• ing. sonra

    (bkz: before)
  • porcupine tree'de heartattack in a layby ne ise riverside'da da odur bu şarkı.

    bireyselleştirmekten pek memun değilim ama, en azından benim için böyle bu şarkı. heartattck'taki yüzleşme ve hatırlattıklarıyla savaşma halim nelerden kaynak ve güç alıyorsa, bunların, onların ve şunların tüm tamamlaycısı diğer tez de bu şarkıda yatıyor.
  • fısıltılar ve arkasından gelen anlaşılmayan vokalli müzik kalp ritmini yavaşlatır ve dokunmaya, gerçeğe ihtiyacı olan başkalaşmakta ama başkalaşmalarını da çaresizce kendileri yapanlara ağıt yakar vura vura kalbin ritmini boza boza.

    "i can’t take anymore
    i can’t breathe
    i’m sick of this goddamn darkness,"
    şeklindeki fısıltılı girişi hayatınızı özetliyorsa ölüm gerçekten tü kaka mıdır dedirtiyor insana şarkının sonlarında...
  • henüz bugün ortamlarda malum olan albümü üç loop dinleyişten sonra edindiğim ilk izlenim şu: angl'la olaya başka bir boyut katan ihsahn'ın extreme-progressive davasında bize 'çığır açılacaksa ben açarım hacı' demek ister gibi bir hali var. atonal yürüyüşlü, jazz-sax katkılı, sanki ilk kez duyuluyormuş hissi veren riffleriyle, minimal tasarımlı albüm kapağıyla gerçekten farklı bir iş. ihsahn'dan birkaç seneye garm-vari trip-hop denemeleri gelse şaşırmam artık.

    1. the barren lands
    2. a grave inversed
    3. after
    4. frozen lakes on mars
    5. undercurrent
    6. austere
    7. heavens black sea
    8. on the shores
  • ihsan dayının iyice avangard'a sardığı albüm olmuş, başım ağrıdığından heralde arkada vızır vızır saksafon duymak bazı şarkılarda çok içimi baydı (sana sesleniyorum on the shores, 10 dakika süren var zaten). saksafon mevzusunda ben daha böyle araya clean pasajlar ile caz tadında bir şeyler atılır diye düşünüyordum ama dediğim üzere daha norveçli avangard gruplar gibi "sert" kısımlarda gitarla atışarak bir black metal enstrumanı gibi kullanılmış, enteresan olmuş ihsahn için. müziğin tonu koyulaşmış, sade kahve gibi olmuş diyeyim. ama ben sütlü kahve severim, o yüzden albümdeki bazı kısımlar "tatsız" geldi bana.

    edit: dünyanın en skimsonik albüm yorumunu yaptığım için kendime bu plaketi vermek istiyorum, buyurayım. *şak şak şak alkış kıyamet*
  • "abi naptın sen ya?" demek istediğim şahıs ihsahn'ın gayet dinlenesi son albümünün adı.
    after, austere, undercurrent ve on the shores yiyip bitiriyor insanı. saksafonlu partlarda ipler kopma noktasına geliyor, şarkıların ruhuna dil vermiş.
  • yer yer ayreon havaları hissettiğim ihsahn albümü olmuştur. metal piyasasında zaten artık sayılı dinlenmeye değer albüm çıkıyor. bunlardan birinde hep ihsahn imzası oluyor.

    diğerleri için:
    (bkz: mikael akerfeldt)
    (bkz: steven wilson)
  • bu albüm 2010'da çıkıp, bir şekilde en fazla kulağımda yer edinen albümlerden biri olmuştur şüphesiz. şöyle bir baktığımda gayet post-rock, ambient, electronica dinleyicisi izlenimi çizmişim. yalnız ihsahn abimiz opeth'i sıklıkla dinlediğimiz dönemlerde unhealer ile kulaklara yerleşmesini iyi bilmişti. belki prodüksiyon taktiğiydi, belki dinleyici sayısını artırmak istemişti bilinmez, ama ortada bir gerçek var ki; mikael akerfeldt unhealer için mükemmel bir seçimdi. bu sayede opethead'lerin bir kısmı ihsahn'ın extreme progressive metal olarak adlandırılan ve opeth'in ilk dönemlerinde de kendisine bulaştığını bildiğimiz türün en büyük isimlerinden biri. yer yer sert, tek düze gitar riff'leri ve yer yer progresif, teknik sololarla ve vokal kullanımının sıradışı duruşuyla yaptığı müziğin progressive metal sınırları dışında, daha farklı bir isimle anılması gerekiyordu. extreme'in duruşu bu bağlamda black metal'e yakın olarak bilinse de, müzikal çeşitlilik olarak bayağı bir alt tür vaadeder. (fusion, blues, jazz etkileri kullanılabilir örneğin) ihsahn bu albümünde saksafon kullanarak herkesi ters köşe etmişti mesela ve extreme progressive'in kapsamı hakkında ders verdi. kesinlikle 2010'un en harika albümlerinden biri, bu albümün müziksel ve atmosferik yaratıcılığını yakalayabilen albümler genelde uzun yıllara damgasını vuruyor -ki nezdimde bu albüm de yaptı bunu.
  • moby'nin 2011'de çıkan destroyed adlı albümünün 9. parçası. sözleri şöyledir:

    oh when you had the time to give
    oh when i had a life to live
    but my mind was slow
    but my mind was slow

    but my mind was slow [x34]

    oh when you had the time to give
    oh when i had a life to live
    but my mind was slow
    but my mind was slow

    oh when you want, you want from me,
    oh when you want, you want from me,
    but my mind was slow
    but my mind was slow
    yeah

    oh when you had the time to give
    oh when i had a life to live
    but my mind was slow
    but my mind was slow

    oh when you want, you want from me,
    oh when you want, you want from me,
    but my mind was slow
    but my mind was slow
    yeah

    (but my mind was slow)
    (but my mind was slow)
    yeah
    (but my mind was slow) [x5]

    oh when you had the time to give
    oh when i had a life to live
    but my mind was slow
    but my mind was slow

    oh when you want, you want from me,
    oh when you want, you want from me,
    but my mind was slow
    but my mind was slow
    yeah

    oh when you had the time to give
    oh when i had a life to live
    but my mind was slow
    but my mind was slow

    oh when you want, you want from me,
    oh when you want, you want from me,
    but my mind was slow
    but my mind was slow
    yeah

    yeah

    but my mind was slow
    but my mind was slow...
hesabın var mı? giriş yap