli deliller de. vardır. quintus fabius pictor nesir olarak kaleme aldığı ilk roma tarihini gelenek ve örnek yokluğundan yunanca yazmıştı. cato bunu millî bir problem olarak ele almış ve origines adında nesir tarzında ilk roma tarihini ortaya koymuştur. helenist grubu teşkil eden scipio'nun dostları çevresinde afrikalı köle terentius'un gördüğü teşvik ve itibar da, latincenin dil olarak. işlenmesine ne kadar önem verildiğini, ve bir dil şuurunun ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir. bu sayede roma büyüklerinin teşviki ile terentius yüksek tabaka dilini edebiya ta getirmiştir. bütün tiyatro ve destan yazarları dilin yoksulluğundan bazı yunanca kelimeleri latinceye mal etmekte, bazı hallerde de yeni kelimeler icat etmektedir. yunanca karşısında latincenin zayıf durumu, yunanca öğrenmek için usul yokluğu, diğer taraftan yunanca öğretiminin ve retorik terbiyenin gelişmesi, türk tarihinde zaman zaman kâh arapça, kâh batı dilleri karşısında görülen tam bir dil merakı ve araştırma havası yaratmış bulunmaktadır. bu hava içinde bergama ve stoa okuluna. mensup ve yunan dünyasındaki bütün gelişmeleri ifade edebilecek bir ziyaretçinin roma'ya gelmesi roma'daki dil araştırmaları için yeni bir hareket kaynağı olmuştur. (f. z. perek, a.g.e. sf:52)

    bu ziyaretçi mallos'lu krates 'ten başkası değildir. konuya krates başlığından devam ederim.
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap