*

  • (bkz: aklıselim)
  • 23 eylül perşembe 23:15'de trt 1'de yayına başlayan program. sunucular: ahmet murat özel, gökdemir ihsan

    "aklı selim programının ilk bölümünde; osmanlı modernleşmesine destek veren tekkeler, tasavvufi yapılar ve şeyhler konu edilecek… programın konuğu istanbul araştırmaları enstitüsü osmanlı araştırmaları bölümü başkanı ekrem işın.

    programda tarikatların ıslahatçı sultanlarla ilişkileri; batılılaşma karşısında farklı meşreplerin oluşması ve serpilmesi; batılılaşmaya karşı alınan pozisyonlar açısından tarikatlardaki istanbul-taşra ayrışması; jön türkler ve ittihatçılarla birlikte hareket eden şeyhler ve bunun sebepleri ele alınacak… kısaca, batıya ve modernleşmeye açık şeyh var mıydı, bu soruya cevap aranacak.

    aklı selim, 23 eylül perşembe trt 1’de"

    http://www.trt.net.tr/…mid=4622&tanid=11590&proid=0

    henüz bitmemiş, kaçırmamak lazım.
  • programın bu akşamki konuğu dücane cündioğlu olacak. 23.00'te.
  • “yazmak, tek bir satırı oturup da sana yazmak …. (okuyamayacağını bile bile, hiç duymayacağını bile bile, bile bile öldüğünü.) iki hecenin büyüklüğü, büyük boşluğuyla, sana yazmak; tam da gidişinin 3. yıldönümü yaklaşırken…
    senin yüreğinin bir köşesinde, tek ayakta – cezalı duran ben- . ben; tüm vücudumla kollarını kocaman açmış, gülerek ve haykırarak- bir ömür fısıldadığını- sana koşan ben, gelen ben, kalan ben ….

    - telefon çaldı.
    arayan sen değildin.
    (artık kimin hikayesi kimde bilmiyorum.)
    en yakın dostun mozart’ın requiem’ini dinletti bana.
    sessizlik.
    senin anlattığın gibi
    yere çöktüm telefon elimde.
    se(n)sizlikten koca bir böğürme.-
    balkon.
    tüm istanbul martıları sustu.

    senden sonra sustu zaman. ölümlerin estetize edilemediğinde hem fikiriz (dir) artık.
    uzun bir yürüyüşten dönmüş gibi, yorgun ve bıkkınım. üstüme düşen gölgelerin hepsi suçlu. öfkemdi, aklımdı unufak.

    kabulleniş.
    kabulleniş.
    kabulleniş.

    omuz-omuza değen uzaktaki can, omuzlarım düşük, boynum bükük, kafiyesiz bir yaşam:

    oyunsuz, aşksız, yazısız, resimsiz, sevişmesiz, okumasız, gülmesiz, ağlamasız, bakmasız, görmesiz, duymasız, ısınmasız.

    yalnız.
    yalnız.
    yalnız.

    hatırlamasız.
    unutmasız.
    bilmesiz.

    - ah boynumda takılı kalan zaman!
    tiner kokulu kadına hatırlat!
    durmadan hatırlat!
    aşk’tan dı o da!

    küs müyüm sana? sana küs müyüm ben? hala? öldün diye küs müyüm hala? yaz-mak an-lam-sız! üşüyorum. yorum-üşü. baştan. en baştan. kıçı başı belli olan yaş-am dan kurtulmaktın sen.

    - küs değilim sana.
    biliyorum gittiğini.
    kaç mektup?
    kaç tiyatro metni?
    şiir kaç?
    kaç resim yapılır?

    aklım’ın selim’siz yaşadığı zamanları da bilirim ben.
    (öylesi daha iyi idi.)

    konuşmuyorum.
    sen değilsin sen olan. selim geldi. su getirdi, omzuma yeşil şalımı örttü.
    kafamın tepesinden öptü, gitti.
    atölyede yerde yazıyorum. soğuk. ellerim göğsümde uyumuşum. selim çay getirmiş. uyanıyorum. yanıma çöküyor.
    “uyumuşsun. ne gördün rüyanda?” diyor.
    “sen’i.” diyorum.
    selim iç çekiyor. sarılıyor bana. hep sarılsın istiyorum. sadece sarılsın. sen sarıl.
    sevgi’nin kaç kişilik olduğunu düşünüyorum.
    ölüm’ün kaç kişilik olduğunu.
    aşk’la ölüm’ün benzeşliğini. sevişmişliğini. tanıkdaşlığını.
    kelimelerin kırmızılığı canımı yakıyor. kalkıyorum yavaşça, selim yazdıklarıma bakıyor. “harfler paltosunun canı yanmış rüyanda.” diyor.
    çay sıcak. “çay iyi geldi.” diyorum. ben’i sen’le bırakıp çıkıyor.
    _iç gece.
    içimdeki gecenin de canı böyle yanıyor diyorum kendi kendime.
    fısıl fısıl uyusam. fosur fosur uyusam. rüyama gelsen yine. sen’i görsem. selim gelmese. ben hiç uyanmasam. hep öbür tarafta kalsam.
    yaşanan ve yaşanacakların yaşadıklarımız olduğunu unutuyorum.
    uykumda ölüm yok.
    uzun sarı saçlı kadın ben’mişim.
    gece değilmiş.
    canımız yanmıyormuş.
    ayrılık yok.
    kokular var.
    sesler.
    tenin tenimde.
    “oh!” demeler var.
    “ne güzel!” demeler.
    hep yarabbi şükürler!
    hep kazananlar!
    doğumgünleri var! şaraplar!
    kutlamalar!
    hiç ölüm yok!
    (daha) ölüm hiç olmamış!
    (doğmamış!)
    kucağına yaslayıp başımı,
    saçımı okşamanı bekliyorum.
    okşarken sen uyanıyorum yine.
    selim papatyaların suyunu değiştiriyor sen ‘in.
    günler, geceler karışmış.
    “uykumda sen’i gördüm.” diyorum.
    gülümsüyor.
    “aç mısın? bişey ister misin?”
    yok ! diye işaret ediyorum kafamla.
    boynum ağrıyor, tutulmuş.”
  • aklıselim her zaman o an kim düşünüyor, konuşuyor veya içiyorsa onda görünüyor, ben bilmem.
  • akıl kesinlikle çok önemli bir melekemiz. sanki karşısında ise nefs melekemiz var. erkek ve kadın gibi. nitekim erkek aklı, kadın ise nefsi temsil eder. sanılanın aksine akıl ne iyi, nefs ise ne de kötü bir şeydir. ikisinin de dereceleri var ise yargılamadan düşünebiliriz. nefs terbiyesi bu kadar önemliyken aklın olgun olması gerektiğini sanırım biraz kaçırıyoruz. iyilikler genellikle düşünmeden yapılırken, kötülükler hep planlı ve kurgulu şekilde düşünülerek yapılıyor. insanoğlunun en büyük felaketlerinin arkasında büyük beyinler, yüksek zekalar ve karmaşık düşünceler vardır. atom bombasını yapan bilim adamı ve soykırımları yapan siyasetçilerin ortak bir noktası var. hepsi çok zeki insanlar. bu çağın insanı çok zeki ama maalesef akıllı değil. belki de insanlık tarihinin en yüksek ıq'larını yaşıyoruz. ancak 24 saatinin 3 saatini sosyal medyada reels kaydırarak geçiren beyni uyuşmuş aptallarız da. işte bu yüzden akıl melekemizi daha yakından tanımamız gerektiğini düşünüyorum. peki nasıl?

    aklı selim olmak ile şunu bahsediyorum; aklımızı kullanarak olgun bir şekilde düşünmek ve davranmak. düşüncenin de ötesinde olaylar karşısında en uygun ve doğru şekilde davranmak. kendimizi nasıl ölçebiliriz? işte en kritik soru bu. nitekim bu yazı aslında bu sorudan yola çıkılarak yazıldı. aklımızın derecesini nasıl anlarız?

    çok hızlı gelişen ve çok yoğun duygu ve düşünceler açığa çıkaran olaylar var diyelim. bunlara kısaca kriz anları diyoruz. 6 şubat tarihinde ülkece çok ciddi bir krizden geçtik. 11 ili etkileyen ve binlerce insanımızı kaybettiğimiz bir deprem felaketini yaşadık. ülke ve bizler için büyük bir travma ve büyük bir kriz… işte böyle kritik zamanlardan bizim aklımız devreye giriyor veya devreden çıkıyor. bir tür tutukluk yaşıyoruz. hz. mevlana, depremin peygamber gibi olduğunu ve insanın içini dışına çıkaracağından söz ediyor. gerçekten de öyle oldu. depremden öncesine göre kendimi şimdi daha iyi tanıyorum. deprem sürecindeki izlenimlerimi kısaca paylaşmak isterim.

    2 temel grup oluştu. bir grupta hiçbir düşünce yok. sadece nasıl hizmet edebilirim? şeklinde yardıma koştular. özellikle ilk hafta boyunca inanılmaz birlik ve beraberlik ortamı oluştu. sürekli bir üretim ve çözüm amacıyla krize yaklaştılar. diğer grup ise sadece şikayet etti. hiçbir çözüm önerisi yok. sadece düşünüyor, sürekli düşünüyor, konuşuyor ve şikayet ediyor.

    ben ise ikisinin arasındaydım. kendi sınavını verdim bu süreçte. bazen çoşkundum, bazen sessizdim. elimden geldiğince gayret ettim. daha çok yolum var ancak epey şey öğrendim. aslında çoğumuz iki kutubun arasında gidip geldik. işte aklımızın derecesini bu tür kriz anlarında görüyoruz. aklı selim olanlar sadece hizmet etti. ancak bunu da en uygun şekilde kimseyi incitmeden en doğru yol ile yaptı. böyle bir akıl karşısında diğer akılların bilmem bir önemi olur mu?

    aklı selim olma yolundayız. henüz ulaşmadık. ulaşamamış olanlara bir tavsiyem var. aslında bu süreç sonunda kendime olan bir tavsiyemdir. çevrenizde bir taraftan acıyı görüp ve hissedip diğer taraftan sakin bir şekilde mantığa uygun, gayet akıllı çözümler üretebilen insanlar olsun. kısacası yakınınızda aklı selim insanlar bulundurun. en az deprem çantası kadar önemli. çünkü kriz anında aklınızı kaybettiğinizde sizi yatıştırır ve aklınızı geri getirir. inanın bu insanların varlığı milyon dolarınızın olmasından çok daha büyük bir zenginlik. sadece doğal afet bakımından düşünmeyelim. iş hayatından basit bir örnek verelim. kriz anında aklı selim şekilde davranmayarak yanlış kararlar sonucunda 1 dakikada tüm servetinizi kaybedebilirsiniz. ancak yanınızda akıl danışabileceğiniz biri varsa sizin aklınızı da korur sizin servetinizi de korur. böylelikle krizi yönetmek kazanmaktan daha önemlidir. bunun da tek yolu aklı selim olmak. olamıyorsak bile etrafınızda böyle biri bulundurun derim.

    gevezelik ettim. farkındayım. sözü uzatmamak lazım. kişisel tecrübelerime dayanarak kendime bir tavsiyem daha var. kısacık ömrümde birçok kriz anları yaşadım. doğru veya yanlış birçok tepki verdim. verdiğim tepkilere bakarak şunu söylüyorum;

    kriz anında konuşmaktan çok, susmakta yarar var.
  • mustafa kemal atatürk’ün emriyle, 1928 yılında, milli eğitim bakanlığı yayınları arasında yayımlanan ve basımı istanbul’da, devlet matbaası’nda eski harflerle gerçekleştirilen bir (bkz: jean meslier) eseri.

    genç cumhuriyet’in aydınlanma savaşçılarından dr. abdullah cevdet’in bu çevirisi, 1929’da latin harfleriyle yeniden yayımlandı. aydınlanma çağı’nın filozoflarına esin kaynağı olan jean meslier bir rahipti. yani, fransa’nın turan dursun’u.

    meslier, tüm dinleri kıyasıya eleştirdi. insan düşüncesiyle temas ettiği her noktada dini ideolojiyi yerle bir etti. elyazmaları, paris’te gizlice elden ele dolaştırıldı. o günün parasıyla 10 altın lui’ye kapışıldı. meslier’nin düşüncelerini yayma mücadelesi verenlerin başında gelen voltaire, “hiçbir şey, meslier’nin kitabından daha etkili olamaz” diyor.

    ünlü filozoflardan d’alambert’in ifadesi ise şöyle: “dışarıdan az görünen kuvvetiyle bu derece etki yapan yalnızca top barutunu tanıyorum. jean meslier’in kitabı top barutuna benziyor.”

    kitap daha sonraki yıllarda "sağduyu / tanrısızlığın ilmihali" adıyla kaynak yayınları tarafından günümüz türkçesiyle yeniden yayınlandı.
hesabın var mı? giriş yap