*

  • sucun ve cezanin sahsiligi ilkesine aykırı bir fiiliyattır.

    ancak ceza hukukunun en temel ilkelerden birine aykırılık teşkil etmesi bir kısım zihnin bunu makul görmesine engel olmaz. bu bir kısım zihinlere göre, toplum içinde işlenen günahlardan ötürü tüm toplum cezalandırılabilir. allah o toplumun tümüne ceza verir.

    işte bu bağlamda hastalıklı zihinlerin başkalarının hayatına ve tercihlerine karışmalarının teorik alt yapısı oluşturulur, başkalarının hayatına karışmak meşrulaştırılır. zira başkalarının işlediği günahlardan ötürü kendilerinin de risk altında olduğunu düşünüp o günahları engellemeyi kendilerine misyon olarak belirlerler.

    bunun için arkadaşımın üsküdarda kendi halinde yürüyen yaşlı annesi başı açık diye türbanlı güruhunun sözlü saldırısına uğrar. bunun için depremler ve diğer doğal afetler işlenen günahlara bağlanır. bunun için anadolu'da günah olduğunu düşündükleri şeylere tanık olan ortalama insanlar "başımıza taş yağacak tü tü tü" derler. bunun için yabancı dilden çevrilen eserlere bile "çünkü çok günah işlemeye başladık. allah'ı büsbütün unuttuk, onun için. böyle giderse elbette kötü son gelir." gibi cümleler zerkedilir. (bkz: #9941926) bunun için kene belası bile fuhuşa bağlanır: (bkz: kirim kongo kanamali atesi nin sebebi fuhus)
  • ademle havva'nın cennetten kovulmasına sebep olan günah yüzünden hristiyanlıkta insanların dünyaya günahkar geldiği inancının varlığı gibi hede, ki bu yüzden vaftiz olunup arınılır.
  • sadece bkz vermeyi sevmesem de örnek olması sebebiyle;

    (bkz: havva)
    (bkz: cennetten kovulmak)
    (bkz: sodom ve gomore)

    biri ilahi adalet mi dedi? yok canım..
  • spesifik manada, temelinde islam'ın baba metni olan kuran-ı kerim yatar bu hususun, hiç tartışmasız. dinin fikriyata ve sosyal yaşama yönelik nasihatleri sembollerle anlatılarak bir bütün halinde din dili oluşmuş olur. dinin uyarıları da tabiidir ki, inananların anlayabildiği kadardır. yine başlarındaki sembol yorumlayıcılarının (din adamı olduğu sanılanların) inananlardan beklediği biat performansıyla doğru orantılı olan dogma pratiği de teorinin önüne geçmiş olur. evvela olguyu analiz edelim.

    "başkası"

    başkası, aynı dinin mensupları arasında dinin yorumlayıcılarının dini kaynaklardaki sembollerden çıkartmış olduğu günah ya da sevabın sahiplerinden biri olup, diğer din mensuplarının gözetimindedir. yapacağı her adım bir başkasının sorumluluğu kapsamına da girer. bu durum çağdaş dünyada bireyin "başkalığından doğan" hak ve özgürlüklerini deler, öyle bir deliştir ki bu, yüzyıllar geçmiş de olsa üstünden, esas kaynağın kutsal metin / tanrı kelamı ya da tanrı'nın esinlemesi olmasından ötürü bir türlü engellenemez. aslına bakılırsa engellenmesi de düşünülmez. herkesin bir başkasının davranışlarından sorumlu olması, din mensuplarının bireyleşmesini engeller. kişi özgür bir birey haline geldikçe, diğerlerinin davranışlarını daha az gözetir buna mukabil daha az gözetlenir hale gelir. daha doğrusu şöyle söylemek gerekir, gözetleme ve gözetlenme durumları değişir. zira birey hak ve özgürlüklerinin yaşanabileceği yerde de ("yaşandığı" diyerek bir ülkeyi veya toplumu örneklemem gerekir, bunu da kesin bir şekilde yapabilmem mümkün değil, neresidir orası? bileniniz varsa, gönül rahatlığıyla gidebilir.) kutsal metinlerin yerini alan sosyal ve bireysel yaşama yönelik huzur amaçlı yasaların gerektirdiği bir gözetleme / gözetlenme durumu vardır. örneğin vatandaşlar, minibüste lahmacun yiyen bir vatandaşı uyararak gerekirse minibüsten çıkartabilmelidir. zira müşterek huzur bilinci, lahmacun yiyenin çoğunluğa bıçak sallayarak içlerinden birini öldürmesine değil, çoğunluğun özgürlük alanını daraltan bu vatandaşın, ortamı terk etmesine sebep olmalıdır. müşterek huzur bilincini sağlayacak olan yasalardır. yasaların sağlıklı işleyebilmesi için gerekli koşul da eğitimli insanların üzerinde uygulanabilirliğidir. eğitimsiz, görgüsüz ve müşterek huzur bilincinden yoksun insanların ülkesinde minibüste lahmacun yiyen kişi, bundan rahatsız olan başka bir kişiyi ancak ve ancak öldürür.

    o halde anlaşılıyor ki, sosyal huzurun sağlanmasında başkalarını gözetleme veya başkaları tarafından gözetlenme geçer akçedir. peki biri çıkıp şunu öne sürebilir mi: "tam bu noktada şunu söylemek istiyorum, burada bahsedilen 'gözetleme ve gözetlenme' durumunu sağlayabilecek gücün dinin ahlak yasalarında olduğunu düşünemez miyim? öyle ya benim inandığım din, toplumun huzurunu sağlayacak yasaları içermektedir. hırsızlığı; cana, mala kast edilmesini, tecavüzü, kısacası her türlü haksızlığı yasaklayıp, insanları iyiye yönlendirmektedir. (bunu şöyle örnekleyebiliriz, novum testamentum, ad timotheum 1.9-10'da şöyle denir: "çünkü biliyoruz ki, yasa doğrular için değil, yasa tanımayanlarla asiler, tanrısızlarla günahkârlar, kutsallıktan yoksunlarla kutsala karşı saygısız olanlar, anne ya da babasını öldürenler, katiller, fuhuş yapanlar, oğlancılar, köle tüccarları, yalancılar, yalan yere ant içenler ve sağlam öğretiye karşıt olan başka ne varsa onlar için konmuştur." / "9. sciens hoc quia iusto lex non est posita sed iniustis et non subditis impiis et peccatoribus sceleratis et contaminatis patricidis et matricidis homicidis 10. fornicariis masculorum concubitoribus plagiariis mendacibus periuris et si quid aliud sanae doctrinae adversatur"; yine novum testamentum, ad corinthios 1.6.9-10: "günahkârların, tanrı egemenliği'ni miras almayacağını bilmiyor musunuz? aldanmayın! ne fuhuş yapanlar tanrı'nın egemenliği'ni miras alacaktır, ne puta tapanlar, ne zina edenler, ne oğlanlar, ne oğlancılar, ne hırsızlar, ne açgözlüler, ne ayyaşlar, ne sövücüler, ne de soyguncular." / "9. an nescitis quia iniqui regnum dei non possidebunt nolite errare neque fornicarii neque idolis servientes neque adulteri 10. neque molles neque masculorum concubitores neque fures neque avari neque ebriosi neque maledici neque rapaces regnum dei possidebunt" ) o halde ben din yasalarıyla yönetilmeyi isteyemez miyim? inandığım dinimin bazı yasalarının çağdaş dünyayla bağının, uygunluğunun olmadığı düşünülüyor; o halde mevzunun ehli din adamları bir araya gelip, din gerçeğini cahil halka anlatsa, dinden kaynaklandığı düşünülen yanlışları ortaya koysa da çağdaşlıktan kasıt neyse, ona uygun bir biçimde tüm dindarların sosyal huzur adına kimi çarpıklıklardan kurtulması mümkün olabilir mi? ben olabileceğini düşünüyorum. siz ne dersiniz?"

    böyle düşünen vatandaşa, cevabı analizimizin "günah" başlığında vermeye çalışacağım.

    "günah ve ceza"

    günahı tanımlamak basit görünür. öyle ya tanrı'nın veya tanrıların, dinin "yapma" dediğini yapmaktır. bu haliyle her şey basit görünüyor, öyle ya açarsınız dini kaynakları, peygamberlerin söylediklerini; ve kendinize dersiniz ki: "evet ben bundan sonra şunu şunu yapmayacağım, şunu şunu yapacağım." peki "insanın kendisinin, bir başına almış olduğu bu karar", toplumun esenliği için yeterli mi? eğer yeterli olmuş olsaydı; neredeyse her dinde kendini göstermiş olan mezhepçilik, ayrımcılık ve dinler arası savaşlar, kan dökmeler olur muydu? aynı tanrı'dan, aynı peygamberden hatta ve hatta aynı kutsal metinden hareketle farklı yorumların çıkartılabildiği bir ortamda, kişinin kendisine hangi günah ile hangi sevap üzerine söz vererek toplumun esenliğine fayda sağlayabileceği düşünülebilir? mezhepçilik, ayrımcılık hem dinin içinde hem de dışında kalanlar için ciddi bir problemdir. francis bacon, bunun üzerinde ciddiyetle durur. der ki: "din insan topluluğunda en temel birleştirici unsur olduğundan, bizzat kendi içinde de bir birliğe ve merhamet bağına sahip olması gerekir." (francis bacon, sermones fideles sive interiora rerum iii. de unitate ecclesiae: "cum religio sit praecipuum humanae societatis vinculum, par est ut et ipsa debitis verae unitatis et charitatis vinculis astringatur.") hatta mezhepçiliği, ayrımcılığı kendisine özgü bir 'utilitarian'lıkla yorumlar. dinde aykırı bir şekilde bölünmeler olduğunda, sadece dinin içindekiler değil, dışındakiler de bundan zarar görür. bunu da yeni ahit'te yani tam haliyle novum testamentum epistulae ad corinthos i.xiv.23 'te açıkça görürüz: "si ergo conveniat universa ecclesia in unum, et omnes linguis loquantur, intrent autem idiotæ, aut infideles: nonne dicent quod insanitis?" ("inançsız ve aptal biriyle bir araya geldiğinizde sizin her birinizin farklı farklı konuştuğunu işitince, size deli olduğunuzu söylemeyecek mi?") bacon ise bunu şöyle açımlar: "hiç kuşku yok ki din konusunda bu kadar çok fikir ayrılıklarımızın olması, birbirimizle didişmemiz hiç de hoş bir şey değildir. bu durum insanları kiliseden uzaklaştırarak alaycıların tarafına yönlendirir." (a.g.e.: "neque sane multo melius se habet, cum athei et homines profani tantas in religione lites et opinionum dimicationes intueantur.")

    kolayca anlaşılabileceği her uyarı aslında salt zihinlerde bile olsa gerçekleşme imkanı bulunan bir korkunun neticesidir. hiristiyanlıktaki bölünmelerin, insanları dinsizliğe / alaycılığa sevk edebileceği düşüncesi bir hiristiyan için korkutucu bir düşüncedir, ancak büyük bir çoğunluğu, o dinin üyelerinden oluşan bir toplumun esenliği de tehlikeye girmiş olur. dindarlar arasında olduğu kadar dindar olmayanlar arasında da daha fazla kan akar, dini veriler giderek daha tehlikeli hale gelir. her şey günah olur, her şey sevap. birisi için günah olan, diğeri için sevap olur. birisi sevap için diğerini öldürür, diğeri günah diye, toplumun en temel gereksinimi / hakkı olan esenliği delip geçer. hani dedim ya korku sadece zihinlerde kalmaz diye, bunun örneği islam'daki bölünmelerde görülmüştür. muhammed peygamberin ölümünün hemen ardından ebubekir ile ebu ubeyde arasındaki tartışmalar çok büyük gerginliklere sebep olmuştur. ne zaman ki ömer gelip de ebubekir'i alelacele yapılmış bir seçimle halife kılmıştır, işte o vakit yönetim üzerine tartışmalar durulmuş gibi olur. işin tuhafı muhammed peygamberin daha sağken kendisinden sonra yerine geçmesi gerektiğini söylemiş olduğu aktarılır, ancak peygamberin ölümünden hemen sonra ali, onun cenaze işleriyle uğraşmakta olduğundan "kim başa geçmeli?" sorununda gerekli söz sahipliğini gösterememiştir. ve islam'daki bölünme şöyle gerçekleşir: şii ve anadolu alevi-bektaşi kesimi, ali'nin ilk halife olması gerektiğini hadislere dayanarak iddia ederken, sünni kesim ise ebubekir, ömer, osman ve ali şeklinde cereyan etmiş olan sıralamayı doğru bulur. (ali canip olgunlu, ana tanrıça'dan mevlana'ya, sf.289, karakutu yay. 3. baskı, istanbul 2007) hadislerin sahihliğinin yüzyıllardır tartışılması pek doğaldır. bana kalırsa dindeki bölünmenin ve mezhepçiliğin tek yararı, çeşitlilik sayesinde dindeki dogmaların sebep olduğu toplum esenliğinin üstünde başka suni değerlerin güçlenmesinin önüne bir nebze olsun geçilebilmesidir. ancak bu da yetersizdir. zira bu konunun başında da belirttiğim gibi, birinin günahı öbürünün sevabına denk gelecek şekilde bir bölünmeden sadece ufak tartışmalar değil, kan da çıkar, kan davası da!

    bölünme, kavram açısından da risklidir, uygulama açısından da. islam'dan örneklersek, bir taraf muhammed peygamberin, kendisinden sonra yerine ali'nin geçmesini istediğini iddia ediyor, diğer kesim ise yine peygamberin "ebubekir'inki hariç, mescid'e açılan bütün kapıları kapatın..." ve "bir sualiniz olursa ve beni bulamazsanız ebubekir'e gidin" gibi hadislerini öne sürerek ebubekir'in geçmiş olmasını doğru buluyor. (a. c. olgunlu, a.g.e., sf.290) bölünme o denli şiddetlidir ki, ne ali'ci ne de muaviye'ci olan hariciler sonunda iki katil tutarak birini ali'ye diğerini muaviye'ye yönlendirmiştir. bu iki katilden sadece biri başarılı olmuş ve ali'yi namaz kılarken öldürmüştür.(a.c. olgunlu, a.g.e., sf.300) dahası islamiyet daha ilk yüzyılında öyle kanla doldurulmuştur ki, insanın "bölünme"yi mantıklı ya da yukarıda dediğim gibi tek taraflı dogma baskısına set çeken "çeşitlilik" olarak görmesi imkansız. dinde öyle bir bölünme düşünün ki, kutsal kitabın ve dini geleneğin doğal olarak en büyük ismi olan peygamberin ailesi, o öldükten sonra -daha dinin ilk yüzyılında- katledilmiş, veda haccı'ndaki hutbesinde dile getirmiş olduğu "ehl-i beyte zarar vermeyin" uyarısı dinlenmemiş! hatta muhammed peygamberin "iki gözü nurum" diyereke sevdiği söylenen hasan ve hüseyin 'den ilkini zehirleyen, ikincisini ise kerbela'da feci bir şekilde öldürten yezid halifeliğini sağlamlaştırmıştır. ilginçtir ki, hem muaviye'nin hem de oğlu yezid'i "hz." ünvanıyla ananlar vardır! yani hazret'lik statüsünün kendisinde bile kan akıtmışlık vardır. gelin şimdi, çeşitliliğin faydalarından söz edin de göreyim! ayrıntılı bilgi için imamlara bakmak önemli:
    (bkz: imam malik) (bkz: imam hanefi) (bkz: imam şafi) (bkz: imam hanbeli)

    ayrıca şu da var, "günah" haşin bir kavramdır. tanrı'ya yakıştırılan her kelam ciddi bir sorumluluktur inanan için. zira en büyük idolü tanrı belirlemiş olur. hatta şunu pagan dünyasına öykünerek rahatlıkla söyleyebilirim ki, tanrı en büyük idoldür, örnek alınasıdır. onu örnek alan inançlı kişi aslında "tanrılaşmış" sayılmaz, ona yaklaşmış olur. ilginçtir ki, xvii. yy. kafasına sahip olan bacon'ın, sözlerini "bir pagandan işitilmeyecek kadar soylu" olarak gördüğü stoacı seneca'nın de providentia'sında, iyilik yapmak, iyi olmak da tanrı'ya yaklaşmak demektir. yani tanrı'yı idolleştirmek, örnek alınası kılmak salt tektanrılı inanç sistemlerinin getirdiği bir şey değildir. hatta o eserin bir yerinde "tanrı'nın oğlu" ifadesi geçer ki, isa'nın tanrı'nın oğlu olması bahsine de cuk diye oturur, konumuz o değil. tekrar tanrı'yı örnek almaya gelirsem, "günah" haşin bir kavramdır demiştim, inandığınız tanrı'nın şunları dediğini düşünün:

    "insanları öyle bir felakete uğratacağım ki, körler gibi, nereye gittiklerini göremeyecekler. çünkü bana karşı günah işlediler. su gibi akacak kanları, bedenleri yerde çürüyecek." (1)

    "halkımın arasındaki bütün günahlılar,'kötülük bizi bulmaz, bize erişmez' diyenler kılıçtan geçirilecek." (2)

    "tanrı günah işleyen melekleri esirgemedi; onları cehenneme atıp karanlıkta zincire vurdu. yargılanıncaya dek orada tutulacaklar." (3)

    "yemin olsun biz, senden önce de resulleri toplumlarına gönderdik, onlara açık kanıtlar getirdiler. nihayet, günah işleyenlerden öc aldık. inananlara yardım etmek bizim üzerimizde bir haktı." (4)

    "her birini kendi günahı ile yakaladık. bazılarının üstüne taş yağdıran bir kasırga gönderdik. bir kısmını, o korkunç titreşimli ses yakaladı. onlardan, yere batırdıklarımız da oldu. bazılarını da boğduk. allah onlara zulmedecek değildi. fakat onlar kendi benliklerine zulmediyorlardı." (5)

    bu söylemlerin geçtiği yerler:

    (1) (eski ahit) vetus testamentum, zephaniah 1.17: "et tribulabo homines et ambulabunt ut caeci quia domino peccaverunt et effundetur sanguis eorum sicut humus et corpus eorum sicut stercora." http://biblos.com/zephaniah/1-17.htm
    (2) vetus testamentum, amos 9.10: "in gladio morientur omnes peccatores populi mei qui dicunt non adpropinquabit et non veniet super nos malum." http://biblos.com/amos/9-10.htm
    (3) novum testamentum, epistula petri 2.2.4: "si enim deus angelis peccantibus non pepercit sed rudentibus inferni detractos in tartarum tradidit in iudicium cruciatos reservari." http://biblos.com/2_peter/2-4.htm
    (4) kuran-ı kerim, rum suresi 47.
    (5) kuran-ı kerim, ankebut suresi 40.

    şimdi görüldüğü gibi tanrı'ya yaklaşmak istediğinizde, üç büyük tektanrılı dinden hangisine mensup olursanız olun, günah işleyeni sukunetle karşılayabilmeniz mümkün değil. o halde ibadetiyle, sosyal ve bireysel yaşamındaki tutumlarıyla tanrı'sının istediği gibi olan insanın, yine aynı yaşama biçiminde günahkar kabul etmiş olduğu "başka"larını cezalandırmak istemesi en azından şu meşhur (aynı zamanda meş'um) "mahalle baskısı" kavramıyla (inceleyiniz: http://www.dailymotion.com/…mardin-performance_news ; http://www.radikal.com.tr/…iclename&date=31.05.2008) dile getirilen şey kaçınılmaz olur. böyle bir durumda, baskı altında kalan insanın sığınacağı yer neresi olacak? daha dindar olanların yanı mı yoksa, daha da "günahkar" olanların yanı mı? ne tarafa yönelse, itilip kakılacaktır. en nihayetinde meçhul biri veya birileri tarafından arabasına bomba konulmasına gerek duyulmayacak, açık bir şekilde yasalar önünde dinin gereklerini yerine getirmemiş bir sapkın olarak yargılanıp ya taşlanacak ya da öldürülecektir. idam cezasındaki tanrısallık da zaten nedir ki? başka bir şey olabilir mi? vicdanı yaralanmış toplumda idam cezası morfin etkisi yapar, kafalar uyuşur, gönüller bir vaka karşısında bir olur. o halde "günahkar" olanın kurtuluşu yoktur; tıpkı isa'nın yahudi'ler tarafından ölüme yollanması gibi, mazdak'ın müslümanlar tarafından harcanması gibi, hatta ilk hiristiyanların, paganlardan, pagan tapınaklarından yüzyılların intikamını almaları gibi, tıpkı sırtına allah yazılı dövme yapan adamın katledilmesi gibi yani kısacası "başkasının günahının cezasının herkese verilmesi" gibi...
  • karma yasasi acisindan bakarsak "kolektif karma"ya tekabul eder. her parca, butune baglidir. bu nedenle de hersey, mutlak dogruluga egilim gosterir. dolayisiyla daha genis ele alindiginda karma, bizim bir butun olarak toplumla aci cekmemizi ve toplumla sevinmemizi saglar. icsel yalitim degil, tumel yasamdir aslolan..
hesabın var mı? giriş yap