*

  • 1950 yılında intihar eden italyan yazar cesare pavese'nin son romanı. ikinci dünya savaşı sonunda nazi işbirlikçileri, geçmişle hesaplaşma. romanda yazarın yaşamından izler olduğu da söylenir.
  • cesare pavese nin turkceye ay ve senlik atesleri olarak cevrilmis bildigim kadarıyla son romanı.
  • bu kitabın yaprakları, belbo'da büyümüş olan ve yıllardır oranın havasını soluyan ağaçların yaprakları.
    satırları ise cenova'nın, la mora'nın sakin ve yeşil sokakları.
    eğer yaşıyorsa bu kitap - ki okunuyorsa yaşıyordur- soluk alıp verirken nefesi toprak ve üzüm kokuyor çokça.
    sessiz sakin ve hüzünlü gözleri var. bir elini bana vermişken diğer eliyle diğer köylerden çok farklı olmayan bir köyün, doğanın elini tutuyor.
    elleri ise toprağı işlediği belli olan kalınlaşmış güçlü eller - ki kadınlar içinde farketmezmiş-.
    santa'nın silvia'nın ve irene'in vücutlarına dokunamaslar da hiçbir zaman, toprağın hepsinden üstün olduğu yıllar önce anlamışlar.
    insanın hiçbirşeyi tam olarak bilmediği ve dünyayı yaşadığı yerden ibaret sanan çoçukluğunu ve uyanmaya başlayan heyecanlarının, meraklarının arasında neler olup bittiğini anlamaya başladığı ve sık sık sarhoş olduğu gençliğini nerede geçirirse onun memleketi orasıdır.
    oralıdır ve dünyanın köşe bucağını gezse de oralı kalacaktır.

    pavesse kendini oralı yada buralı hissedemedi hic. kendi isteğiyle ayrıldı bir gün bu dünyadan, göçebelikten kurtuldu yüreği
  • tabii ki rekin teksoy tarafından türkçeleştirilmiş hüzünlü şenlik ateşi.
    (bkz: italyan edebiyatı/@monchhichi)
  • "o zamanlar büyümenin ne anlama geldiğini bilmezdim, zor işlerin üstesinden gelmek olduğunu sanırdım."
  • gurbeti, babasızlığı, geçmişle hesaplaşmayı, aidiyeti ve aidiyetsizliği sorgulayan güzel bir roman. doğa betimlemeleri de ilgi çekicidir. okuru kökleri üzerine düşündürür. ruhi tahlil bakımından biraz fakir olması da kanımca en büyük eksikliğidir.
  • cesare pavese'nin bambaşka diyarları hissettiren kitabı.

    "yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak gün batımları vardır."
  • pavese'yi güzel yaz ile tanımıştım. ay ve şenlik ateşleri ile daha da yakından tanımak istedim. kafamda olanları buraya da iliştireyim isterim.

    yazar, simgesel gerçeklik altyapısında oluşturduğu romanlarında kurguyu ana hatlarıyla serip, kullandığı imgelerin üzerinde bir hikaye anlatmayı seçmiş. bu nedenle midir bilmesem de bazı noktalar; misal, romanın neredeyse kaynağı olan üç kadın figürünün ölümleri, bir paragrafta vurucu olmayan cümlelerle ani bir şekilde verilmiş. kimini yalnızca bir kere duyacağınız türden fazlaca kişi ve yer ismi kullanılmış, ancak kitap zaten kısa olduğundan yalnızca kitabın sonunda hikayeye adapte olabilme sorunu vuku bulmuş. bendeki baskının eski olmasından (hatta necati cumalı'nın kendi kütüphanesinden olan kopyasıydı okuduğum) kaynaklı olabilir; ancak kitabın arka kapağında sürprizbozanlarla dolu, hikayenin en vurucu noktalarının yazıldığı bir tanıtım yazısı mevcut. sırf bu bile kitaptan alınacak hazzı etkilediğinden, kötü bir intiba bırakmaya sebep olabilir.

    sevdiğim ilk ve en güzel yanıydı kitabın isminde ve içerisinde "ay" geçmesi. tabii ki sembolikti ve kullanımı yerli yerindeydi. pavese'nin bu kitabında biraz da, hatta çoğunlukla kendi biyografisini yazdığı söylenir. bu şekilde düşünenlerle kesinlikle hemfikirim. öte yandan yazardaki bu doğa sevgisi, bazen çok sevdiğini anladığımız alanları özene bezene tasvir edişi; kendisini, okumaya değecek yazarlar kategorisinde tutmaya yetecek tek sebebim olduğunu düşündürttü.

    simgelerle dolu hikayede en enteresan noktalardan biri protagonistin amerika'dan evine, memleketine dönüşü; hiç sahip olmadığı yuvaya, hiç sahip olmadığı ebeveynlerinin yaşadığı topraklara dönüşündeki ironiydi. amerika doğa figürünün tam karşıtıydı, yazar ordan aslında tekrar doğaya dönmekteydi. cinto ise çocukluğundaki anguilla'ydı, hatta çevresindeki olaylara yalnızca seyirci kalışı ve ağır aksak yürüyüşüyle amerikalının tekrar köye döndüğündeki haliydi de üstelik.

    kitapta sıklıkla yer verilen savaş sonrası italya ve italyan insanlarına yönelik bakış çok yüzeysel ve daha çok duygusal açıdandı. faşist yapılanmalara karşı yürüttüğü çalışmalar nedeniyle bir yıl hapis yatmış olan pavese'nin bu tutumunu, yaşamının sonuna doğru insanlıkla bağlarını kopartmış olmasına ve hiçbir şey için çaba sarf etmeye gücü kalmamış olmasına bağlamış bulundum.

    kitabın konusuyla ilgili genel son bir söz söylemek gerekirse, bir makalede gördüğüm "the theme is the rhythm of what happens." cümlesi konuyu özetlemek istesem kullabileceğim en güzel cümledir.
  • yazılmasının üzerinden neredeyse 100 yıl geçmesine rağmen kitapta yazılan amerika hakkındaki tespitler hala geçerlidir;

    onunla ilk konuştuğumda ellerimi gizledim, sesimi değiştirdim. hemen, neden amerikalı olmadığımı sordu bana, “çünkü değilim de ondan” diye mırıldandım, “italyan göçmeniyim de ondan.” o ise güldü ve insanı amerikalı yapan şeyin para ve akıl olduğunu söyledi. “hangisi yok sende?”

    ----

    yine de büyük bir ülkeydi burası, herkese yetecek kadar şey vardı. kadınlar vardı, toprak vardı, para vardı. ama hiç kimse yeteri kadarına sahip değildi bunların, hiç kimse ne kadar şeyi olursa olsun bir an durmuyordu; ve tarlalar, bağlar ulusal parklar gibiydi, istasyonlarda görülenlere benzer yapma çiçek tarhları, ya da kavrulmuş boş topraklar, dökme demirden dağlar... burası insanın yerleşip de başını dinleyeceği ve başkalarına, “iyi ya da kötü buradayım. bırakın, iyi ya da kötü burada huzur içinde yaşayayım” diyebileceği bir ülke değildi. beni korkutan da buydu. insanlar birbirlerini tanımıyordu bile; ne zaman şu dağları aşsan, hiç kimsenin hiçbir zaman oralara yerleşmemiş, el atmamış olduğunu görürdün.

    edit: nokta.
  • (bkz: cesare pavese)

    ay ve şenlik ateşleri sevgili pavese'nin kendisinden izler taşıyan bir romanı. kitap italya kırsalı çevresinde geçiyor ve annesi-babası olmayan, çiftlikte alt sınıf bir işçi olarak büyüyen, büyüdükçe faşist karşıtlığı sebebiyle ülkesinden kaçmak zorunda kalan ve biraz da kaçmak isteyen, amerika'da para pul sahibi olup, uzun süre sonra yeniden köyüne dönen anguilla'nın kendisiyle yüzleşmesini konu olarak ele alıyor. bu noktada ben kitaptaki olayların okuyucuya yansıtılmasını, sanki olayların başından ve sonundan tutulmuş bir ip varmış ve kitabın sonuna doğru bu ipin ortasındaki düğümü tutmaya çalışıyormuşuz gibi hissettim. esasında karakterin sonunun ne olduğunu kitabın başından itibaren biliyoruz. ve karakterin köyüne geri döndüğünde karşılaştığı şeylerle birlikte geçmişte neler yaşadığını da öğreniyoruz. ve kitabın sonunda ipteki düğümün de bir çukurda yakılan bir genç kız olduğunu görüyoruz.

    pavese, anti-faşist olduğundan ötürü bir sene kadar hapiste kalıyor. bu kitapta italya'daki faşizm karşıtı direnişçilerin dağlarda nasıl saklandıklarını ve faşistler tarafından nasıl öldürüldüklerini de geçirmeden edemiyor bu yüzden. komünistlerin cesetleri dereye atılmış olarak üstünden iki sene geçince bulunuyor mesela. hepimiz ikinci dünya savaşını düşündüğümüzde çoğunlukla naziler ve yahudi soykırımı ile yüzleşiyoruz. fakat aynı zamanda avrupa'daki diğer ülkelerin iç durumları da oldukça karışık. bu yüzden karakterin ikinci dünya savaşı bittikten sonra köyüne geri dönmüş olması, kırsalda yaşayan insanların savaşın etkilerine verdikleri tepkileri görmemiz açısından değerli.

    köydeki bazı kahramanlar anguilla için önem taşıyor. bunlardan cinto kendi çocukluğunu gördüğü bir çocuk. mora'da çalıştığı evin kızları da onun için önem taşıyor. en sonunda santa isimli kızın faşistler ve direnişçiler arasında casusluk yapıp italya'daki festivallerde yakılan şenlik ateşi gibi bir çukurda yakılması kitabın adına ilham oluyor.

    tıpkı bu ateş gibi, cinto'nun yaşlı babası valino da, tüm o fakirliğin ve şiddetin içinde, karısını ve çalışan bir kadını dövüp devamında evi yakıp intihar ediyor. savaş sonrası kırsaldaki insanlar, böyle bir yokluk ve bozuk bir psikoloji içerisindeler. yanılmıyorsam, çıkan bu yangın da tıpkı ateş çukurunda yanan santa gibi, geçmişin izlerini silmeyi temsil ediyor. fakat yine de yanan bu ateşlerde, geçmişin külleri etrafa saçılıyor ve ne kadar yok etmeyi istesek de geçmişten kurtulamıyoruz.

    baş kahramanın sürekli kendisinin bir piç olduğunu vurgulaması, hiçlikten geldiğini söylemesi, ne olduğunu bilmediği geçmişi ile amerika'ya gittikten sonra kendini yine doğduğu ve büyüdüğü topraklarda bulması, aidiyet ve aidiyetsizlik kavramını sorgulatıyor. geçmişimizde ne var, geçmişimiz geleceğimizi nasıl belirliyor, gün sonunda dönecek evimiz neresi gibi sorular pavese'nin alttan alta okuyucuya sordurmak istediği sorular bence.

    kitabı okumak, pavese'nin okuduğum diğer kitaplarına göre daha zordu ve daha yavaştı diyebilirim. verdiği mesaj diğer kitaplarındakinden çok daha güçlü bir mesaj olsa da, ben bu kitapla aşırı güçlü bir duygusal bağ kuramadım. yine de tarih kitaplarından değil de, romanlardan savaşın ne gibi etkileri olduğunu görmek benim için daha kalıcı. hem de pavese'ye karşı duyduğum koşulsuz sevgi sebebiyle, bu kitabını da oldukça değerli buldum. tam bir cesare pavese kitabı.
hesabın var mı? giriş yap