• (bkz: albız)
  • türk-altay inancında cadı...

    (bkz: alkarısı/@ay hatun)
  • demirden ve demircilerden korkar
  • türk inancında ve kültüründe cadı anlamına gelir. nazar boncuğu geleneği de bu cadının mavi boncuktan çok korkmasından dolayı türemiştir.
  • aklına direk dummbledore gelen bir tek benim sanırsam
  • kara han grubuna ait olan dinlemesi keyifli olan şarkı.
  • ebeveynlerimin çocuklukları doğuda küçük bir köy ve kasabada geçmiş. bu yüzden bize zaman zaman çocukken şahit oldukları ya da duydukları hikayeleri anlatırlardı. kuzu gibi meleyen yılanlar, damlarının üstünde buldukları nal izleri, isimlerini çağıran sesler vs. vs.

    bunlardan beni en çok etkileyen hikaye şöyleydi: babamlar tıpkı üç dört haneli köylerinde yaşayan herkes gibi hayvancılıkla geçinirmiş. atları da varmış. ama bazen sabah ahıra koştuklarında bu atları kan ter içinde, sırılsıklam ve çok yorgun bulurlarmış. özellikle kırat dedikleri atlarını. üstelik bu yorgun atların yeleleri ilmek ilmek örülü olurmuş. bu durumu da hiç garipsemezlermiş çünkü kendilerini bildi bileli olan bir şeymiş. yanlış hatırlamıyorsam “pirkı” dedikleri (türkçede cadı gibi bir anlamı varmış) bir varlık varmış. ve geceleri atları sabaha dek koşturduğuna ve yelelerini örüp bıraktığına inanıyorlarmış. gerçi bu artık bir inanç meselesi de değil, çünkü o küçük köyde atı biri alıp sabaha dek sürse biri mutlaka görür. üstelik bu örülmüş yeleleri de babam bizzat kendi gördüğünü anlatır bize.

    işte hayvanları bu şekilde yorgunluktan ölmesin diye atların yelelerine iğne saklarlarmış. iğne koydukları atı bir müddet rahat bırakırmış bu canlı.

    ben de doris lessing adlı yazarın öykü kitabını okurken son hikayesinde almas adlı bir canlıdan bahsedildiğini gördüm. merak edip araştırınca at yelesini sevdiğini ve onu örmekten hoşlandığını okudum. ve kalbim güm güm, işte babamın anlattığı pirkı denen şey bu. ortadoğu mitolojisinde geçiyormuş sanırım, sümerler’den beri inanılıyormuş. almas, albıs, alkın, alkarası diye çeşitli adları var.

    bu çok ilginç. ben bilime inanan bir insan olarak peri, ruh, cin diye adlandırılan bu varlıkların hepsinin gerçekliğine inanıyorum. hatta vampirlere, kurt adamlara, denizkızlarına da. inandığımız her şeyin var olduğuna, özellikle sözlü edebiyatta bahsedilen şeylerin varlığına inanıyorum. çünkü yuval noah harrari’nin homo deus’unda güzelce açıkladığı ( ve dahi pek çok bilimsel yazıda da) gibi biz insanlar olarak sadece belli desibel arası sesleri duyan, belli aralıktaki renkleri ve ışığı gören canlılarız. hayvanların yaşadığı bu dünya ile bizim yaşadığımız dünya bile aynı değil. o yüzden kim bilir bizim algı sınırlarımız dışında nasıl bir dünya var etrafımızda.

    biz belki cadı diyoruz, cin diyoruz, uzaylı diyoruz ( cadı ve uzaylıyı aynı cümlede kullanmak da ayrı komedi ) ama adı her ne olursa olsun yaşadığımız bu çevre aslında fark ettiğimizden daha kalabalık.

    sonuç olarak babamın hikayelerinin kahramanını buldum. bir albısmış.
  • fuzuli bayat'ın anlattığına göre; altay-sayan türklerinde şaman olmak üzere yolculuğuna devam eden erkek adaylar, kadın olarak tasavvur edilmiş olan bu albısların döşünü emmeye zorlanırmış. kimi durumlarda cinsel ilişki de gerçekleşirmiş.
hesabın var mı? giriş yap