• (bkz: la pianiste)
  • elfriede jelinek in yazdığı roman.. kendisi gibi özetlenebilir:
    "şimdi kalabalıktan, aradan önceki alkıştan daha büyük bir alkış kopuyor, çünkü bittiği için herkes hafiflemiş durumda"
  • elfriede jelinek tarafından yazılmış ve türkiye'de ahlaki değerlerden dolayı yasak olan ve yakın zamanda nobel ödülüne layık görülen kitap
    .
  • hakkında açılan dava sonrası toplatılıp, satışı durdurulan kitap, mahkeme bitince 2. baskısı sansürlenmiş bir halde çıkmıştı..
    (http://yucitek.blogspot.com/…e-4-sansur-ve-die.html)
  • alm. piyanist.
  • nice zaman sonra okunan, hayatın kanırtıcılığının zamana direnişinin kanıtı...

    şeffaftır roman, aşk romanı diye yazılmasına aldanmadan, romantik komedi severlerin itina ile kaçması gereken kitap.

    klasik müzik bestecileriyle harmanlanmış bir başka sosyopat eseri diye de tanımlanabilir lakin değildir...

    karşılıklı psikolojik savaşın kağıda düşmesidir, aşk hastalıktır diyenler için.

    yavan değil yayvandır, derine işleyen cinsten. zordur kor olduğu kadar.

    haneke'yi solda sıfır bırakacak kadar etkileyicidir, daha ne olsun...
  • kitap 1983 yılında yayınlanmıştır. kitabın orijinal ismi "kadın piyanist" anlamına gelmektedir. ingilizceye ise the piano teacher ismiyle çevrilmiştir.

    2001 yılında ise michael haneke tarafından la pianiste ismiyle sinemaya uyarlanmıştır.

    türkiye'deki macerasına gelince: istanbul 2. sulh ceza mahkemesi, istanbul cumhuriyet başsavcılığı basın bürosu'nun yazılı talebi üzerine, tck.'nın 426. maddesine göre, halkın ar ve haya duygularını inciten veya cinsi arzuları tahrik ve istismar eder nitelikte, genel ahlaka aykırı öğeler taşıdığı gerekçesiyle, yapılan hazırlık soruşturması çerçevesinde kitap hakkında 25 mart 2002 itibariyle toplatma kararı verildi.

    everest yayınları bunun üzerine kitabı sansürlü olarak, sansür bantları ile basmıştır.

    http://bianet.org/…anist-kitabi-sansurlu-yayimlandi

    kitap 2013 yılında ise notos kitap tarafından sansürsüz bir şekilde yayınlanmıştır.
  • edebiyat tarihinin her zerresine aşina değilim, fakat jelinek'in romanı okuduklarım arasında en muazzam betimlenmiş kadın anti-kahramanı içinde barındırmaktadır. erika kohut'un abluka altına alınan bedeni ile sanatsal ihtirasları, bu bastırılan ihtirasların sado-mazoşist tekinsizliğe evrilmesi, sıcak dokunuşlardan mahrum kalmış ruhu, viyana'nın kültürel mirası ile göçmenlerin "yabaniliği" arasında debelenmesi tüm canlılığı ile okuyucuya aktarılır. doğrusu eğer bir roman yazma girişimim olursa anayurt oteli'nden sonra kendime "şablon" olarak alacağım ikinci romandır. yer yer erika'ya acırsınız, talihsizliğine üzülürsünüz, ama aptal olmadığına dair bilginiz duygularınızı şaşkınlığa dönüştürür. erika kendi içinde anlamlı bir çaresizliğin gettosundadır; ama belli ki arzuları bu çaresizlik içinden taşmaktadır. arzularını çembere ne zaman sığdırmaya çalışsa, çemberden taşanlar grotesk beklentiler oluşturmuştur.

    spoiler olarak addedilmeyecek (zira bu entry'i okuyarsanız,
    la pianiste'yi izlemişsinizdir) daha çok erika'yı tanıtmaya yönelik bazı alıntılar;

    *o günkü hızlı hareketinin nedeniyse zorunluluktu; sonbahar yapraklan gibi hızla kapıdan içeri girmişti ve görünmeden odasına ulaşmanın derdindeydi. oysa anne tüm heybetiyle, erika’nın yoluna dikilmişti bile; devletin ve ailenin oybirliğiyle, hem engizisyoncu hem de idam mangası sıfatıyla kızını sorgulayacak ve infaz edecekti. erika’nın evin yolunu neden bu kadar geç bulduğunu öğrenmek istiyordu. son öğrencinin, erika’nın aşağılamalarını sırtlayarak süklüm püklüm evine gitmesinden beri neredeyse üç saat geçmişti. nerede olduğunu öğrenemeyeceğimi sanıyorsun herhalde, erika. yalan söylediği için sözüne inanılmayan bir çocuk bile hesap vermelidir anneye, hem de kendiliğinden. bak, anne bekliyor seni: bir, iki, üç, erika.( s. 7)

    *daha kısa bir süre önce mağazadaki askısında kışkırtıcı bir güzellikle, rengârenk ve yumuşacık salınıp duran elbise, annenin gazabına uğradıktan sonra pörsümüş bir çaput parçası gibi yere serilmiş, kadının keskin bakışlarının altında delik deşik uzanıyordu. elbiseye sayılan para, o zamansız harcanmış para, yapı-tasarruf sandıklarından birine yatırılmalıydı oysa! (s. 8)

    *erika’nın çevresine ördüğü zaman alçı misali giderek sertleşiyor, ama annenin bir yumruğuyla da un ufak olabiliyor. böyle durumlarda erika, incecik boynuna dolanmış zaman kırıntılarıyla öylece oturur ve çevresindekilerin kendisine yönelik alaylarını sineye çekerken itiraf etmek zorunda kalır: artık eve dönmeliyim. eve. yolda erika’yı gördüyseniz, onun mutlaka ve her zaman evine gitmekte olduğunu bilirsiniz (s. 11)

    *herkesin uyuduğu, sadece erika’nın uyumadığı gecelerde, birbirine kopmaz bağlarla zincirlenmiş bu çiftten sevgili anne ilahi bir sükûnetle, yeni işkence yöntemleri görürken düşünde, bazen dolabın kapısını açar ve gizli arzulannın tanığı olan tüm bu giysileri okşar erika. aslında bu arzular çok da gizli değildir, her biri avazı çıktığı kadar bağırır, ne de olsa çok para dökülmüştür zamanında, peki ama şimdi bütün bunlar ne içindir? (s. 15)

    *erika’nın sanat ve birey hakkındaki insani genellemelerden çıkardığı sonuç: bunca yıldır annesine tâbi olduktan sonra bir erkeğin emri altına girmesi kesinlikle mümkün değildir. annesi erika’nın gelecekte de olsa evlenmesine karşıdır, zira erika hiç kimseye ve hiçbir şeye tâbi olamaz. o böyle işte. asla boyun eğmeyeceği için, kendisine bir hayat arkadaşı da seçmemesi gerekir. artık erika da yaş bir ağaç değil üstelik. eğer taraflardan biri alttan almıyorsa, evliliklerin sonu kötü biter. en iyisi, kendin gibi kal; annenin erika’ya söylediği hep bu olmuş, sonunda kızının bugün neyse o olmasını sağlamıştır. hâlâ evlenmediniz mi bayan erika, diye sorar sütçü kadın, aynı şeyi kasap da merak etmektedir. erika’nın cevabı ise hep aynıdır: bilirsiniz, karşıma hoşuma giden biri çıkmadı. (s. 18)

    *erika, kehribar içinde bir böcek gibi, zamanı ve yaşı yok. ne düne, ne bugüne ilişkin bir hikâyeye sahip. tırmanma, sürünme gibi yeteneklerini çoktan yitirmiş bu böcek. sonsuzluğun kalıbı içine dökülerek pişirilmiş. sevinç içinde paylaşıyor bu sonsuzluğu, sevdiği müzik adamlarıyla; ama sevilmek söz konusuysa, onlarla boy
    ölçüşemez. (s. 19)

    * erika, kır çiçeği. kadın, adını bu çiçekten aldı. doğumdan önce annesinin gözünün önünden biraz ürkek ve yumuşak bir şeyler geçiyordu. fakat rahminden fırlayan balçıkla sıvanmış bu şekilsiz yığını gördüğünde, tek düşüncesi, ona şekil vermekten çok, temizlik ve incelik içinde tutmak olmuştu. oradan bir parça al, şuradan da. her çocuk, eğer engellenmezse, içgüdüsel olarak pisliğe ve boka eğilimlidir. annesi, binbir çabayla elde edilen bu incelikten para kazanabilsin diye, erkenden sanatsal bir meslek seçmişti erika için; sıradan insanlar sanatçının çevresinde imrenerek dolaşır ve onu alkışlar. erika nihayet yeterince inceltildi, şimdi artık müzik atım şaha kaldırmalı ve derhal sanat icra etmeye başlamalıdır. böyle bir kız kaba şeyler yapmak, ağır işler görmek, ev işiyle uğraşmak için yaratılmış olamaz. erika, klasik dansın, şan ve müziğin güzellikleri için önceden seçilmiştir sanki. onun dünyaca ünlü bir piyanist olması: annenin idealidir bu; anne, çocuk bir sürü entrika ortasında yolunu bulabilsin diye, her köşe başıma yol tabelaları çakar; tabii çalışmak istemediğinde erika’ya da birkaç tane çakar. annesi, her zaman güçlükle elde edileni yerle bir etmeye çalışan ve neredeyse istisnasız hepsi erkek olan kıskançlar sürüsüne karşı sürekli uyarmaktadır kızını. seni yolundan çevirmelerine izin verme! erika’nm, çıkmak zorunda olduğu uzun merdivenin ulaştığı hiçbir basamağında dinlenmesine izin verilmez; eliyle buz kazmasına dayanıp soluklanması da mümkün değildir, zira hiç durmadan tırmanışına devam etmek zorundadır o. hep bir sonraki basamağa dikmelidir gözünü. ormanda yaşayan hayvanlar tehlike yaratacak kadar yaklaşmakta, erika’yı da hayvanlaştırmak istemekteler. rakipleri manzarayı gösterme bahanesiyle, onu kör uçurumlara çekmek istiyorlar. düşmek ne kadar da kolay! (s. 39)

    * erika’nın masum istekleri geçen yıllar içinde yıkıcı bir hırsa dönüştü, bir tür yok etme arzusuna. başkalarının sahip olduklarını, zorla da olsa, elde etmek istiyor. elde edemeyecekleriniyse yok etmeli mutlaka. çalmaya başlıyor böylece. resim dersinin yapıldığı çatıdaki atölyede sayısız suluboya, kalem, fırça ve cetvel yok oldu. bir keresinde, camlan -moda olduğu için- rengârenk panldayan plastik bir güneş gözlüğü kayıplara kanştı. kendisine hiçbir zaman yarar sağlamayacak bu çalıntı eşyalan, üzerinde bulunmasından korktuğu için, yoluna çıkan ilk çöp tenekesine atıyor. eşyalan zaten her gün annesi tarafından aranıyor ve her seferinde gizlice satın aldığı çikolata ya da yol parasından gizlice biriktirdikleriyle yediği dondurmayla ilgili
    gerçekler çıkıyor ortaya. (s. 92)

    *erika genç adamı seviyor, onun tarafından kurtarılmayı bekliyor. altta kalmamak için en ufak bir aşk işareti verdiği yok. zaaf göstermek istiyor erika, ama bu zaafın biçimini kendisi belirlemeli. her şeyi yazdı. erkek tarafından, yok edilene kadar tam anlamıyla ezilmek arzusunda. dokunulmazlık ve tutkulu dokunma, kadının kovboy şapkası altında gizlenmeli. kadın uzun yılların taşlaşmışlığmı yumuşatmak niyetinde, bu arada adam onu yutarsa yutsun! s. 218

    (elfriede jelinek, piyanist, 2013, çev. süheyla kaya, notos kitap)
  • normalde bir kitabı okuyup üzerine filmini izlemeyi tercih ederim ama bu sefer tersi oldu. geçenlerde la pianiste izleyip bazı şeyler kafama takılınca bir de kitabını okuyup daha iyi anlayayım dedim. konuyu daha iyi anladım, evet ama karakterler hâliyle filmdekinden daha karmaşık çıktı.

    öncelikle kitabın diliyle, anlatım tarzıyla filminki arasında çok fark var. filmde biraz duygusallaşmış, üzülmüş, empati kurmuştum. kitap ise bıçak gibi kesiyor, karakterlere sempati duymayı zorlaştırıyor, kelime seçimi bazen düşmanca, hakaret etmeden nasıl desem bilemiyorum, mendeburun teki anlatıyor gibi hissettiriyor. bu kötü bir şey değil bana göre, aksine çok farklı geldi. vıcık vıcık acındırma yok, hem karakterlere hem okuyucuya pat küt dalıyor sanki yazar. bu sefer de diğer kitaplardaki tonunu merak ettim.

    --- spoiler ---

    erika’nın öyle bir annesi var ki düşman başına. yediğine, içtiğine, gittiği yerlere, kıyafetine, işine, her şeyine karışıyor. yatağını ayırır diye, hayatına başka biri girer diye ödü kopuyor. kızın iplerini elinde tutup hayatını yönlendiriyor. işin kötüsü, çocukluğunda ve ergenlik çağlarında ninesi de aynı evde ve o da annesi gibi baskıcı. diğer gençler yapınca normal kabul edilen şeyler erika’ya yasak. o sadece, iki kadının mengenesinde dünyaca ünlü bir müzisyen olmak üzere çalışmak zorunda. dünyaca ünlü olamıyor ama iyi bir piyano hocası oluyor. küçük kaçamaklar dışında, müzik hariç hemen her zevkten koparılarak otuzlarının sonlarına kadar geliyor. annesinin bundan sonraki planı ise daha iyi bir eve taşınıp ölene kadar birlikte yaşamak, insanlardan uzak, televizyon ve birbirleri yeterli. erika kendini herkesten üstün görerek, dışlanarak ve karşılığında herkesin aşağılık olduğunu düşünerek yetişiyor. annesinin bilgisi dahilinde olmayan porno izlemek, kendini tehlikeye atarak kuytu ormanlarda sevişen çiftleri gözetlemek, ölmüş babasından kalan jiletle kendini kesmek gibi hobiler ediniyor ama anneye göre o “…annenin amniyon sıvısında yüzen iyi beslenmiş bir balık…” bu kadar iyi ifade edilebilirdi. bu betimlemeye bayıldım.

    sonra piyano öğrencisi walter giriyor hikayeye. filmde, kitapta olduğundan biraz daha masum görünmüş. erika’yı istiyor ama tam olarak sevmiyor. vücudunu ve kıyafetlerini beğenmiyor, yaşlı buluyor, kendine bakmamasını ve yaşam tarzını eleştiriyor ama müzik yeteneği nedeniyle hayran oluyor, öğretmeni ile kısa bir ilişki yaşayıp bunu tecrübelerine katmak, buzdan kadını eritmek, bir bakıma onu hırsla fethetmek istiyor. önce erika mesafeli davranıyor, sonra yakınlaşıyorlar walter istediği performansı gösteremiyor, mektup da olayların üzerine tüy dikiyor, walter seçeneklerinden kötü olana yönelmeye başlıyor. erika mektupta kendisine işkence etmesini, sımsıkı bağlayıp saatlerce öyle hareketsiz bırakmasını, şiddet uygulamasını istiyor ama walter bunları yapmaz, kendisini sever, sımsıkı sarılır ve böylece güzel bir ilişkiye başlarlar diye umuyor. zincirlerini annesinin elinden alıp walter’e vermek ama zincirlerini kendi belirlemek istiyor. walter aşkının büyüklüğü nedeniyle şiddeti reddeder diye bekliyor. bunu ve erika’nın kendini keserken acı çekmemesini ama walter şiddet uygulayınca acı çekmesini anlamakta zorlanıyorum. cinsel organını kan fışkırtacak kadar kesiyor, elinin tersini ve vücudunun çeşitli yerlerini jiletliyor ama hiçbir şey hissetmiyor. yumruk yediği zaman hissediyor. mektuba girmiyorum bile. ikisinin de karanlık tarafları var. erika hor gördüğü insanlara ufak tefek zararlar veriyor. walter’e fazla yakın davranan bir kız öğrenciyi kıskançlıkla yaralıyor, tramvayda insanlara özellikle çarpıp ayaklarına basıyor, onlara yardımcı olmamaktan zevk alıyor. walter de erika’ya duyduğu hınç ile gidip bir flamingo arıyor, öldürmek için. ikisi de birbirinin üzerinde üstünlük kurmak, diğerini yönetmek istiyor. erika, walter’e benim sahibim olacaksın ama benim şartlarımla diyerek walter kendisini erika’nın sahibi sanırken kendisi onu bütünüyle ele geçirmeyi planlıyor. walter’in her şeyi olmak, tutkuyla sevilmek ve kurtarılmak istiyor. walter zora gelemiyor, kendisinin sunduğu aşkın yerine bunca şart koyulması canını sıkıyor. işler istediği gibi gitmedikçe sertleşiyor, kabalaşıyor, yapmam dediği şeyleri bir bir yapmaya başlıyor. kendisini cesurca ona sunan ve önüne bambaşka kapılar açan bu kadından vazgeçmekte zorlanıyor ama bir yandan da bir şeylere mecbur edilmekten nefret ediyor ve köşeye sıkışınca vahşileşiyor.

    ikisi de birbirinde ve kendinde umduğunu bulamıyor. erika, walter’i sevmek istiyor ama birlikteyken bir şey hissedemiyor. walter kendisini sevsin istiyor ama bunu isteme şekliyle her şeyi berbat ediyor. walter en baştan uzun soluklu bir aşkın peşinde değil, erika ile sonsuza kadar mutlu olmayı ummuyor zaten ama kısacık bir mutluluğu da başaramıyorlar. walter, erika’dan istediği sevgiyi güzellikle alamayınca zorla almaya çalışıyor. olmuyor. tek alabildiği soğuk, hissiz bir beden. walter hayatına devam ediyor, erika’sız da mutlu. ama erika için aynı şeyi söylemek imkânsız. o yine ait olduğu yere, evine dönüyor, yaralarına yara katmış olarak.
    --- spoiler ---
  • "elfriede jelinek'in piyanist (die klavierspielerin, 1983) romanı, bir kadındaki sadistik, gözetlemeci ve mazoşistik sapıklığı ve son derece kıskanç, sadistik ve saldırgan bir anneyle sadomazoşistik ve eşcinsel ilişkiyi derinlemesine anlatır." otto kernberg - sapıklıklarda ve kişilik bozukluklarında saldırganlık
hesabın var mı? giriş yap