• (alm.: blume= cicek. / feld= saha, alan; tarla.)

    blumfeld, franz kafka'nin "blumfeld, ein älterer junggeselle"adli hikayesinin baskisisi. ("blumfeld, geckin bekar" - gozumle gormedim, ama kamuran sipal bunu da turkce'ye kazandirmis olmali.) yazarin her zamanki sirinligiyle, neseli ve sakaci uslubuyla kaleme aldigi bu hikayede... eee... (bkz: franz kafka)
    alm.: http://projekt.gutenberg.de/…/blumfeld/blumfeld.htm
    ing.: http://family.knick.net/thecastle/blumfeld.htm

    blumfeld, adini kafka'nin hikayesinden almis, alman pop grubu. ille de siniflandirmak gerekiyorsa, pop; fakat pek cok yonuyle farkli, kalburustu bir grup oldugu da belirtilmeli. genellikle karamsar, oyle aman aman degil; allah beterinden saklasin: (bkz: goethes erben) sarki sozlerine iki ornek; nasil bir hava uyandiriyorsa, aynen oyle:

    "von der unmöglichkeit, nein zu sagen, ohne sich umzubringen"
    ("hayir demenin intihardan baska yolu yok, mumkun degil")
    pazartesi sabahi uyandim; olu dogmusum, yine de simsiki tutundum. seni ve beni makinelestiren bu makinenin canina okumak istiyorum. iki kisi cok mu fazla, hur olmak icin? yoksa sen mi lazimsin bana, hur olmam icin? “hayir” demenin intihardan baska yolu yok, mumkun degil. huzur nedir bilmiyorum; bu sebepten savasiyorum ya iste, huzur icin. ve boylece huzurum kaciyor, yok iste. olu dogdugum icin, iste bu yuzden, kollarin anlam kazandi; ama hic kucaklamiyorsun ki beni. kendimi goruyorum, senin yanindayim; duyargalarimi da goruyorum, kafadanbacakli gibi. kemiklerim yok artik, onun yerine, yirmi kitabin murekkebi var karnimda. “hayir” demenin intihardan baska yolu yok, mumkun degil. biraz sonra, bedenim bir yaraya donusuyor, kaskati, betondan sanki. biraz sonra, her bir sinirim benzine bulanacak ve atese verilecek. - öl, veya bizim gibi ol.

    "so lebe ich"
    ("iste boyle yasiyorum" - walkabouts tarafindan "that's how i live" adiyla, kisaltilarak "cover"lanmistir: )
    iste boyle yasiyorum, / odamda. / goz acip kapayana kadar, / zamanin icinde bir parcacik, / karanlikta bir sarki, / donuk bir parilti, / zayif bir teselli. / tek vak’a degilim. // tam ortasinda, / zamanin icinde, / her sey durmus, / bir yaprak kagit, / ciliz bir isik, / songs to remember, / nefes almak, umut etmek demek, / bedenim sarki soyluyor, / seni dusunuyorum. // simdiki zaman, bir baskasi, / aramizda dunyalar var, / bir sanci, bir yirtik, / farkli bir sey, / ve sefkat / birbirimize sarilinca, / a certain song, / bir ask sarkisi. // iste boyle carpiyor kalbim, / icimde bir yerlerde carpiyor, / saat baslarini duyuruyor. / durmadan carpiyor, / senin icin ve benim icin, / boyuna carpiyor, / her saniye. / iste boyle yasiyorum. / bircok icinde bir, / tek vak’a degilim. // kendi kendime, kendim hakkinda, / her sey eskisi gibi, / sanciyan bir yerler, / gorunmez lekeler. / sagolasin, seytan efendi, / kendi bilincimi kendim yarabiliyorum, / kendime yetiyorum, cok sukur, / aninda cift goruntu. // ayna oyun oynuyor, / tam otuz yildir, / muhallebi cocugu seni, / bebek surat. / bastan ayaga, / deri ve kil, / etten kandan, / disaridan bakinca boyle, en azindan. // kendi kendime cabaliyorum, / aciyi dindirmeye; / yeni bir ses, / yeni bir anlayis, ne bileyim. / kendimi suclu hissediyorum, / degismek istiyorum; / ne guduk bir istek, / hicbir sey bastan baslamayacak ki. // iste boyle carpiyor kalbim, / icimde bir yerlerde carpiyor, / saat baslarini duyuruyor. / durmadan carpiyor, / senin icin ve benim icin, / boyuna carpiyor, / her saniye. / iste boyle yasiyorum. / bircok icinde bir, / tek vak’a degilim. // yeni bir gun, / hayat eski hayat. / dunyayi donduren kudret, / serbest pazar ekonomisi, / her kuytuya yerlesen, / guneye ve kuzeye hukmeden, / geceyi yoneten, / parayi bolusturen. // direnmek, / baska araclarla; / bir soz, bir yol, / ilk adim. / beklemek. / sehrin karanligi icinden / cikip gelen bir dus, / geliyor ve beni de aliyor yanina. // "show business". / hislerin isaret ettigi / bir sarki, protest; / ruhumun marifeti, tuz ruhu. / ortalik o kadar sessiz ki, / suskun suskun konusuyorum iste; / koskoca bir “hayir”, / oturdugum yerden ta duvara kadar. // iste boyle carpiyor kalbim, / icimde bir yerlerde carpiyor, / saat baslarini duyuruyor. / durmadan carpiyor, / senin icin ve benim icin, / boyuna carpiyor, / her saniye. / iste boyle yasiyorum. / bircok icinde bir, / tek vak’a degilim. // iste boyle yasiyorum, / gece gec vakitlerde; / silik bir suret, / kul rengi yildizlar. / isiltili kure donup duruyor, / calsin diskcokey, oynasin kizlar. / ucus ve dusus, / yeni yiliniz kutlu olsun. // beyaz at, / siyah kus, / ve yanlarinda / bir de palyaco. / bir hic, hic kimse, / geceleyin ve siste, / kuzey isiklari, mevsim kis. / dunyaya guvenmek, ne demekse. // bana seni gerek seni, / vallahi, ispati bile var; / cok yakiniz birbirimize, / ve oyle uzak. / sevebiliriz de / birbirimizi, mumkundur. / telefon aciyorum ara sira, / seni dinlemek hosuma gidiyor. // iste boyle carpiyor kalbim, / icimde bir yerlerde carpiyor, / saat baslarini duyuruyor. / durmadan carpiyor, / senin icin ve benim icin, / boyuna carpiyor, / her saniye. / iste boyle yasiyorum. / bircok icinde bir, / tek vak’a degilim. / iste boyle yasiyorum. / bircok icinde bir, / tek vak’a degil.

    kapsamli bir blumfeld sitesi: http://skyeyeliner.endorphin.ch/
    blumfeld'in bir de kardesi var; muzisyenler karsilikli gelir gider, ayni telden calarlar: (bkz: kante)
  • yaşlıca bir bekardır, hayatı sek seken bir top ile sözcüklere konu olmuştur da kıymetini bilememiştir bu topların.
    (bkz: franz kafka)
  • harikulade bir alman pop-grubu. beyler "intelligent pop" ustalari olarak tanimlanabilirler. en güzel sarkilarindan biri graue wolken'dir.

    ilgililer burdan buyursunlar:
    http://www.blumfeld.net/
    http://skyeyeliner.endorphin.ch/
  • evrensel kültür dergisi'nin 2010 eylül sayısında "kafka öyküleri hakkında bir deneme: blumfeld, yaşlıca bir bekar" adıyla tahlili yayımlanmış olan kafka öyküsünün baş kahramanıdır. özlem bademli imzasını taşıyan makalenin tam metnini kafka meraklıları için paylaşıyorum:

    blumfeld, yaşlıca bir bekâr, bir akşam işten evine geldiğinde odasında, iki küçük topun yerde sürekli sıçradığını görür. toplar parkenin üstünde yan yana sıçrayıp durmaktadır, biri yere vurunca öteki yükselmekte ve oyunlarını yorulmak bilmeden göstermektedirler. blumfeld, birini tutmak ister ama kaçarlar, odanın içinde dolaşırlar, o da arkalarından.. ertesi sabaha kadar türlü sıkıntılarla geçer blumfeld’in toplarla bölünmüş yaşamı. işe gitmeden önce topları hile ile dolaba kilitler ve çocuğuna hediye etmek amacıyla dolap anahtarını hizmetçiye verir. bundan sonra blumfeld’in iş hayatını anlatan ikinci bölümü gelir öykünün. fakat iki küçük top şirin sıçrayışlarıyla aklımıza takılıp kalmıştır. nedir bu topların işlevi? blumfeld’den ne istemektedirler? franz kafka niçin topları kullanmıştır? işte yazımızın konusu budur.
    bizce öyküdeki iki küçük top, sıradanın, rutin olanın sıkıcılığını ve insana verdiği rahatsızlık duygusunu hatırlatan imgelerdir. öyküde geçen “bilemez ki toplardan daha neler beklenebileceğini.”(124) cümlesi, yaşamdaki bu sıkıntının varabileceği bir sınır olmadığını gösterir. aslında burada toplar, sadece hatırlatıcıdır, uyarıcıdır. derhal önlem almazsa blumfeld, bu anlamsız ve boş hayatın içinde yok olup gidecektir. ilk yabancılaşmadır bu. ve belki de bu “iki küçük, beyaz-mavi çizgili selüloit top, parkenin üstünde yan yana zıplayıp”(109) durarak blumfeld’e yardımcı olmak istemektedirler. ne de olsa toplardan neler beklenebileceği bilinmemektedir.
    yaşlı bekâr blumfeld, topların sesinden rahatsız olur ve sıkıntıya düşer. bu sıkıntı aslında hayatın boşluğunun ve tekdüzeliğinin verdiği sıkıntıdır ve düzenin içinde var olmaya devam ettiği (her gün evden işe, işten eve gittiği) sürece bunun sonu yoktur. blumfeld, topları dolaba hapsedip hizmetçinin oğluna hediye eder ve işe gider. fakat dediğimiz gibi bundan kurtuluş yoktur. çünkü işyerindeki iki stajyer de topların işlevini görür, ona ve çevresindekilere sıkıntı verir. odacı ile stajyerlerden biri arasında geçen küçük bir olay bize bunu anlatır. stajyer kendi işini değil de odacının süpürme işini yapmak ister. odacı buna izin vermez ve aralarında bitmek bilmez bir mücadele başlar:
    “ama stajyer ayakuçlarında sıçraya sıçraya, iki elini yakarırcasına birbirine sürerek arkasından gelmiş, şimdi de bu tarafından dileğini tekrarlamaktadır. odacının bu dönüşleri ve stajyerin onun arkasından sekişleri birçok defa tekrarlanır. nihayet odacı kendini her taraftan sarılmış hisseder ve bönlüğü azıcık daha az olsa, daha işin başında anlayabilmesi gerekeni anlar: stajyerden daha çabuk yorgun düşecektir.”(132)
    burada öncelikle stajyer, küçük top gibi sıçrayarak sıradan ve tekdüze olan odacıya sıkıntı vermekte, onu huzursuz etmektedir. hayatta insanların çoğu blumfeld gibi bu “rutin” bataklığına saplanmış durumdadır. oysa odacı, süpürme işini bir günlüğüne bile stajyere verse herkesin hayatında bir değişiklik olacaktır.
    ikinci olarak, bu “rutin” bataklığından kurtulmak pek de kolay değildir. odacının daha işin başında anlaması gereken şey, stajyerden daha çabuk yorgun düşeceğidir. insanın içinde sürekli sıçrayan bu yaşam sıkıntısı çok dirençlidir.( blumfeld de gece yorgun düşmüş ve uyumuşken toplar sabaha kadar sıçramaya devam etmişti.) bunu yok edemeyen insan çareyi “yabancı merci” de arar. fakat yabancı merci de bir çözüm değildir. odacı, stajyeri blumfeld’e şikâyet ettiği zaman blumfeld, otoritesini koyup ikisine de çıkışınca sorun çözülmüş gibi görünür. oysa stajyer yerine giderken bile dik dik onun gözünün içine bakar ve bakışlarıyla meydan okur. blumfeld’i kendilerini dövmekten alıkoymak için dik dik bakan stajyer, sıradan ve acımasız hayatın bir hatırlatıcısıdır. hayat, her şey onun kurallarına göre olsun ister.
    sonuç olarak, yaşamla mücadele etmek zordur. fakat stajyerin ürkekliği de durumun başka bir yönünü ortaya koyar. istense-hayatla kavgaya karar verilse-, onu dövmek göze alınsa, yenmek hiç de zor değildir. çünkü stajyer gibi o da ürkektir. üstünlük taslarken bile bir hamlede yıkılacak gibidir. önemli olan, o hamleyi atabilecek cesarete ve girişim gücüne sahip olabilmektir. blumfeld, bazen topların zayıf olduğunu düşünse de (halı üstünde sıçradıkları zaman) onların var olmalarının bile bir güç demek olduğunu düşünür. topların zayıflığına inandığı anlarda altlarına bir veya iki halı sürerek güçlerini iyice keseceğine inanır. fakat çok geçmeden, bunun kısa süreli bir çözüm olacağına hükmeder ve bu girişimden vazgeçer.
    michael löwy, “franz kafka: boyun eğmeyen hayalperest” adlı kitabında kafka’nın “işkence çeken insanlığın zincirleri büro kâğıtlarındandır.” sözünü şöyle açıklamıştır: “kâğıttan zincirler imgesi ikili anlam taşıyor olabilir. hem resmi belgeleriyle bireyleri köleleştiren bürokratik sistemin baskıcı niteliğini ortaya koyar, hem de eğer insan kurtulmak isterse kolaylıkla yırtılabilen bu zincirlerin geçici karakterini ortaya koyar.” blumfeld de kolaylıkla yakalanabilen ama cesaret gerektiren bireysel özgürlüğünü yakalama çizgisinde bir top gibi gidip gelmekte ve o cesareti gösterememektedir.
    şimdi de öykünün başına dönelim. bu “tamamen yapayalnız hayat”ın iyice sıkıcı olduğunu düşünerek altıncı kattaki dairesine çıkan blumfeld, her gün yaptıklarını yeniden yapacağını bilmenin huzursuzluğunu taşımaktadır: “…gizli gizli sabahlığını giymek, piposunu yakmak, yıllardır abonesi olduğu fransızca dergiyi biraz okumak, bu arada kendi hazırladığı kiraz şnapsından(bir çeşit avusturya içkisi) birkaç yudum almak ve nihayet yarım saat sonra yatağa yollanmak..”(107)
    belki de ilk defa bu yalnızlıktan ve sıradanlıktan huzursuz olan blumfeld, küçük bir köpeği refakatçi olarak almayı bile düşünür. sonra bunun sorumluluğunu üstlenemeyeceğine karar verir ve vazgeçer. kapıyı açıp odasına girdiğinde gördüğü sıçrayıp duran toplar blumfeld’in ilk yabancılaşmasıdır. kendine, dünyaya ve yaşama yabancılaşmıştır.
    blumfeld, sabahlığını giyip pipolukta duran pipolarından birini almak için karşı duvara giderken, toplar durmadan sıçramakta ve onu takip etmektedir:
    “pipoluğun karşısında durur, dudaklarını büzerek bir pipo seçer, pipoyu hazır duran tütün torbasından ayrı bir özenle doldurur ve arkasında topların sıçramalarını yapmalarına aldırmaz. sadece masaya yürürken duraksar, sıçramaların ve kendi ayak seslerinin aynı tempoyla gelişi içine neredeyse acı vermektedir.”(111-112)
    bu acı, bir önceki ve ondan önceki günün aynısını yaşamak zorunda olmanın acısıdır. topların sıçrama yapmasına aldırmaz ama kendi sıradanlığını hatırlattığı anda onlardan rahatsız olur. emile durkheim, “rutin ve sıradanlaşma duygusu bireyin toplumla yabancılaşmasının en önemli etkenlerinden birisidir. tıpkı üretim bandında çalışan bir işçinin yaptığı işin rutiniyle işine yabancılaşması gibi.. sonu intihara kadar gidebilen bir süreçtir. “ der. blumfeld de çağımızın insanı olarak, durkheim’ın bahsettiği yabancılaşmanın acısını çekmektedir.
    “onun için durur, tütünü tıkıştırmayı gereksiz yere uzatır ve kendisini masadan ayıran uzaklığı kararlar. fakat sonunda zayıflığının üstesinden gelir ve bu yolu ayaklarını öylesine vura vura geçer ki, topların sesini hiç duymaz. ne var ki oturduğunda, toplar koltuğunun arkasında gene eskisi gibi, duyulur şekilde sıçramaktadır.”(112)
    blumfeld’in zayıflığının üstesinden gelerek ayaklarını vura vura yürüyüşü, hayatın
    sıradanlığına ilk başkaldırıdır. ve bu durum geçici süreyle top seslerinin kesilmesini sağlar. ama oturduğunda alışılmış olana, sıradana devam ettiği için toplar duyulur şekilde sıçramaya başlar.
    her gün içtiği şnapsı unutarak yeni sayısı gelen fransız dergisini indirir sonra. alışılmış meşgalelerinden geri durmama niyetindedir ama şnapsı içmemesi bile alışılmadık bir şeydir.

    “dergiyi her zamanki, itinayla sayfa sayfa çevirmek yolundaki alışkanlığının tersine rastgele bir yerinden açar ve orada büyük bir resim görür.”(112) rus çarı ile fransa devlet başkanı arasındaki karşılaşmayı gösteren bu resmi incelerken resimdeki rutin olan her şeyi doğal görür. devlet başkanları sevinçli bir yüzle el sıkışırken yanlardaki refakatçiler çok ciddilerdir. ve bu durum tarihi anın ciddiyetini korumaktadır. blumfeld, resimde gördüğü bürokratik düzeni, tekdüzeliği beğense de hayatındaki tekdüzelikten yavaş yavaş uzaklaşmaktadır.

    “blumfeld, ihtiyaç duyduğu her şeyi raftan indirmek yerine, sessiz sessiz oturmakta, hala yakmadığı piposunun kafasına bakmakta”(113) iken beklenmedik bir anda koltuğuyla beraber arkasına döner, toplar da uyanıklıkla aynı anda yer değiştirir ve arkasına saklanırlar. fakat topların bulunduğu masanın altında bir halı vardır ve zıplama sesi pek az duyulur. yani her gün yaşanan sıradanlıkları biraz değiştirince bile topların sesi kesilmekte ya da azalmaktadır. kafka’nın “çin seddi yapılırken” adlı hikâyesinde belirttiği gibi “insan denen varlık elinin kolunun bağlanmasına katlanamaz; kendi kendini bağlamışsa, çok geçmeden çılgın gibi kelepçelerini sarsalamaya başlayacak ve duvarı da zinciri de, kendini de parçalayıp dört bir yöne dağıtacaktır.” blumfeld burada zincirlerinden kurtulma mücadelesindedir. ama karşı duvara hızla çarpan bir top gibi yeniden umutsuzluğun pençesine yuvarlanır: “onların var olmaları bile belli bir güç demektir.”(113) diye düşünür ve topların altına iki halı daha sermekten vazgeçer. bunun geçici bir çözüm olduğuna karar verir. toplar güçlü, kendisi güçsüzdür. “dünya ile savaşta dünyanın tarafını tut.” diyen kafka, blumfeld’e de dolaylı olarak bu düşünceyi söyletmiştir.

    stajyerle mücadelede başarılı olamayan odacının çareyi “yabancı merci”de arayarak, stajyeri blumfeld’e şikâyet etmesi gibi, blumfeld de bir yabancı merciye yönelir: “şimdi bir köpek blumfeld’in çok işine yarayabilir, şöyle genç, vahşi bir hayvan topların üstesinden gelecektir; blumfeld bu köpeğin patileriyle topları yakalamaya çabalayışını gözünün önüne getirir, onları oldukları yerden kovalayışını, odanın bir ucundan öbür ucuna sürüşünü, sonunda da dişlerinin arasına alışını. pekâlâ olabilir. blumfeld yakın gelecekte bir köpek edinebilir.”(113)

    fakat şimdilik ortada sadece blumfeld olduğu için kendisi bir çözüm üretmelidir, “..onun da şimdi canı topları mahvetmek istememektedir, belki de buna sadece içindeki azim yetmemektedir.”(114) blumfeld, kendi içindeki kemikleşmiş duyguları yıkacak güce sahip değildir, bu nedenle de kendi özgürlüğünü yakalayamayacak, arada kalmış, sıkışmış, tutsak ve sıkıntılı yaşamına devam edecektir.

    öykünün evde geçen birinci bölümüyle işyerinde geçen ikinci bölümü arasında sıkı bir ilişki vardır. birinci bölümdeki sıçrayan topların yerini, ikinci bölümde stajyerler alır. blumfeld evden ayrılıp görevli olduğu çamaşır fabrikasına giderken işe dair düşünceler, evdeki toplarla ilgili düşüncelerini bastırır. gecikmeye rağmen yazıhanesine ilk giren kendisi olur. altında çalışan stajyerlerin ayakta çalıştığı iki kürsüyü görünce stajyerlerle ilgili bunaltıcı düşünceler sarar beynini. toplar ne kadar dolapta hapsolup kalmışsa da blumfeld’in iş yaşamında, doğal olarak sıçrayıp durmaktadır zaten. stajyerle odacının girdiği tartışmada kafka’nın stajyer için kullandığı “sıçraya sıçraya”, “onun arkasından sekişleri” gibi kelimeler topların blumfeld’in etrafındaki sıçrayışlarını hissettirir. odacı da blumfeld’in toplar tarafından sarılması gibi, kendini her taraftan stajyerle sarılmış hisseder. tüm bunlar da blumfeld’in etrafını sarar ve onu yorgun düşürür “blumfeld’in başı çok derttedir onlarla, sırtına binmiş olan o dev işte stajyerler kendisine yeterince destek olmaktan çok uzaktırlar.”(124)

    blumfeld, fabrikanın kendi çalıştığı bölümdeki işinin zor ve büyük olduğunu düşünmektedir. bu bölümde en yetkili çalışan olarak yirmi yıldır ve şaşmadan çabalamaktadır. fakat fabrikatör-bay ottomar- blumfeld’in işine hak ettiği değeri vermemektedir. “böyle kadri bilinmeyen biri olmak blumfeld için elbet üzücü bir şeydir, ama bunun çaresi yoktur.”(125) buna rağmen çalışmaktan vazgeçmez, patronun küçümsemelerinin yanı sıra diğer çalışanların da küçümsemelerini görmezden gelir. işlerin büyümesi sebebiyle yanına bir stajyer verilmesini istediğinde “en çetininden mücadelelerle haftalar harcamıştır.”(126)

    patronun, “söylediklerine neredeyse hiç kulak vermeyişi, blumfeld ricasını dile getirirken başka birileriyle konuşması, yarım ağızla vaatler vermesi, birkaç gün sonra her şeyi unutması”(127) bile blumfeld için hakaret değildir. çünkü “blumfeld hayalci biri değildir, şeref ve takdir ne kadar güzel de olsa, blumfeld onlar olmadan da edebilir; o her şeye rağmen, olabildiği sürece sebat eder, ne de olsa haklıdır ve bu hak günün birinde, her ne kadar bazen uzun sürerse de, payı olan takdiri elde edecektir.“(127) bu bekleyiş, topların takırtısını duyurur kulağımıza.

    günün birinde blumfeld’e iki stajyer verilir. yazarın “hem iki stajyer birden verilir, ama ne stajyerler!”(127) diye özetlediği iki genç adamla ilgili blumfeld şöyle düşünür: “evet, insanın içinden bunları bir öğretmene emanet etmek bile gelmez, yerlerinin henüz annelerinin yanı olduğu o kadar bellidir. daha doğru dürüst hareket edememektedirler, uzun zaman ayakta durmaktan, hele ilk zamanlar, alabildiğine yorulmuşlardır. kendilerini bir gözleyen yoksa zayıflıklarından hemen dizleri kırılmaktadır, bir kenarda eğri büğrü, iki büklüm durmaktadırlar.”(128)

    blumfeld’in stajyerlerin kendinden öğrendikleriyle tecrübe kazanarak işi kavrayacaklarına dair umutları “ne yazık ki hepten boş umutlar”(129) olur. yazıhanede işin başlamasından hiç değilse yarım saat önce işe giden, çok geçmeden işe dalan ve başka hiçbir şey düşünmeyen blumfeld’in böyle stajyerlerle bir arada çalışmak zorunda kalması elbette ki ona sürekli rahatsızlık vermektedir. o, yaptıklarını “gözü yukarıda olduğu için değil, aşırı bir görev bilinci için değil, belli bir ahlak duygusu onu buna ittiği için”(130) yapmaktadır.

    bu adaletsiz dünyada hak ettiği takdiri bir gün göreceği düşüncesi hala devam etmekte midir bilinmez ama öykünün sonunda blumfeld, odacıyla girdiği süpürge tartışmasından dolayı stajyere çıkışınca, hayatın acımasızlığıyla bir kez daha yüzleşir. “stajyerler hemen dediğine uyarlar, ama utanmış olarak, başlarını eğerek değil, daha çok, dimdik blumfeld’in önünden geçer, dik dik gözünün içine bakarlar, sanki böylece onu kendilerini dövmekten alıkoymaya çalışırmış gibi.”(133) yani kaybetmiştir dünyayla girdiği savaşı blumfeld. suçlular, başını eğmeden dimdik yürümektedir bu dünyada. hayat, gözdağı vermektedir sürekli. kafka’nın “bir kavganın tasviri” öyküsündeki gibi, hayatla başlatılan kavgayı, hayat kazanmıştır. blumfeld, tutsak ve ezik olarak yaşamaya devam edecektir, hayata yenilmiştir, hak ettiğini kazanamamış, stajyerlerin eziyetini çekmeye devam etmiştir.

    işte bu karamsar tablo okuyucunun da içini karartmak, umudunu kırmak üzeredir ki, birden şu cümleler çıkar karşımıza ve umudumuzu yeşertir: “oysa tecrübelerinden çıkarabilecekleri bir ders vardır ki, blumfeld prensip olarak asla dayak atmaz. fakat stajyerler fazlasıyla ürkektir, her zaman ve hiçbir incelik hissetmeksizin, sahiden olan veya var görünen haklarını korumaya çalışmaktadırlar.”(133)

    hayat, ne kadar başı dik olursa olsun, ne kadar gözdağı verirse versin, ürkektir aslında. kendinde bazı hakların olduğuna inanır (sahiden olan veya var görünen haklar) ve bu hakları dirençle korumaya çalışır. blumfeld, prensip olarak asla dayak atmadığı için, hayatla adamakıllı bir kavgaya girişemez. evet, hayata yabancılaşır ama buradan bir çıkış bulamaz, mücadele edecek güce sahip değildir, ürkektir. o ürkek olduğu sürece, hayat dik dik gözünün içine bakacak ve kendi ürkekliğini bu bakışlara gizleyecektir.

    peki ya “prensip olarak asla dayak atmayanlar ”dan olmazsak? bize dikilmiş bir çift gözün içine içine bakarsak ve kavgaya adamakıllı dalarsak, önümüzde zıp zıp zıplayarak bizi huzursuz eden iki top görebilir miyiz? başkaldıran, köle olmayı reddeden insan, içinde mücadele gücünü taşıyan insandır. “dünya ile savaşta dünyanın tarafını tut”mayandır. işte bu insan, hayatın ürkek gözlerinin içine dik dik bakabilir ve kendi hayatını özgür iradesiyle yönlendirebilir. kafka, “blumfeld, yaşlıca bir bekar” öyküsünde bize bu yolu göstermiş ama kendisi hayatı boyunca bir kabus gibi bu dev dünyada çıkışsız kalmış, eserlerini de hep kaybedenlerin bakış açısından yazmıştır. james hawes’in deyimiyle “kafka’nın yapıtları, çağdaş laik insanın her türlü bitkinliğiyle ve her şeyden kaçıp kurtulma isteğiyle yüklüdür.” blumfeld, yaşlıca bir bekâr, bitkinliğiyle ve zayıflığıyla, “dünya ile savaşta dünyanın tarafını tutanların” yanında olmayı tercih etmiş ve kaybedenler safında yerini almıştır.
  • indie-pop grubu . 'almanca şarkı mı olur bee o ne kaba dil ' diyenlere bir cevap niteliğindedir sanki şarkıları . sürükleyici , çarpıcı , kimi zaman melankolik kimi zaman hırçın .
    grubun solisti jochen distelmeyer 'a ise aşık olmamak elde değildir zira en başta sesi tapılasıdır .

    herkes dinlemeli ,dinletmeli bence . o derece . hatta başlangıç olarak ''diktatur der angapassten '' hoş olabilir .

    saygılar .
  • grup hamburgerdir.
    (bkz: hamburg)
hesabın var mı? giriş yap