aynı isimdeki diğer başlıklar:
  • yusuf atılgan'ın döne döne okuduğu kitaplardan biri anton pavloviç çehov'un server lünel çevirisi bozkır öyküsüymüş (meb yayınları*). halil şahan sevgili halil kardeş'te (2014) anlatıyor.

    (bkz: fart/@ibisile)
  • (bkz: anton çehov)‘un küçük bir çocuğun gözünden bozkırda geçen yolculuğu anlattığı öyküsünün ismi. yegoruşka, yolda kah üzülür kah sinirlenir. okunası bir hikaye.
  • türkiye iş bankası modern klasikler dizisinin 125. kitabıdır efendim. çehov bu uzun olan hikayesinde bozkırı kitabın ana karakteri yegoruşka'nın gözünden anlatır. bir yol hikayesidir aslında bu kitap. bir çırpıda okunabilecek güzel bir kitaptır.
  • “işte tepenin üstünde tek başına bir kavak ağacı görünüyor; onu kim dikmiş, neden orada, tanrı bilir. düzgün gövdesinden ve yeşil giysisinden gözünü ayıramıyorsun. bu yakışıklı mutlu mudur? yazın yakıcı sıcağı, kışın ayazı ve kar fırtınalarını, sonbaharda sadece karanlığı gördüğü ve öfkeyle uluyan serseri bir rüzgardan başka hiçbir ses duymadığı korkunç geceler, asıl önemlisi de ömür boyu yalnız, yapayalnız...”

    gibi efsane betimlemeler içeren çehov’un eseri.
  • dostoyevski bozkırı, suç ve cezada şöyle (okuyalı çok oldu, biraz kendi yorumum da var) anlatır: bozkır, ilk bakışta ne yaşamdan ne de ölümden bir iz bulamayacağınız uçsuz bucaksız bir boşluktur. ne zaman ki bakışlarınız derinleşir, o zaman steplerdeki yaşam mücadelesini tüm canlılığıyla anlamaya başlarsınız. bu canlılık diğer coğrafyalardakine benzemez; bir su kenarı neşesi, orman cıvıltısı yoktur örneğin. kendine hastır. çoğu içinse sıkıcıdır, kimi içinse korkunç. sadece belli karakterdeki insanlar bozkırda bir dinginlik ve yaşam sevgisi -aslında sevgi de değil; bir takdir, gerçekliği tüm sadeliğiyle bütün hayal ürünü dramadan amade bir kabulleniş- bulur.

    esasen çehov'u, dostoyevski'yi, nuri bilge ceylan'ı var eden bozkırdır. bozkırdan esinlenen ve bozkır teması işlenen yapıtlar, her zaman, gerçekliği en geniş çerçevesi ve olanca sadeliğiyle anlatırlar. gerçek yaşam, şovlarda ve tiyatrolarda kasten üretilmiş bir plana ve sürece bağlı doruk coşum noktalarından yoksundur. bozkırda da böyle öğeler yoktur. her şey yavaş ve sıkıcıdır. tek tük ağaçlarını gördüğünüz zaman yaşamın da bozkıra benzediğini anlarsınız. artiküle edilmemiş sayısız günümüzün arasından sayılı günler çıkarırız ve işte yaşamımız hepi topu bu deriz. halbuki yaşam o sayısız sıkıcı günlerdir, sıkılanların saman diye geçiştirdiği uçsuz bucaksız bozkırdır.
  • türkiye iş bankası kültür yayınlarından modern klasikler dizisinde 125. kitap olarak çıkan, rusça aslından ayşe hacıhasanoğlu tarafından tertemiz çevrilen, bir anton çehov hikayesidir.

    hikayeyi okurken bir abbas kiyarüstemi, nuri bilge ceylan filminin ortasındaymışsınız gibi hissediyorsunuz. çehov bozkırı öylesine betimlemiştir ki, hikayede geçen her şeyin kokusunu, rengini zihninizde canlandırabilirsiniz.

    "bir akıl iyidir, ama iki akıl daha iyidir. tanrı bir insana bir akıl veriyor, bir başkasına iki, diğerine ise üç... diğerine üç, doğru... biri, annenin doğurduğundaki akıl, diğeri okumaktan gelen akıl, üçüncüsü de iyi yaşamaktan... işte böyle birader bir insanda üç akıl varsa iyidir. öyle birisine yaşamayı geçtim, ölmek bile kolaydır. ölmek bile..."
  • bir çocuğun gözüyle anlatılan metinleri hep begenmisimdir. bozkır da öyle... yegoruşka'nın ilim tahsili için başladığı yolculuk onun hissettiklerinden yola çıkılarak okuyucuya veriliyor. hikayeyi guzel yapan unsur ise betimlemelerdir. konu neredeyse yok denebilir bu metinde ama kendini okutuyor hikaye betimelemeler sayesinde. hatta abartmış olmak istemem ama tolstoy'un anna karanina'da levin ile ilgili bölümlerde yer alan betimlemeler ve savaş ve baris'ta yer alan betimlemeler kadar güzel olduğunu düşünüyorum. hacmi cok daha sinirli olsa da.
  • “hayalgücü, büyükannenin ansızın gözlerini açtığını ve nerede olduğunu anlamayarak tabutunu kapağına vurduğunu, yardım çağırdığını ve en sonunda korkudan bitkin düşerek tekrar öldüğünü resmediyordu.”
  • eğitim görmek için annesinden ayrılıp dayısıyla gurbete giden yegoruşka'yı izliyoruz eser boyunca.

    onun gözünden toplumun her kesiminden insana rast geliyoruz, onun hislerine ortak oluyoruz.

    kelimelerle bozkır'ı bu kadar harika resmetmek sanırım sadece çehov'a yakışır. üslubun gücünü yazarın doğayı ele alış şeklinde sonuna kadar hissediyorsunuz.

    betimlemelerde kayboldukça yine kendimizi buluyoruz. çehov sonuçta fazla söze ne hacet...
  • vedalaşmadan önce hepsi oturdu, bir dakika suskun kaldı. nastasya petrovna derin bir iç çekip yaşlı gözlerle ikonalara baktı.

    - pekâlâ, -diye söze başladı ivan ivaniç ayağa kalkarak,- şu halde kalıyorsun...

    yüzünden bir anda o iş bilir adam soğukluğu kayboldu, biraz kızardı, hüzünle gülümsedi ve:

    - bana bak, iyi oku... -dedi.- anneni unutma ve nastasya petrovna'nın sözünü dinle... güzel okuyacak olursan seni bırakmam yegor.

    cebinden para kesesini çıkardı, yegoruşka’ya arkasını döndü, bozuk paraları uzun uzun karıştırıp bir on kapiklik bularak yegoruşka’ya verdi. peder hristofor iç çekti ve acele etmeden yegoruşka’yı kutsadı.

    baba, oğul ve kutsal ruh adına... oku, -dedi peder hristofor.- gayret et, birader... ölürsem, beni unutma. al benden de bir on kapiklik...

    yegoruşka papazın elini öptü ve ağlamaya başladı. içinde bir şey ona bu ihtiyarı bir daha hiç göremeyeceğini fısıldamıştı.

    ivan ivanıç, sanki salonda cenaze varmış gibi bir sesle: - nastasya petrovna, ben dilekçeyi verdim gimnaziyaya, -dedi.– yedi ağustos'ta onu sınava götürürsünüz... evet, hoşça kalın! tanrı yardımcınız olsun. hoşça kal yegor!

    bari bir çay içseydiniz! -dedi nastasya petrovna inler gibi.

    yegoruşka, gözlerine dolan yaşların arasından dayısının ve peder hristofor’un gidişini göremedi. pencereye atıldı, ama artık avluda yoklardı ve biraz önce havlayan kızıl köpek, yüzünde görevini yerine getirmiş bir ifadeyle koşarak kapıdan geri dönüyordu. yegoruşka, kendisi de nedenini bilmeden yerinden fırlayıp odalardan uçar gibi geçti. kapınin dışına çıktığında ivan ivanıç ve peder hristofor, birincisi elinde bastonu, ikincisi ise asasıyla artık köşeyi dönmüşlerdi.

    yegoruşka, şimdiye dek yaşanmış olan her şeyin bu adamlarla birlikte kendisi için bir duman gibi ebediyen yok olduğunu hissetti; bitkin bir halde tahta sıraya çökmüş, onun için artık başlamakta olan yeni ve bilinmeyen yaşamı acı gözyaşlarıyla selamlıyordu...

    nasıl bir yaşam olacaktı bu?

    1888

    anton çehov - bozkır, bir yolculuk hikayesi

    fena halde içlendiğim bir sona sahiptir...
hesabın var mı? giriş yap