75 entry daha
  • çözümü tecrübe edilmeden bulunmayacak sorular üzerinde uzunca ve tabulara kurban gitmeden düşündükçe içine girilen bir haldir sanırım bu. sonuça toplumun bazı temel şablonlara göre hareket etmeyen insanlar için daha ne anlatmaya çalıştığını bile irdelemeden yapıştırabileceği bir sıfata ihtiyacı vardır. toplum güvenli ve anlaşılması kolay fikirleri sever. aslına bakarsanız bu kadar bir arada genellemeye gerek yok, birey de çözemeyeceğine inandığı soruları yoksaymayı marifet sayar. bunu yapmayana da delilği yakıştırır. iş bu halde hemen deli manyak ve şizofren olduğum önkosuluyla aklımdan geçen birkaç delice fikri sizinle paylaşacağım. belki bir halta yarar.

    bir delilin gözünden insan

    ey canım sözlük okuru en temelinden başlarsak biz dünya denen gezegende yaşayan ve yaşaması için gerekli enerjiyi bir takım kimyasal tepkimelerden alan bu gezegene bağımlı canlılarız. ancak öbür canlılardan farklı olarak gelişmis düşünme yeteneğimiz sayesinde hiçbirinin sahip olmadığı* karar verme, şekillendirme yetisine sahibiz. işte tam bu noktada ben nedense filozoflara bırakılan ve herhangi bir bireyin aklından bile geçmesi garip karşılanan bazı sorular soracağım izninizle. hatta anlatmaya çalıştığım temel konu da bu aslında; neden insan bu kadar temel gizemler gözünün önünde dururken onları kurcalamaz, dibini kazımaz.

    soru 1 ölüm

    bakın soru kipine bile ihtiyaç duymuyorum ölüm başlı başına bir sorudur. zira insan şu an geldiği teknolojiye, aşırı gelişmiş sosyal yapısına, inanılmaz yaratım seviyesine rağmen diğer birçok canlıya ve evrenin yaşına oranla olağanüstü kısa ömürlüdür. ve bu nedense filozoflar dışında kimsenin ilgisini çekmez. hatta genel fikir odur ki ölüm üzerinde düşünmek içkarartıcıdır ve boşuna karamsarlık yaratmaya gerek yoktur. insan öleceğini kabullenmekten çekinmektedir nedense. ölüm ancak başkalarının başına gelecek olduğundan kimse üzerinde uzun uzun düşünmeye gerek duymaz. bir saniyeliğine de olsa herkesi şu an mouse tutmakta olan elinin toprak altında çürüdüğünü düşünmeye davet ediyorum ey sözlük okuru. gerçekten de işte o el toprağın altında çürüyecek yavaş yavaş. aslında zamanı biraz hızlandırıp dünyaya tepeden baksak her yüzyılda milyarlarca insanın ölüp daha fazlasının doğduğuna tanık olacağız. biz energi döngüsünün bir noktasında üst üste gömülen ve bir başkasının yapıtaşlarıyla yeniden gelişen canlılarız. bir organik madde çorbasının içinde milyarlar ve milyarlar hızla kaynayıp duruyoruz ve ne hikmetse her bir zerremiz bizim kıymetli olduğumuza bizi ikna etmeye çalışıyor. işte tam bu yüzden de bence ölümü düşünmekten çekiniyoruz. çünkü biz yani her birimiz en kıymetliyiz, en akıllıyız. ölmek mi o da nesi, olur mu hiç öyle şey. şimdi bunu böyel söyleyince bir çoğumuz garipsiyoruz. herkes ben öleceğimi kabul ettim diyor, ancak çoğunlukla olması gerekn ciddiyetle kendini buna inandırmıyor. öyle olsa milyon tane ayrıntıya kafa yorarken az da olsa böyle büyük bir soruya kendince cevaplar arar. ama nedense klişe birkaç fikri kendimizinmiş gibi kabul ediyoruz genelde.
    biraz daha başa dönerek soruyu yinelemek istiyorum. madem biz düşünme yeteneğine sahip canlılarız neden bu kadar kısa ömürlü ve üstüne kısa ömürlü olmasına rağmen ölümü düşünmekten çekinen varlıklarız. bakın herkesce sorulan ölüm nedir olgusundan başka bir şeyden bahsediyorum. al sana kapı gibi soru. ben bir manyak olarak kendimce şöyle cevaplara meylettim zaman içinde. insan kıymetsiz genetik köprülerdir. amacı genlerin sonsuza uzanma amaçlarına hizmet etmek ve bunu yaparken sorunlu genlerin ilerlemesini durdurmaktır. yani önemli olan kodun (bu kodun yazılma amacını istediğiniz düşünce yapısıyla birleştirebilirsiniz; din, tesadüf) selametidir. işte bunu kabul etmeye gelince insan içerliyor ne yani ben kıymetsiz miyim diyor. asıl genler bana hizmet ediyor diyor hmm. eğer öyle olsa senden kalan tek şey genetik kodun olamzdı ey canım okur. sen ömrünce iki sisteme hizmet etmeye ancak hala kendi kıymetine inanmaya programlanmışsın ve ne yaparsan yap bunun dışına çıkamazsın. bu iki sistem bir evrensel sistem yani yaratıcının veya fizik kanunlarının dilediği. ikincil olarak insanlar tarafından toplumsal düzen için geliştirilmiş olanlardır.(okul evlilik kanun)

    yani demek istediğim yaptığın hiçbirşeyi bu iki sistemin birine hizmet etmeden yapamazsın. ve hala kıymetli hissedersin kendini. çünkü sen zekisin üstünsün dünyaya dilediğince şekil verme gücü sırf sende var. ancak ne hikmetse minnacık, kısacık ömürlerimiz var. sizce de saçma değil mi şimdi bu, ben mi abartıyorum. işte istikrarlı bir manyak olduğum için buna da şöyle bir cevabı uygun gördüm. genlerdeki kod hataların onarılması, evrimin verimli yol alması için bazı güvenlik bölgeleri oluşturmuştur. yani hatalı bir kod evrende boşuna uzuun zamanlar harcamasın işleyişi bozmasın diye insana ortalama bir seksen yılı layık görmüştür. yani eğer sapıtık uçuk bir çiftleşme sonucu bir ucube dünyaya gelirse onun evrenin düzenine etki etmesi bu yolla önlenmiş oluyor. yep yeni taze elenmiş bir nesil yetişiyor ve onlar da kadının seçicliği ile kısmen, ölümle tamamen arıtılmış hale geliyor. yeterince saçmalamamışım gibi hayatta kalmak ve üremek dışında bir amaçla haraket edemeyeceğimizi de söyleyeceğim izninizle. her ne yaparsak yapalım sonuçta bu bizden önceki insanlarca yapılanların zilyonuncu tekrarı olacak. yani ben tanrı olsam ve insan ırkını yaratılıştan bu güne izlesem çok sıkıcı bir film izlemiş olurdum sanırım.
    evrensel sistem daha önce de başka yerlerde bahsettiğim üzere insan ırkını kullanmakta ve bunu yaparken çok sinsi davranmaktadır ancak dikkatli bakan gözler şunu görebilmektedir sanırım. sistemin istediği herşey bize haz verir. yani seks zevklidir, su içmek zevklidir, sıçmak zevklidir. bu da mı ilginç değil şimdi. göz göre göre sisteme bağlı kalmamız için ödüllendirilmiyor muyuz biz. bunlara yönelmemiz için rüşvet değil mi haz meselesi. yüzüne üç saat makyaj yapyorsun yeri gelkiyor ama onu çalıştıran yüzlerce kasın nasıl işlediği konusunda zerre fikrimiz yok. umursamıyoruz bile ne halta yaradıklarını. ve hala biz kıymetliyiz. bu bedeni de biz yönetiyoruz öyle mi. vah vah. kalp atışımız üç dakikalığına otonom sistemden çıkarılıp bize bırakılsa neyi nereye pompalayacağımızı şaşırırız ama halen hakim biziz öyle mi hmm. fark etmiyoruz hala bu sistemde ufak bir rolümüz olduğunu, ilginç. beden bizim ama biz kontrol etmiyoruz, karar bizim ama farklı bişey yapamıyoruz, evren bizim ancak çabucak ölüyoruz ve hala mükemmeliz. işte mucize diye ben buna derim.

    soru 2 sonsuzluk

    al sana üzüerinde kafa yorulmaya gerek duyulmayan ve yine filozoflara bırakılan bir soru daha. nasıl olsa sırf filozofların işi düşünmek. biz basit soruların ve sorunların insanlarıyız sonuçta. oldum olası evren için sonsuz derler ve biz de bunu olduğu gibi kabul ederiz. nedir yahu sonsuzluk demeyiz. üüüf gittiği yere kadar giden birşeydir bizim için sonsuz olan şey. evren mesela hep gitsen de sonunu bulamayacağım birşeydir ve daha düşünmeye gerek yoktur. böylemidir gerçekten. garip değil mi şimdi sonusuz diye bişey olması. ne renk ayakkabu giyicem lan yarın demekten daha önemli bir soru değil midir bu. ama sorulmaz ne ilginçtir ki, bilimadamları ve filozoflar içindir bu tip sorular. bizim evrenimiz değildir çünkü bahsedilen evren.
    biz yaşar aşık olur evlenir çoğalır ölürüz ohh ne yorucaz kendimizi. çözemeyeceğimiz sorular sormak saçmalıktır zira. onun yerine nereye gitsek kimi düşürsek diye düşünürüz mis olur. ancak yok ben manyağım arkadaş ben sorarım bunu ve tüm gece de uyumam gerekirse. evren denen sonusuzlukta bir zerre olduğunu gerçekten idrak edene kadar düşünürüm hatta. ama kıymetliyiz ya o kadar küçülmek pek hoşumuza gitmiyor sonuçta. biri çıkıp diyor ki mesela siz yaratıldınız hop hemen kabul ediyoruz, öbürü çıkıp yok yaratılmadınız büyük bir patlama raslantısal olarak sizi oluşturdu diyor hemen atlıyoruz. sanki bunları söyleyenler insan değil. ulan al sende de var aynı teknik altyapı beyin sinir uçları kaslar lenf bezleri. otur düşün. yasak mıdır bunları düşünmek?

    neyse bence sonsuzluk sonsuz hızda tüm yünlerde genişleyen demektir anasını satiyim. bunun ansıl olduğunu daha mesai ayırıp düşünmedim ancak bir manyağın neyi ne zaman yapacağı belli olmaz sonuçta. gün gelir ona da bir şey uydururum. neyin içinde sonsuz hızda genişlemektedir mesela bu evren, neden genişlemektedir. hmmm

    soru üç hiçlik

    bak bunu da ölümün içinde anlatabilirdim aslında ama bazı ilgin ayrıntılar için ayırdım bir kenara. bilinç öyle garip bir nane ki ey okur bir kere var olduğunda yok olması imkansızmış gibi geliyor bize. yani şimdi ben bilinçliyim yani varım, ama yok olmasını anlayamıyorum. şimdi mesela dan diye ölsek ve öbürdünya diye bir şey olmasa ne olacak. kapkaranlık bir fonda sonsuz bir düşüşe mi geçeceğiz. bilincin yok olması ne demektir. bir kere var olmuş bir bilinç yok olabilir mi. işte insan genetik kodlarla önemli kıymetli hissetmeye öyle konumlandırılmış ki. aksi bir hiçliği kabul edemiyor, anlayamıyor nedense. sen duya bağlı ampul değilsin ki elektirik gidince kapanasın. senin bir bilincin var. yok olmaz gibi geliyor. ama belki de oluyor bilemiyoruz. yeterince manyak olmama rağmen ben de bilmiyorum bir şey uyduramıyorum.

    soru 4 aşk

    hmm şimdi akıllı/normal insanların dilinden konuşuyorum sanırım. bunu hepimiz biliyor ve düşünüyoruz aşk. üstüne onlarca soru da soruyoruz ama ben başka birşey soracağım izninizle. ne bok yemeğe aşk diye bişey var. şimdi başından beri anlattığım üzere biz kıymetsiz, genlere hizmet eden organik çorbalarız. genlerdeki kod sonsuzluğa taşınsın diye kıçımızı yırta yırta hizmet edip kendimiz için yaptığımızı sanıyoruz. bizdeki kontrollü bir dalgalanması olan düşünme yeteneği bizi diğer canlılardan farklı ve işlevsel kılıyor ancak o bilinci yönetmesi de bazı sorunlar içeriyor. sonuçta her ne kadar genlere hizmet ediyorsak da bunu fark etmemiz istenmiyor. zira biz insan olarak öbür canlıardan farklı olarak fark edebiliyoruz. bir anlasak köle olduğumuzu anında olay çıkarırız. karşı koymak için organize oluruz. üremeye karşı eylem falan yaparız. bilincin bir diğer getirisi de sosyal yapıya olan etkisidir, biz toplumsal bir sistem yaratabilecek donanımlara sahibiz sonuçta. ancak durum bu olunca hayvanlar gibi sağda solda ürememiz kaptığını tutup kolundan sürüklememiz mümkün olmuyor. yalın haliyle seks bizim gibi bilinç sahibi canlılara ilkel geliyor. işte aşk burada devreye giriyor sayın okur. aşk üreme içgüdülerini toplumsal hayatın anlayabileceği kabullenebileceği hale sokuyor. insan topluluğunu düzenli üremeye itiyor. ve tabiki bu bazı hormonlarca ve yine insanın yarattığı toplumsal sistemin dayatmalarıyla da destekleniyor. yani kısaca söylemek gerekirse aşk seksin üstüne geçirilmiş modern bir kılıftır amacı da olayı da budur.

    oh ulan içimi döktüm azıcık rahatladım. yeni sorularla yeniden görüşmek dileğiyle, salıncakla kalın.

    edit: okudun mu lan gerçekten buraya kadar, yoksa direk sonuna mı baktın?

    ilişkili entryler;
    (bkz: hayat/@limon kimyon zorro)
    (bkz: #19358942)

    (bkz: inanmak/@limon kimyon zorro)
428 entry daha
hesabın var mı? giriş yap