• efendim; bakmayın beyefendi diyorum kendisi klasik filoloji ve felsefe alanlarında uzman, ve hep saygıyla önünde eğilmemiz gereken bir hoca olup, engin bilgi okyanusunda yol alıp gitmemiz gereken çok değerli bir fikir adamı, filozoftur, işte teoman duralı beyefendinin bir makalesinde okumuştum; yanılmıyorsam sina kabaağaç anısına düzenlenen navisalvia toplantılarından birinde (şimdi baktım da 2004 senesi, trajedi başlıklı toplantıda) anlatmış, daha sonra toplantı kitaplaşınca daha net inceleyebilmiştim; efendim; teoman bey, istanbul üniversitesi klasik filoloji bölümüne ilk geldiği sene, hocası sina kabaağaç'ın ilk dersinde, bilen bilir amfi 6 'da, hocanın, kendisine "anlat bakalım hangi denizden geldin?" diye sorduğunu anekdot olarak anlatırken, hoca'nın insan sarraflığını övüyordu. zira teoman bey, gerçekten de yakın zamanda denizden gelmiş, hocanın bunu, öğrencinin yüzüne bakarak anlamasına çok şaşırmış ama şaşırmamalıymış, zira sina hoca, teoman hoca 'nın dilinde bakın nasıl açımlanıyor;
    "..tiyatrolaşmış kültürün izlerini ben sina hocamda hep görmüşümdür. ve bu onda hep doğal olarak gerçekleşmiştir, yapay bir biçimde değil. bu durum onun kumaşına yapışmıştı, kumaşıydı daha doğrusu. o şekilde yaşayan bir kimseydi. teatral oluşu felsefi akılla dengelemediniz mi, çığırından çıkarırsınız. çünkü dağıtıcı bir yanı vardır onun. bu sebeple, bu teatral kültürü felsefi akıl ve yöntemle dizginlemek, zapt-u rapt altına almak lazımdır.
    .. benim görüşüme göre; sina hocamda o felsefi akıl yoktu! o teatral yön onun bütün doğasını ele geçirmiş durumdaydı. hoşluğu, güzelliği, cana yakınlığı, çekiciliği hep buradan ileri geliyordu. çünkü felsefi akıl sevimsiz, tatsız bir şeydir. insanı hayattan çekip çıkaran, öldüren bir olaydır." (a.g.e. sf: 8)

    aslında teoman hoca vasıtasıyla sina hoca 'ya değinirken başka bir şeyi amaçlıyorum; neden bunları "deniz yolculuğu" başlığına yazıyorum sanıyorsunuz, sözlük formatına karşı bir günah işlemiyorum; hocalarıma bir selam çakıp, yoluma yani 'deniz yolculuğu' başlığına devam ediyorum; efendim nasıl ki sina hoca, öğrencisi teoman 'ın gözünde denizden gelmişliği gördüyse; ben de 'deniz yolculuğu' kavramına bakınca medeniyeti, insanlaşmayı, kültürel alışverişleri, bu alışverişlerden kazanımlarını da kişilerin, kendi kültürüne yedirip, aydınlanmasını görüyorum. deniz yolculuğu başlı başına 'taşıma'dır; insanın taşımasıdır.
    taşınan dediğim gibi kültürün kendisi olabiliyor, kültürün ve sosyal koşulların üretime yönelttiği kişilerin, yaşama savaşları sonucu ekinleri, ürünleri olabiliyor, afrikalı emekçinin ellerinde yaradılmış sepetler deniz nakliyatıyla beyoğlu'nda atlas 'a ulaştığında, pasajı gezen bir başka emekçi o kokuyu duyabilir, o emeğin kokusunu alabilir, denizin, o denizin üzerinde belki artık eskisi gibi rüzgarla değil de, sadece insan gücüyle değil de, kömürle değil de, elleri nasırlı kölelerin çabalarıyla değil de, artık teknolojinin, yüzlerce savaşla sağlanmış humanitas kazanımlarımızın ve geçmişte gerçekleştirilmiş, 1400'lerde bunalım içindeki avrupa'ya yeni bir soluk getiren ispanyol ve portekiz gemilerinin kanarya ve madeira adalarından başlayarak emperyalist, sömürgeci hatta kapitalist sistemin temelini attıkları o deniz seyahatleri ve artık kendinden olmayanları sömürerek, kendini geliştiren daha modern güçlerin 5-6 yy. sonra artık koca koca şirketlerin, devlet eliyle hatta bizzat devletleşerek yine kendinden olmayan ve sanayi devrimini yaşayamayan, işçi ve insan hareketlerinden muaf tutulmuşçasına hep geri kalmış, yüzyıllara varan geri kalmışlığının faturasını da hala değişime çıkaran, değişimi reddeden, gelişmeye omuz silken, ama bunu yaptıkça da batı tarafından avrupa ve abd arasında sıkıştırılan modern türkiye 'nin insanı işte bu kokuyu, pasajda duyabilir, atlas pasajında afrika'dan ihraç sepetler vasıtasıyla deniz kokusu alan modern biz, aslında bu yetimizi de batılı aracılara, gemi şirketlerine, onları yönlendiren daha büyük şirketlerin devlet eliyle, ihracatı, hatta bizzat devletleşerek uluslararası ekonomik anlaşmalarında, kendi tekellerinden çıkartmamalarına borçlu değil miyiz?
    ihracatın deniz yolculuğuna bu açıdan bakarsanız, umutsuz olmanız için yeteri kadar nedeniniz var demektir, zaten ispanyol ve portekizlilerin 14. yy 'da koloniler oluşturup, nüfus fazlalarını oralara aktarmaları yoluyla, hem yüklerinden kurtulup hem de deniz yolculuğu üzerinden, medeniyetlerini, oraları sömürerek yayabilmişlerdi.
    bugün de olan nedir ki, amerikan kot 'ları konteynırlarla oradan buraya taşınırken, gelen sadece kot değildir, gerçi bu alanda artık türkler de fazla oluyorlarmış, üretime geçmişler, aynı zamanda kültürünü de ihraç ediyorlar, artık eskisi gibi deniz yolculuğu, iletişimine de gerek yok aslında, zaten internet, bir film, bir tını, bir televizyon aktivitesi zaten batıda/dünyada olup biteni anında evimize, cep telefonumuza getirmiyor mu, ihraçsa bundan daha kallavisi var mı, tarihte mevcut mu? deniz yolculuğuyla taşımaya ne gerek var?
    ama işte o koku farklıdır efendim; ironisi başkadır mevzunun; geçende bir entride okumuştum, şimdi hangi entiri tam anımsamıyorum, bu entiriyi bitirdikten sonra dip not düşerim; google' verilerini başka bir yere yedekliyormuş, verileri o kadar doluymuş ki; internet vasıtasıyla aktarmak, deniz yolculuğuyla aktarmaktan daha uzun sürdüğünden, iş başa düşmüş yine, ve gemilerle bilgiler yedeklenmeye götürülüyormuş. çok ilginç; insan sadece klavyeye dokunarak bilgiyi elde edip ve veriyi depoladıktan sonra, yedekleme işlemi için bu sefer eski usullere deniz yolculuğuna muhtaç kalıyor. bir döngü fakat hepimizin, içinde olduğu bir döngü.

    nasıl döngü olmasın efendim; herodotos, atina'lı değil, halikarnassos 'lu. ama onu herodotos yapan yer atina, yani deniz yolculuğu. bir veridir efendim bu; düşünsenize herodotos 'un kaleminde, romalıların kökü etrüsklere bağlanıyor, ve yine ona göre etrüskler de asia minor yani anadolu'dan italya 'ya deniz yolculuğuyla gelmişlerdir. homeros 'un odysseus 'u da, troya zaferinden dönme amacındayken, deniz yolculuğu esnasında bizzat tanrılar, özellikle poseidon tarafından denizde yargılanır, denizle yargılanır. (bkz: odysseus/@jimi the kewl) kahramanımızın taşıdığı kurnazlık, homeros 'un bol bol övdüğü o akıllılık, hybris yani haddini aşarak, kibirli yüzünü göstererek, odysseus 'un başını derde sokunca, denizde yargılanan kahramanımız, ordan oraya sürükleniyordu. hatta evine dönebilmek için cehenneme, yani antik çağ'ın hades 'ine bile uğramak zorundaydı; yellerin tanrısını da arkasına almasına rağmen, bu bile evine dönmesine henüz yeterli olmamıştı. acılar vardı, denizden gelen, denizle gelen;

    “…bir tanrı çok zorluk verecek sana bu yolculukta,
    yeri sarsan tanrı sana olan kinini sanmam unutsun,
    onun sevgili oğlunu sen kör etmedin mi?
    ama gene de varabilirsin sılaya,acı çeke çeke,
    gemlersen kendi yüreğini ve yoldaşlarının yüreğini,
    siz kaçınca menekşe rengi denizden,
    yanaştırınca sağlam yapılı gemiyi çatal adasına,
    otlayan inekler göreceksiniz ve besili koyunları
    her şeyi gören ve işiten güneş tanrınındır onlar,
    aklın fikrin dönüşte olursa,dokunmazsan bu sürülere,
    belki varırsın ithake’ye,çile doldura doldura,
    ama dokunursanız onlara ,peşin söyleyeyim bak,
    gemin de,arkadaşların da bil ki yok olacak," (homeros, odys. xi.101-113)

    fırtınalı denizin dalgaları arasında savaşan odysseus, fırtınalı denizin kendisiyle bir bütün olur. homeros hem ilias 'ında hem de odysseia 'sında tabiat tasvirlerini oldukça tarafsız sunarken, bu birliği gözünden ve aklından hiç eksik etmemiş diyebilir miyiz? bence cevap olumludur; zira insan düşünce yapısıyla gözlemcidir, düşünen varlık olmasının trajedisi budur, hatta kendi kendini bile yok edebilir düşünerek, bu trajedi yunan'dan roma 'ya da sıçramıştır, düşünen vergilius, pragmatist romalılığa da uygun olarak, tam da augustus destekçisi olması gerektiği zamanda, onun yandaşı oluvermiştir, hem aile yadigarı çiftliğine kavuşmuştur bu yolla (!) hem de roma tarihinin en büyük destanını yazmıştır; augustus 'un kültür reformlarını övmek maksadıyla; aeneis.

    efendim aeneis 'de de deniz yolculuğu'nun batı medeniyetini nasıl kurduğunu gören gözler seçer, görür. ilk başta tıpkı odysseus gibi aeneas 'ın da bir sürgün olduğu düşünülebilir ama farklar var; aeneas bir kahraman değildir, misyon adamıdır; iuppiter 'in yanan troya 'dan kaçmasını emrettiği aeneas'ın misyonu, yeni troya'yı kurmaktır, pekala ne demiştim, etrüskler romalıların kökünde olan kavimdiler, asia minor kökenli oldukları hem herodotos'un dilinde geçer, hem de araştırmacılar, tarihçiler ve edebiyatçılar arasında yaygın kanaat budur, bakın romalının atası aeneas da anadolu kökenli, yanan troya'dan, sürgün odysseus' troya'yı yaktıktan sonra evine dönüş yolculuğu esnasında denizde yargılanırken, kibriyle yargılanırken, aeneas da yanan kentinden, tanrı buyruğuyla yola çıkıp, yeni kentini kurmaya italya'ya yönelmiştir; iki adam ve iki deniz yolculuğu! biri troya'yı yakan, diğeri kenti yanan. biri dünyayı yönetecek roma imparatorluğu'nun, doğal olarak batının kökenindeki ata, diğeri saldırgan akha'ların en büyük silahı, kurnaz odysseus. ilginçtir; odysseus, denizde cezası bitince, yurduna ve karısının koynuna dönmeyi başarınca, aeneas da italya'da kentini kurabilmiştir, iki olay birbirinden bağımsız hatta zaman bakımından uyumsuzdur, fakat ortaklıkları aynı noktadan çıkıp, deniz yolculuğuyla taşımaları veyahu taşınmalarıdır.

    deniz yolculuğuyla taşınan metanın kokusunda deniz vardır demeye getirdim ya yukarıda, evet aynen öyledir, düşünsenize; italya 'da ta bu aeneas 'ın taşıyıp, deniz yoluyla getirdiği anadolu kokusunu denizle karışmış halde aldığınızda, etkilenmeyecek misiniz?
    afrikalının sepeti gibi, anadolu motiflerini roma tapınaklarında gördüğünüzde, etrüsk sanatıyla, anadolu sanatları arasındaki benzeşmelere hayretle baktığınızda deniz kokusu duymayacak mısınız?

    herodotos'un tarihine baktığınızda halikarnassos'un yanında atina kokusu da duyduğunuzda, bunun aynı zamanda onun deniz kokusu da olduğunun farkına varmayacak mısınız?
    bu koku samimiyetten bağımsızdır efendim zira deniz medeniyettir, medeniyet de samimiyet gerektirmez;koku afrikalının sepetinde de vardır, konteynırlarla ülkeye gelmiş amerikan kotlarında da vardır, cem karaca 'nın anlattığı gibi, 50-70 'lerde amerikan gemilerindeki tayfalardan aldıkları dönemin amerikan rock plaklarında da vardır, bu koku google'ın yedeklenmeye giden verilerinde de vardır, bu koku medeniyetin öyle ya da böyle gelişmesinde, kültürlerin iç içe girmesinde, mitosların uygarlaşmasında, humanitas kavramının ta kendisinde de vardır efendim; deniz yolculuğu kokusu, insanın doğasına işlemiştir, bu koku insanın kendisi olmuştur hatta.
6 entry daha
hesabın var mı? giriş yap