*

  • kavafis'in muhtesem bir siiri. varolusunu vehmettigi dusmana baglamis zavalli ruh halini etkileyici bir sekilde anlatir bana gore. ...ya barbarlar yoksa? cevat çapan cevirisi asagidaki gibidir

    barbarlari beklerken

    neyi bekliyoruz böyle toplanmış pazar yerine?
    bugün barbarlar geliyormuş buraya
    neden hiç kıpırtı yok senatoda?
    senatörler neden yasa yapmadan oturuyorlar?
    çünkü barbarlar geliyormuş bugün
    senatörler neden yasa yapsınlar?
    barbarlar geldi mi bir kez, yasaları onlara yapacaklar.
    neden öyle erken kalkmış imparatorumuz?
    şehrin en büyük kapısında neden kurulmuş tahtına,
    başında tacı, törene hazır?
    çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
    onların başbuğunu karşılamaya çıkmış imparatorumuz
    bir de kocaman ferman hazırlatmış
    ona rütbeler, ünvanlar bağışlayan.
    iki konsülümüzle yargıçlarımız neden böyle
    işlemeli, kırmızı kaftanlar giyinip gelmişler?
    neden böyle yakut bilezikler parlak
    görkemli zümrüt yüzükler takınmışlar?
    ellerinde neden böyle altın,
    gümüş kakmalı asalar var?
    çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
    onların gözlerini kamaştırırmış böyle takılar.
    ünlü konuşmacılarımız nerde peki,
    neden her zamanki gibi söylev çekmiyorlar?
    çünkü barbarlar geliyormuş bugün,
    onlar pek aldırmazmış güzel sözlere.
    nedir bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa?
    (nasıl da asıldı yüzü herkesin!)
    neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,
    neden herkes dalgın dönüyor evine?
    çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi.
    ve sınır boyundan dönen habercilere göre,
    barbarlar diye kimseler yokmuş artık.
    peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan?
    bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.

    (bkz: kavafis)
  • hep yakındıkları sorunları olan insanların durumunu süper anlatan, başında beğenmediğim sonunda bayıldığım bir adet kavafis şiiri. trajedi meraklısı olarak dilimize çevirebileceğimiz drama queen'lerin hep sorunlu takılarak aslında hayatlarını kolaylaştırmalarının eski dilden şiir halinde anlatılması...
  • "...
    adamın korkuları vardır,
    korkunç teorileri...
    ve adam hazırlıksız
    yakalanmak istememektedir.
    çünkü ona göre,
    sabah kalktığında şehir
    hunların eline düşmüş olabilir
    yahut yahudi mahallesinde bir ana,
    ruhani çalkantılarla,
    haleluyalarla dolu
    yeni binyıl için
    yeni bir mesih
    doğurmuş olabilir, mesela.

    yine ona göre, her sabah
    aklımızı kundağından çıkarıp
    gözlerimizi oğuşturarak,
    bakmamızı bekleyen
    hep aynı aynalardan,
    itmemizi bekleyen
    hep aynı kapılardan,
    geçmemizi bekleyen
    hep aynı sokaklardan,
    aynı sofalara açılan
    aynı odalardan,
    aynı masalarda
    aynı adamlardan,
    aynı adamlarda
    aynı oyuklardan,
    aynı sahnelerde
    aynı oyunlardan,
    aynı ayinlerle
    aynı dualardan,
    aynı lahitlerde
    aynı mumyalardan
    geçerek oyula oyula.
    geçerek ufala ufala...
    ..."
    ` : cahit koytak, cennetin tavan resimleri`
  • 2007 mayıs ayında yapılan edward said anma konferansının başlığı idi aynı zamanda... manidar değil mi olric?
  • barbarları beklerken, tipik bir j. m. coetzee kitabı. detaylı ve müthiş betimlemeler, düşünceleri okurken neredeyse kendisi haline geldiğimiz bir roman kişisi, bu kişinin ayrıntılı bir şekilde kitap geneline işlenmiş psikolojisi ve derinde yatan bir felsefe. müthiş akıp giden bir olaylar silsilesi yok.

    imparatorluk'un etrafı surlarla çevrilmiş sınır kasabalarında birindeyiz bu kitapta. kitabın anlatıcısı bu yerleşim biriminin yöneticisi ve hakimi, yaşlıca bir adam. bu adam biraz da kadın düşkünü diyebiliriz. sınır kasabası, belirli bir uzaklıktan sonra çölle komşu halinde, kendi halinde insanların yaşadığı kendi halinde bir kasaba. bir gün kasabaya imparatorluğun yolladığı askerler geliyor. askerler, kasabayı çölün öteki tarafındaki barbarlardan korumak ve imparatorluğun varlığını, gücünü hissettirmek için gelmiş. bu asker takımı barbarları düşman ilan etmesinin yanı sıra, korku ortamı da yaratarak barbarlara karşı sefer düzenliyorlar. bu sefer sonucu barbarlardan tutsaklar getirip, türlü işkencelerle sözde suçlar itiraf ettiriyorlar. kör ve sakat bıraktıkları bir barbar kızını da bizim hakim himayesi altına alıyor. hakimin bu kızla garip bir ilişkisi oluyor. işkenceler sonucu içindeki insan ölmüş olan kızımız, hakime her daim biraz soğuk davranıyor. hakim de gizliden gizliye onun zayıflığını kullanarak kızı kafasındaki rollere oturtmaya çalışıyor ama iş cinsel boyuta vardığında hep kızın soğukluğuna takılıyor. gerçi bunun için de yanıp tutuştuğunu söyleyemeyiz.

    hakim, bir ekip toplayıp, zorlu bir yolculuktan sonra kızı barbarlara teslim ediyor. kız burada arkasına bile bakmadan barbarların yanına varıyor. burada benim anladığım, kız, "vücuduma sahip olabilirsin ama ruhuma asla" diyor bu hareketiyle. neyse, çok uzatmayacağım, hakim kasabaya döndüğünde kontrolü ordunun ele aldığını görüyor. kendisini de barbarlara yardım ve yataklıktan suçluyorlar. kasabaya tutuklanıp getirilen barbarlara davranıldığı gibi, hakim de askerler tarafından işkence görüyor, aşağılanıyor, herhangi bir yargılama işlemi yapılmadan doğrudan suçlu sayılıyor. tutuklama ve işkence süreçlerinde gerçek barbarların kim olduğu görülüyor aslında. işkenceciler, yaptıklarıyla kişinin içindeki insanı öldürüyorlar. hakimin uğradığı işkenceler sırasında, sadece hakimin içindeki insan ölmüyor, işkenceyi izlemek için toplanmış insanların da insanlıklarını öldürüyorlar. sinmiş kasaba halkından tek bir muhalif ses çıkmıyor. halbuki askerler kasabanın geleceğini mahvedecek şekilde doğaya da zarar veriyorlar.

    askerler barbarlara bir büyük sefer daha düzenliyorlar ama bu seferden yenik ve kuyruklarını kıstırmış şekilde dönüyorlar. bu zaten süpriz bir sonuç sayılmaz çünkü barbar diye bahsedilen insanlar bu çöl ortamının yerlileri ve bu ortama uyum sağlamışlar. hakim ve ekibinin, kızı teslim etmek için yaptıkları yolcululuk sırasındaki kızın zor koşullara dayanaklılığı zaten bu durumu bize aktarmıştı. barbarlar diye bahsedilen insanların, imparatorluk askerlerini mahvetmeye gücü varken aslında bunu yapmayıp kendi hallerinde yaşadıklarını görmüş oluyoruz. gerçek barbarların onları yok yere yakalayıp işkence edenler olduğu gerçeği bir daha anlaşılıyor. askerler hezimet sonrasında pılını pırtını toplayıp kasabayı aceleyle terkederken kasaba halkından bir askerlere taş atanlar oluyor ama iş işten geçmiş durumda. işkenceler olurken sessiz kalan, askerler şehirdeki huzuru bozunca çok geç uyanmış halk, durumun acısını çıkaracağı, öfkesini yansıtacağı bir hedef bile bulamadan çöl ortasında öylece kalıyor. yanıbaşındaki barbarları görmeyip, "barbarları bekleyen" halklar için yerinde bir uyarı aslında bu kitap. bize dayatılan düşmanları kabul etmeyip, barış gibi bir seçeneğin de var olduğunu aklımızdan çıkarmamamız lazım.
hesabın var mı? giriş yap