233 entry daha
  • eğer roman karakteerleri gerçek olsa ve biiz tek bir roman karakteriini yazarının anlattığı/hayal ettiği haliyle görebilecek olsak kesinlikle seçiimim anna karenina olurdu. hem sevip hem kızdığım bir karakter anna. hem mutlu olsun isteyip hem sonuna (kitabın finaliine, anna'nın ölümüne) sevindiiğim bir karakter anna. hem biir melek gibi kimsenin üzülmesine gönlü razı olmayan hem bir şeytan gibi sadece kendi mutluluğunu düşünen bir karakter anna. hem evlenilecek kadındır hem eğlenilcek kadındır anna. güzel çirkin hariç hemen her oksimoronu barındıran biridir anna. sadece güzeldir. romanın bütününden karakter olanı daha ilgi çekici gelir bana. oysa ki kitabın bütünü de belki de tüm edebiyat tarihinin en iyi romanıdır. yine de sadece anna'yı yazmak isterim.

    keşke tolstoy bize anna'nın evlenmeden önceki dönemini de daha uzun anlatsaydı. sadece anna'nın halasının, annanın eşiine anna ile evlenmek zorunda olduğunu söylediğini biliyoruz. acaba neler vardı o sıralar anna'nın aklında. o evliliği nasıl kabul etti neler düşündü evlilik ve aşk üzerine düşünceleri nelerdi. kilisede evlilik töreninde aklından neler geçiyordu bilebilseydik.

    mantık evliliği yaptığını düşünebiliriz şimdilik sadece. vronski'nin ağzından tolstoy'un söylediği gibi akla dayalı evliliklerin mutluluğu, çoğu zaman, kabul edilmeyen -istenmeyen- bir aşkın ortaya çıkması sonucu tıpkı bir sabun köpüğü gibi dağılıp gider. anna'nın evliliği de tutkusuz sunni mutluluğu da böyle dağılıp gitti. anna gibi tutkulu bir kadının yavan bir evliliğinin olması zaten fizik kurallarına aykırı. vronski ile karşılaştıklarında oğlu 7-8 yaşlarında olduğuna göre nerdeyse bu kadar yıl anna kendisiini nadasa bırakmış diiyebliriz. yıllardır yağmur almayan toprağın ilk yağan yağmuru çekmesi gibi aşkı çekmiştir anna da.

    aşkı tattığında kendi tabiiriyle önüne yemek konan aç bir insan gibidir o an anna. belki üstü başında da bişi yoktur belki üşüyordur, belki yüz kızartıcı durumdadır ama mutsuz değildir. böylesine tutkulu birinde olması gerektiği gibi ilk görüşte aşık olmuştur anna'da. o kompartmanda vronski'nin yanından geçip gittikten sonra arkasını dönüp baktıığında zaten aşık olmuştur. keşke burayı da daha detaylı verseydi tolstoy. gözleri miydi onu etkileyen dudakları mı boyu posu mu giyim tarzı mı gülümsemesi mi? neden dönüp yeniden baktı anna. ne düşündü o anda ne hissetti? daha ilginci nasıl yaşadı aşksız o ana kadar.

    her ne kadar evli bir kadının başka biirine aşık olmasını doğru bulmasam da anna'nın aşık olmasına kızamadım bi türlü, aşk anna'ya yakışıyor çünkü. bu yoğunlukta bu güçte bir ilk görüş aşkına bir de eyes wide shut'da rastlamıştım. nicole kidman eşine denizci için ''o gün gel dese, kızımı seni bırakıp dünyanın bir ucuna onun için giderdim'' demişti. kitabı okuduktan yıllar sonra unfaithful filmini izlerken aklıma gelmişti bii keresinde de. diane lane'in rüzgarda savrulmasını istemediğimde, çocuğun evine gitmesini istemediğimde, o telefon numarasını yırtıp atmasını istediğimde aklıma gelmişti. keşke demiştim anna'nın eşii anna'yı vronski'nin annesinin kompratmanına oturtmasaydı. keşke anna dönüp bakmasaydı ilk karşılaşmalarında, keşke o baloya gitmeseydi.

    tolstoy öyle bir karakter yazmış ki daha doğrusu öyle bir roman yazmış ki böylesine hayran olmama rağmen, asla anna'nın delicesine sevdiği vronski yerine koymadım kendimi. hatırlıyorum da ilk okuduğum zamanlar nick olarak bile tahammül edemedim vronski'ye. sanmıyorum ki okuyan erkeklerin çoğunluğu kendini vronski yerne koysun. oysa ki bir çok kadın anna olmak istemiştir? neyse bu entarimizi vronski ile kirletmeyelim, onu da sonra yazarız.

    bir çok kişi tolstoy'un anna'yı topluma karşı geldiği için mutsuz ettiğini ve sonunda öldürdüğünü yazmış ama bence sorun toplum değildi. aynı toplumda gizli kapaklı yasak aşklar yaşayanlar, yine evliyken sosyetede dost edinenler, metresine diğer eşinden olan çocuğunu götürenler vardır. anna'nın tek suçu bunu eşine itiraf etmesidir. eşi yalan söylemesine, inkar etmesine razıdır hatta. anna da diğerleri gibi inkar edip yasak aşkına devam etse sorun olmayacaktır. ama işte anna'yı dünya tarihnin br numaralı roman karakteri yapan özelliğinii inkar etmek demek olurdu bu tutum. o zaman anna anna olamazdı. o at yarışında gebermesini çok istedim vronski'nin ama biliyorum ki o gün o ölse anna da ölecekti. işte o derece bir aşşkla seviyordu anna bu yüzden de sorunun toplumla ters düşmek olmadığını düşünürüm.

    sorun anna'nın vronski'yi aşırı bir tutkuyla sevmesidir. daha doğrusu bu sevgisinde ruhani bir çimentonun olmamasıdır sorun. anna karenina her şeyiyle bir evlilik üzerine romandır. yazılış amacı mutlu-mutsuz evliliklerin sebeplerinin tespitidir. bu yüzden zaten roman ''bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır'' diye başlar. tolstoy'a göre mutlu bir evliliğin ilk şartı ruhani bir boyutunun olmasıdır. kiti bile avrupa seyahatinde o ruhaniliğe erişince levin'le evlenebilmiştir. (levin ile kiti'yi başka bir entaride yazarız) peki gerçekten de böyle midir? gerçekten de br evlilik için önemli olan ruhani boyutunun da olması mıdır? yoksa bu yüüzden mi görücü usulü evlilikler daha uzun süreli oluyor. niikahta keramet vardır düşüncesi gerççekten de doğru mudur? aşk birkaç yıl sürer dediklerine göre ruhani çimentosu olmayan bir birliktelik başka bir aşkın tehdidi altında mıdır? anna ile devam edlim biz. anna'nın aşkı ise çocuğunu bile bırakıp gidebiilecek kadar şiddetli bir tutkudur. anna'nın herhangi bir erkeğe böyle tutkuyla bağlanmasını anlayamamışımdır hep. önemli olan vronski'nin sahip olduğu dış görünüş ya da yapmış olduğğu iyilikler midir diye merak ederim hep. yoksa aşka susamışlığı mıdır önemli olan.

    anna'nın sonunu getiren toplumun sosyetenin ondan yüz çevirmesi değildir. sorun vronski'nin aşkının azaldığını hissettiğinde başlar. bir kızın gelip mektup verdiğini gördüğü sahnede de zirveye ulaşır kıskançlığı. vronski ile olduktan sonra gidip köye yerlleşmek çocuğunu görememek bile katlanılabilirdir. sırf vronski'yi yaptıklarına pişman etmek, o öldükten sonra sözlerinin farkına varsın üzülsün beni yeniden sevsin diye ölümü seçmiştir.

    anna'nın dolli'ye ve ölüme giderken o faytondaki bilinç akışı yöntemi başlı başına bir efsane. dostoyevski'nin o meşhur iç hesaplaşmalarında bile bu tat yoktur sanırım. yakın zamanda fringe izlemeye başladım. observer'ları gördüğümde hep anna gelir aklıma. o faytonda giderken yanında olmak isterim. düşüncelerini okurken o yeşil gözlerine bakmak isterim. ona sarılıp omzumda ağlamasını rahatlamasını isterdim. gerçekten mutlu olabilir miydi anna bilmek isterdim.

    acaba anna'nın sorunu bencilliği miydi? kiimseye bir açıklama yapmak zorunda olmadığı gibi bir düşüncesi olması mıydı? özellikle sonlara doğru sürekli vronski'yi onu anlamamakla suçladıığı gibi kimseye bir şey açıklamak zorunda kalmasın ama hep anlaşıılsın isteği miiydi onun sorunu yoksa? acaba anna tolstoy'un olmamakla suçladığı ihlaslı bir dindar olabilir miydi? schopenhauer'u çok iyi bilen tolstoy'un kendisi, anna'nın ''irade''si olduğuna inanııyor muydu?
  • romanda belki de anna'dan bile daha fazla yer tutan levin hakkında da yazmak isterim. hatunların efendi adam yerine piç tercihindeki efendii adam oluyor malesef kendisi. leviin yerine vronski'yi tercih ediyorlar. hatta anna'nın ifadesiyle şeker bulamayıp pis dondurmaya tenezzül eden insanlar gibi kiti de vronski olmayınca kendisini seçmiştir.

    işin ilginci kendisinin de ilk tercihi kiti değildir. ilk önce kiti'nin ablası dolli'yi severken onun evlenmesi üzerine ortancayı sonra da kiti'yi sevmiştir. ama asıl önemlisi kiti'ye olan sevgisinde onun kendi alın yazısı olduğunu düşünmesidir. diğerlerine olan hislerinde bu duyguyu hiissetmemişti. kiti'ye olan sevgisii kitaptaki bütün asklardan duygulardan daha güçlüdür. anna biile kendisini ölüme götürecek kadar aşıkken tolstoy bana kalırsa levin'in aşkını daha güçlü tasvir etmiştir. levin kiti'yi ısırgan otları arasındaki gül gibi görmektedir. çevresindeki herşeyi aydınatan bir gülümsemedir kiti levin için. bakmamaya çalışsa bile görebildiği güneş gibidir.

    bu yüzden kendini kiti'yye yakıştıramaz levin. kndisi gibi çirkin iyi yürekli bir insan ancak dost olarak sevilebilir. nasıl kii kendisi güzel, şiiir dolu, dikkati çeken bir kadına aşık oluyorsa kiti de yakışıklı, dikkat çeken bir erkeğe aşık olabilir diiye düşünür. tabi levin'in hesaba katmadığı şey henüz o sıralarda inanmadığı allah'tır. anna'nın eşi kadar büyük acı çekmiştir aslında levin de. başkasının karısı olamadığı için levin'in karısı olacak olan kiti'ye yeniden evlenme teklifinde bulunabilmiştir. bu aşamayı nasıl geçtiğini yani nasıl karar verdiğini ya tolstoy çok detay vermeden anlatmış ya da ben kaçırdım (anlayamadım) ama belki de romanın kilit noktası bu kısımdır. levin gibi gururlu kıskanç biri nasıl kabullenebildi bunu. kiti'nin onu sevdiğine nasıl ikna olabildi o kadar kolay. bir insan ilgi duymadığı, hoşlanmadığı (aşk anlamında) bir kişiye bir zaman sonra aşık olabilir mi?

    tolstoy'un büyüklüğü işte burda ortaya çıkıyor ve ''b, b, i, o, c, v, b, h, b, z, a, m, g, y,o, z, a, m?'' dizilişindeki ''bana bunun imkansız olduğu cevabını verdiğinizde, bu, hiç bir zaman anlamına mı geliyordu yoksa o zaman anlamına mı?'' anlamını anlaşılır kılıyor. böyle bir andan sonra şüphe edebilir mi insan karşısındakinin aşkından? pekii ama gerçek hayatta olabilir mi bu? neredeyse her satırrına, her karakterine gerçek hayatta karşılaşabileceğimiz bir romanda en kritik noktayı tolstoy neden böyle bırakmış yoksa o da mı inanmıyor bir kızın/erkeğin reddettiği bir erkeği/kızı zamanla sevebileceğine?

    yoksa ancak kiti gibi uhrevi duygulara yöneldikten, mutluluğu, huzuru böylece bulduktan sonra mı mümkündür bu? tolstoy bu yüzden mi onu (kiti'yi) avrupaya kaplıcalara göndermiştir. belki genç werther'in ruhu da yardım etmiştir ona. belkii levin'deki aşkı kendininkine benzetmiştir werther de bu yüzden yardımcı olmak istemiştir. kiti, levin'i bütünüyle anladığı için, onun nelerden hoşlandığını, nelerden hoşlanabileceğini bildiği için, hoşlandığı şeylerin iyi olduğunu bildiği anlayabildiği için sevdiğini söylüyor romanda. bu gerçekten yeterli mi sevgi için? karşındakini çok iyi tanıyor olman onu sevebilmen için yeterli mi? buna aşk denebilir mi? sanmıyorum. ama mutlu edebilir bu insanı belki. çünkü mutluluk levin'in de dediği gibi sevmek midir? onun istediği şeyleri isteemek,onun düşündüğü şeyleri düşünmek midir? kısaca özgürlüğün olmaması mıdır mutluluk?

    böyleyse eğer bu tıpkı bir gölde hafif hafif ilerleyen kayığı dışarıdan izlemek gibi olmaz mı? yani uzaktan imrenilen heves ediilen ama içine binince o kürekleri asılmanın gerektiğini anlayınca yaşanan duygu gibi olmaz mı? zaten soruya cevap yine levin'den geliyor romanda. herşeyi benden beklemeyin açın okuyun kiitabı bu cevap için.

    levin'in ve hatta kitabın bana kalırsa tek kusuru, levin ve kiti'nin bir evlilikte olabilecek hemen her sorunu yaşamaları ve bunu kolayca çözmeleriidir. boş ve anlamsız kıskançlık da yaşanıyor, birbirinin özgürlüğüne olan kısıtlama getirmeleri de ve hatta hatta levin resmen aşık da oluyor anna'ya ama kolayca üstesinden geliyorlar sorunun. malesef gerçek hayat böyle değil be tolstoy. gerçek hayat anna'nın yaşadıkları sorunlarda. gerçek hayat anna gibi kıskançlıklarına gem vuramamakta. gerçekte olan, anna gibi haklı olduğunu karşısındakine dikte etme. levin anna ile tanışmasından hemen sonra yanii ertesi gün kiti doğum yapmasa unutabilecek miydi anna'yı? kiti kolayca affedebilecek miydi?

    yoksa gerçekten haklı mısın be tolstoy, gerçekten de mutlu evlilikler ancak ruhani bir çimentoyla bağlı olunduğunda mı mümkün? ey okuyucu, sen de bir daha düşün, akrabalarını, arkadaşlarını getir gözünün öönüne. söyle bana, ne tip evlilikler daha uzun ve kavgasız sürüyor?
  • romanda tolstoy, bize meşhur evleniilecek kız tasvirini de kitty karakteri üzeriinden yapıyor. anna'nın tersi bir şekilde gelişiyor kiti'nin ruhsal durumu sürekli. anna'nın mutlu olduğu sayfalaarda kitty depresyondayken, kitty'nin en mutlu olduğu evlenme dönemlerinde ise anna depresyonda oluyor. neden böyle yapmış acaba tolstoy. herşeyde bir hayır vardır demeye mi getirmiş yoksa. bizi depresyona sokacak olaylarde bile bizim göremeyeceğimiz iyilikler vardır konusuna mı getirmiş.

    ilk baştaki vronski seçiminde bile tipik kezban havalarından uzaktır kiti. kiminle mutlu olacağı, kimi seveceği konusunun bile yalnızca onu ilgilendirmediğini görebiliyor o durumdayken. tek suuçu kendisini sevmek olan iyi birini üzdüğünün farkındadır kiti. yine de doğru seçimi yapmıştır bana göre. vronski seçiminde kesinlikle haklıdır ilk başta. hatta levin'i seçmesi tolstoy'un bizim zekamıza hakareti sayılırdı. levin'i seçmesi ancak olgunlaşması halinde mümkündür.

    ruhani hazları tattıktan sonra artık ideal - evlenilecek kadın konumuna gelmiştir kiti. kişinin huzur içinde, mutlu, iyi olmak için kendisini unutması başkalarını sevmesi gerektiğini öğrendiği için levin'in eşi olma kademesine çıkmıştır. bu acıları yaşamadan, bu hazları tatmadan evlenmesi halinde, evliilik onlara da mutluluk getirmeyecektir. peki ama artık neredeyse melek haline gelmiş biiriyle bir insan mutlu olabilir mi? insanın melekten farkı düşünebilmesidir, özgür iiradesidir. insan haz alır, kızar, küser, sinirlenir, sevinir.

    aslında her ne kadar kiti daha akla yakın daha olması gereken gibi görünse de ben anna'yı daha gerçekçi bulurum. üstelik kiti gibi biriyle evlenmek ister miydim diye de düşünmüyor değilim. çok monotonsun be kitty'cim. hiçbir aksiyon yok hayatında. levin'in yediği her naneyi, yaptığı her kabahati kolayca affediyorsun. kendini, zevklerini, hırsllarını öyle kolay bırakıyorsun ki seni düşündüğümde gözlerinden o elektriği alamıyorum. her şeyinle anlaşılır biri olarak düşünüyorum seni. sana kıyamıyorum. seni üzemiyorum. seni üzmemek için kendim olamıyorum, ben de kendimi törpüülüyorum. ama ben hırsları, tutkuları olan bir insanım o monotonlukta mutlu olamam ki. gecenin bir yarısı hadi kalk dağa çıkalım demezsin ki sen. levin'in yaptığı gibi herşeyi gelip sana açık açık söyleyemem ki ben. olsun yine de seviyorum seni. hatta bu yüzden daha da çok sevyorum seni. müslüman olsan kesin sabah namazına da kalkarsın sen.

    hep tolstoy levin'in üzerinden kendini, düşüncelerini anlatmış denir ya, aslında o mutlu evliliğin ana karakteri kitty'dir. kitty bence o kaplıcalardan döndükten sonraki haliyle her erkekle mutlu olabilecek biridir. evlendiği kişinin levin olup olmaması önemli değildir. levin'de ise bu durum yoktur bana kalırsa. kitty'den başka biriyle evlense mutlu olamazdı levin. bu açıdan bakınca tolstoy'un kitap yazma sebebinin, yani mutlu bir evliliğin nasıl olması gerektiğinin mihenk taşıdır kitty. her şey kitty'nin gözlerindedir. belki de kendim levin gibi biri bile olamadığım için umudumu (kitty gibi biriyle her insanın mutlu olacağına inancımı) kitty'ye bağlıyorum.

    biri bana yazsın lütfen. dindar olmadığı halde, hırsları tutkuları olduğu halde, gerçekten mutlu bir evliliği (kitty levin tarzı) olan- böyle bir evliliğe tanık olan var mı?
  • son olarak kısacık da olsa vronski'den bahsedesim var. anna'nın eşinden bahsetmeye bile değmez. çok yanlış gelmiş o. üzüldüm yeri geldi onun için ama iyiliğinden ya da sevdiğinden değildi davranışları. toplumu daha çok önemsiyordu o. neyse geçelim onu. vronski hakkında kesin yargılarım yok açıkcası. o dönemin ahlak anlayışına göre anna'ya kur yapmasına laf söyleyemiyorum çünkü. yaptığı kur olağan karşılanan bir tutum rus sosyetesinde. belki de tek suçu onun da gerçekten tutkuyla sevmesidir. gönül eğlendirme amaçlı değildir o yaklaşımının sebebi.

    klasik erkek davranışı olarak elde ettikten sonra belki zamanla azaldı anna'ya olan aşkı ama hiçbir zaman çocuk bırakıp gitmedi anna'yı. anna'nın kendisi anlatmadan anlaşılmak isteği belki de onları zor durumda bıraktı. anna hep vronski onu anlasın istedi. bbunun mümkün olup olmadığını düşünmedi hiç anna. nasıl kendisi ''irade''sine karşı gelemiyorduysa vronski'nin de özgürlüğe çekilmesini anlayamadı. belki anna onu zorladıkça, üzerine gittikçe bunaldı vronski.

    klasik bir erkekti vronski aslında. kadınlarınki gibi tutkuyla sevemez erkekler. sevseler bile süreklilik konusunda sorunları olur. her ne kadar o at yarışında gebersin pezevenk desem de bir centilmen gibi davrandı hep vronski kabul etmem gerekirse. onların mutsuzluğu başından belliydi zaten. daha kitaba yeni başladığında söylemiş tolstoy eşine. :) ne yaparsa yapsın mutlu olamayacaklardı. daha ilk başta da dediğim gibi anna gibi tutkularıyla yaşayan bir kadının uzun süreli mutlu olması imkansızdır. onun sonu ya delirmesiydi ya da ölmesi. ama en azından gerçekten mutlu olduğu o tutkularına karşılık aldığı bir dönem yaşadı anna. bunu da vronski tipi bir erkek dışında kimse sağlayamazdı.

    günü yaşamaktan zevk alan gelecek planları yapmayan biridir kısaca vronski. kadınların efendi adam yerine tercih ettiği piç adamdır. her piç erkek gibi o da elindekiler kayıp gidince durumu anlamıştır.

    (bkz: dostoyevski'nin anna karenina yorumu/@aadbkr eensfdria nnodigre uutml nuusm)
479 entry daha
hesabın var mı? giriş yap