• benjamin constant'ın yazmış olduğu, konusu itibariyle de belki de vadideki zambak, anna karenina gibi metinlerin öncülü niteliğindeki eser. psikanalitik okumaya da elverişlidir, salt bundan değerini kazanmasa da.
  • benjamin constant'ın 1816 yılında yayımlanmış romanı.

    kültür ve turizm bakanlığı dahil birkaç yayınevi tarafından yayımlanmıştır. bende varlık yayınlarının 1958 baskısı var. 79 sayfadır. ön sözünü romanı bitirdikten sonra okumanızı öneririm. resmen romanın sonunu yazmışlar. sevan nişanyan'ın en sevdiği romandır. tipik bir aşk romanı denip geçilemez. içinde şöyle cümleler geçer:

    cimriler, altunlarını bir köşeye yığdıkça bununla satın alabilecekleri güzel şeyleri tahayyül ederlermiş.

    kim olursanız olun gönlünüzün menfaatlerini savunmak işini sakın bir başkasına emniyet etmeyin.

    yüreğinde hep gizlemek zorunda olduğu bir fikir taşıyan kimse sonunda doğru yoldan çıkar.
  • moda'da bir sahaftan bulduğum bu kitabın 1973 baskısı var bende. kapağı kalın, kumaş ayraçlı olanlardan. sayfalarının kenarlarının turunculaşmış olması, sanki bir papirüsten antik yunan öyküsü yahut eski roma'dan kutsal bir metin okuyormuş hissiyatı veriyor. bizde pek bilinmediği malum kitabın o yüzden yazarın kitap ile ilgili düşüncelerini yazmak gerek en azından. bence oldukça aydınlatıcı ve yakışıklı bir metin.

    ----------

    bir kır evinde iki, üç arkadaş toplanmış konuşurken, söz döndü dolaştı, topu topu iki kahramanı olan bir romanı ilgiyle okutmanın mümkün olup olamayacağı tartışması açıldı. işte ben bu romanı o arkadaşlara bunun mümkün olabileceğine inandırmak için yazdım. bir kez bu işe girişince de aklıma gelen birkaç düşünceyi de geliştirmek istedim; çünkü bunlar bana hiç de yararsız görünmüyordu.

    kurak gönüllerin yol açtıkları acıları, bu acıların gene o gönüllerde yarattığı dertleri bu gibi gönülleri kendilerini olduklarından daha uçarı ya da bozulmuş görmeye sürükleyen yanılgıyı anlatmak istedim.

    insanın kendine yüklediği acı, uzaktan, belli-belirsiz, bulanık görünür, aşılması kolay bir bulut gibi. baştan başa yapmacık bir toplumun onaylaması da insana cesaret verir. bu öyle bir toplumdur ki ilkelere kurallar katar, duyguları gelenek haline getirir, rezaleti töreye aykırı görmez de ancak can sıkıcı bir şey sayar, çünkü içinde rezalet yoksa kötü bir davranışı oldukça iyi karşılar.

    sanılır ki düşünmeden kurulan bağlantılar acısız koparılabilir. gelgelelim, kopan bu bağların yol açtığı sıkıntıları, aldanmış bir gönlün şu acı şaşkınlığını, tam bir güvenin dünyanın geri kalanından ayrılmış kimseye yönelmek zorunda bırakılmışken herkese yayılan güvensizlik haline gelişini, saygının kendi üzerinde kıvrılıp, nereye konacağını bilemez hale gelişini görünce, sevdiği için acı çeken gönülde kutsal bir şey bulunduğunu sezeriz. insanın başkasına aşılayıp da kendisinin paylaşmadığını sandığı sevginin köklerinin ne kadar derin olduğunu anlarız.

    güçsüzlük denilen şey de ancak insanın kendisinde bulunan bağlılık gibi şeyleri yok etmesiyle iyi, yüce olarak bilinen her şeyi gözden çıkarmasıyla aşılabilir. ilgisizlerin, dostların alkışladığı bu savaştan insan, ruhunun bir yanı ölmüş, sevgiye meydan okumuş, güçsüzlükten yararlanmış, ahlakı sertlik için bir bahane saymakla kötüye kullanmış olarak çıkar. yaradılışının en iyi yanı ölüp gittikten sonra da bu acıklı üstün gelişten utanç duyarak yaşar ancak.

    işte adolphe'ta benim çizmek istediğim levha buydu. bilmem başardım mı? hiç olmazsa bir gerçeği ortaya koymuş olduğuna inanıyorum. çünkü karşılaştığım okurlarımın hemen hemen hepsi kendilerinin de benim kahramanımla aynı durumda olduklarını söylediler. şurası bir gerçek ki yol açmış oldukları bütün acılardan dolayı duydukları pişmanlıklar arasından bilmem nasıl bir kendini beğenmişlik sızıyordu. kendilerini tıpkı adolphe gibi birinde yarattıkları inatçı aşkın pençesinden kurtulamamış, kendileri için beslenen aşkın kurbanı olmuş gibi göstermek hoşlarına gidiyordu.

    bana sorarsanız çoğu kendine kara çalıyordu. kendini beğenmişliğe kapılmasalar, vicdanları rahat edebilir.

    benjamin constant, 1816

    ----------
  • sonunda; "hayattaki en büyük sorun verilen acıdır ve en mahir metafizik bile seven bir kalbi kıran insanı mazur gösteremez." diyerek çok az kitabın başarabildiği kadar derin bir hüzne sevk eden, olağanüstü yazım diliyle büyüleyen, benjamin constant eseri.

    başına kötü şeyler gelene acınır da kötülük yapana acınmaz nedense.
  • okuması kolay, sindirmesi zor benjamin constant romanı. pazar günü birkaç saatte okudum, hala üstünde düşünüyorum. constant, günümüzde sık kullanılan "toksik ilişki" ifadesini ta o zamanlar anlatmış bu kısa ancak okkalı romanla. okuduktan sonra kendime "kim daha mağdur" diye sordum. bunun üzerine düşündüm ve kendimce bir karara varmaya çalıştım ancak işin içinden çıkamadım. sonra böyle bir karara varmaya çalışmanın nafile olduğunu anladım. ancak içten içe adolphe'a daha çok üzüldüm sanki. ne insanlarla ne de insansız yapabilen çaresiz adolphe. kendi ikilemine mahkum, iç rahatlığı nedir bilmeyen huzursuz adolphe. hem yapmak hem de yıkmak isteyen kararsız adolphe. keşke bu kadar iyi anlamasaydım seni. alıntı yapmak hiç adetim değildir ancak bazı satırlar var ki yazmadan geçemem:

    "kimseye karşı hınç duyduğum yoktu ama pek az kimse bende ilgi uyandırıyordu. gelgelelim, insanlar kendilerine aldırmazlık gösterilince bundan alınırlar. bu aldırmazlığın sebebini kötücüllükte veya yapmacık merakında ararlar da başkalarının
    kendileriyle canları sıkılacağını bir türlü anlamazlar"

    "söylenmeyen bir şey yine de var demektir. var olan şey ise kolayca sezilir."

    "utangaçlık insanın içinde yer eden öyle bir acıdır ki, en ileri yaşımıza kadar peşimizi bırakmaz; en derin duyguları bile içimize atmamıza sebep olur; dilimizi tutuklaştırıp ne söyleyeceğimizi bilemez hale getirir ve sonunda da bizi ya meramımızı müphem sözlerle anlatmaya ya da -duygularımızı anlatamadığımız için hissettiğimiz acıdan ötürü bu duygulardan öç almak istiyormuşuz gibi alaycı bir şekilde konuşmaya zorlar."
  • 1816'da yayımlanan benjamin constant romanı. sönmeye yüz tutmuş olan bir aşka ve kendi kendine de aşırı sevgi dolu ellenore'a da eziyet eden keskin bir zekayı konu alan bir eserdir.
  • hürdüm gerçekten, ama artık kimse beni sevmemekteydi; herkes için bir yabancı hâline gelmiştim.
  • 19.yy'ın ıssız adamı olabilir bu adolphe. veya olmayadabilir; bilemiyorum. sonuç olarak eylemlerindeki motivasyon, çoğunlukla, yaşadığı toplumun kurallarına göre şekilleniyor. bizim bildiğimiz ıssız adamlar ise herhangi bir baskı unsuru olmadan aptallıklarını gösteriyorlar. yazar zaten dem vurmuş bu noktadan; kısaca ''ne olursa olsun, ne karşı çıkarsa çıksın'' mantalitesinde. çok romantik, ama gerçeklerle ne ölçüde uyuşur bilmiyorum. ıssız adam filan dedim ama daha önce de bahsettiğim gibi, bu adolphe bizim bildiklerimize kıyasla epey naif; ve ona hak vermeniz aslında pek mümkün. karakterin ve hikaye akışının buna mahal verecek bir şekilde yazılması bilinçli bir tercih mi, yoksa bir kusur mu bilemiyorum. zaten -roman da çok güzel ama- benim ilgimi hikayeden ziyade, sonda yer alan editörün cevabı çekti. az önce bahsettiklerime tamamen zıt şeyler söylese de bunu tartışmaya açması açısından çok güzel bir yazı. sizinle de paylaşayım:

    --- spoiler ---

    ...hayattaki en büyük mesele, insanın bir başkasına çektirdiği acıdır. seven bir kalbi paramparça etmenin, hiçbir felsefede, ahlak anlayışında, inanç şeklinde açıklaması yoktur. kaldı ki açıklama getirebildiği her şeyi mazur gösterebildiğini zanneden zihinlerin ahmaklığından da nefret ederim. yaptığı kötülüğü anlatırken aklı yalnızca kendisiyle meşgul olanların, bunu yaparken kendini acındırabileceğini sananların, yarattıkları enkazın ortasında dimdik duranların, pişmanlık duyacakları yerde kendini çözümleyenlerin kibrinden nefret ederim. kendi güçsüzlüklerinden dolayı sürekli başkalarını suçlayan, kötülüğün çevresinden değil de kendisinden kaynaklandığını göremeyenlerin acizliğinden nefret ederim. kendi kişiliğinin cezasını, yine adolphe'un kendi kişiliğinin kestiğini, hiçbir yol tutturamadığını, bir baltaya sap olamadığını ve kendi kaprisleri ile kızgınlıklarından başka bir şeyle ilgilenmeyip tüm kabiliyetlerini çarçur ettiğini, bana daha sonraki hayatı hakkındaki detayları yollamasanız da tahmin edebilirdim. ancak kitapta bunlara yer verip vermeyeceğimi henüz bilmiyorum. insanın içinde bulunduğu koşulların pek az önemi vardır, esas olan kişiliğidir. durumları veya kişileri terk etmek boşunadır çünkü insan kendini terk edemez. içinde bulunduğu koşulları değiştirebilir ama kurtulmayı umduğu azabı gittiği her yere beraberinde götürür. insan yer değiştirmekle kendini düzeltemeyeceği gibi, duyduğu pişmanlıklara yeni kahırlar, çektiği vicdan azaplarına yeni kabahatler eklemiş olur.

    --- spoiler ---
  • benjamin constant'ın pek kısa romanı. ama, öyle çok uzun bir eser olmaması ayrı bir etkileyicilik katmış.

    okuduktan sonra insanın aklına gelir, unutulmaz bir deneyimdir. okuyun efendim...
  • benim gibi kendini sevmeyi beceremeyen, hiçbir yere ait hissedemeyen insanların romanı. sevan nişanyanin aslanlı yol kitabında denk gelip almıştım, okumak bugüne kısmetmiş
hesabın var mı? giriş yap