• gerçeküstücü hareketin yaratıcılarından, sürrealist manifesto’nun yazarı andre breton’la, soyadı benzerliğinden dolayı karıştırılan fransız sosyolog david le breton’un eseridir. acı kavramı tıbbi, sembolik ve deneysel taraflarının yanı sıra belirsiz, felsefi ve hatta modernleşen yönlerine kadar tüm boyutlarıyla ele alınmıştır. önemli kaynak kitapları piyasaya sürme konusunda ayrıntı yayınlarıyla mücadele etmeye çalışmış ve bu iddiasından zamanla vazgeçmiş olan sel yayınlarının bastığı az sayıdaki kaynak eserden biridir...
  • acının antropolojisi'nde acının ritüelleşmesinden, sembolik boyutlarına kadar değinerek başarıyla kaleme alınmış bir kitaba imza atmış david le breton. özellikle ifade edilemeyen acıları ve cerrahi müdahaleler sırasında kimi insanların verdiği tepkileri kültürel farklılıklar üzerinden incelediği pasajlar ufuk açıcı. pek çok farklı etkenin "acı" ile olan ilişkisine bilimsel bir bakışla değinmiş. mesela ameliyat sonrası yapılan araştırmalara göre odaları ağaçlıklı bir alana bakan hastaların, odaları tuğladan örülmüş duvarlara bakan hastalara göre iki kat daha az ağrı kesici tüketmiş oldukları belirtiliyor kitapta. ve son gruptaki hastaların ortalama bir gün daha fazla hastanede kaldıkları. kitaptan ortaya karışık, bol acılı alıntılar:

    - acı, yaşama coşkusuna gerçek değerini veren bir kontrapunto gibi yer alır yaşamın içinde. yaşam sadece gerçekten geçici, tehdit altında olduğu için değerlidir. acı ya da ağrıları dinen ya da yavaş yavaş iyileşen bir hastanın hissettiği mutluluk, uzun bir hastane döneminden sonra gelen ilk özgürlük günlerinin keyfi de örnek gösterilebilir bu bağlamda. iyileşen her acıda potansiyel olarak bir inisyasyon boyutu, yaşamı daha yoğun biçimde yaşamaya bir davet vardır. çünkü acı insanı kendinden koparır, eski kimlik duygusunun kök saldığı huzuru altüst eder, çekilen acı antropolojik olarak radikal bir değişim ilkesidir. geçiş törenleri acıyı, yeniden oluşmuş kimliğe kavuşma tekniği gibi entegre eder. bir bilgi aracıdır, insanın kendi sınırlan içinde bir düşünme biçimi ve başkalarını daha yakından tanıma biçimidir. acı bir metafiziktir, geçip gittikten sonra, insanın, daha geniş anlamlı ve yaşama zevkine davet eden bir dünyaya yerleşebilmesi için gerekli mesafeli bakışı sağlar. dehşet ve ölüm duyguları içinde tahrip ettiğinden ve hareketsiz hale getirdiğinden, hastalığından kurtulan insanda yaşamın bedeli duygusunu kökleştiren bir anahtardır. acı kutsal bir vahşidir.

    - acı, birçok geleneksel toplumda inisiyasyon törenlerinde görülen bir olgudur: inisiye olanın fizik görünümünün belirgin işareti olması dolayısıyla daha çok, bedenle bir olmuş bir bellektir: sünnet, dişlerin parlatılması ya da çekilmesi, bir parmağın kesilmesi, dövme, hacamat, yakma, sopayla dövme, angarya, işkence vb. acı inisye olanın bedenine yazılmış genel yaşam mürekkebidir.

    - acının sözle ifade edilmesinde örtük bir sevgi beklentisi, duygusal bağların sıklaştırılması isteği vardır. bir yerin havası, ortamı da hastanın, koşullarını üstlenme tarzında rol oynar. safra kesesi ameliyatı geçiren 69 hasta üstüne yapılan araştırmalardan çıkan sonuca göre odaları ağaçlıklı bir alana bakan hastalar, odaları tuğladan örülmüş bir duvara bakan hastalara göre iki kat daha az ağrı kesici tüketirler. aynı şekilde bu son grupta yer alan hastalar ortalama bir gün daha fazla kalırlar hastanede.

    - acı bedenin sadece bir bölümünü etkilese de, bir çürük diş ağrısı olsa da insanın kendi bedeniyle ilişkisini bozmakla yetinmez, öteye geçer, hareketleri belirler, düşüncelerin içine sızar: dünyayla ilişkinin tümüne sirayet eder. bireyi bildik etkinliklerine bağlayan ipleri koparır, yakınlarıyla ilişkilerini zorlaştırır, insanda yaşama zevkini yok eder ya da azaltır. acıdan kaçarken olası bütün sığınaklara baş vurabilir insan. basit bir diş ağrısı yüzünden de olsa acı çeken insan kendisinin çektiği acılardan habersiz olanların dünyanın en mutlu insanları olduğuna inanır ve şansını asla değerlendirememiş olmasına şaşırır. acı düşünceyi ve yaşamı felç eder. arzuları, toplumsal ilişkileri etkisi altına alır. etkilenen kişide sürekli gevelenen bir felaket duygusu ve etkilenmeyen kişide de sürekli yinelenen özel bir esirgenme duygusu yaratır.

    - acı psikolojik bir olgu değildir, yaşamsal bir olgudur. acı çeken beden değildir, tümüyle bireydir. insanın köklerinden koparılan fizyolojik unsur hasta insanın tarafına geçen bir veteriner hekimlik alanma girer bu durumda. acının oldukça karmaşık, biraz şeytansı coğrafyası beden gerçekliğinin ne kadar bilinçdışı, sosyal, kültürel ve bireysel anlamlara gönderme yaptığını gösterir. insanın yaşayan bedeni organizmasının çizdiği engebelerle sınırlı değildir, insanın bu bedeni kuşatma, algılama biçimi daha belirleyicidir. bu beden bir biyoloji olmaktan çok bir sembolizmayı temsil eder ve hatta biraz cahil biri tarafından böyle görüldüğünde hep öyle kalır/'hastalık da yararlıdır insana. insan her zaman ağrılardan, acılardan kaçamaz ve her zaman da haz peşinde koşamaz" diyen montaigne böylece insanın dünyayla ilişkisinin belirsizliğini tanımlamaya çalışıyor. sadece fizyolojik neden insanın acısıyla karmaşık ilişkisini anlatamaz. acının bir çok nedeni vardır, bireyin kendisiyle bilinçsiz bir ilişkisi de söz konusudur burada ve acı kimlik gerilimlerinin dağıldığı yansıtıcı bir yüzeydir.

    - bir iş kazasından sonra, genellikle memleketlerinden ayrı ve yalnız yaşayan insanlar, göçmenler, sürgünler, bir bölgeden başka bir bölgeye nakledilen işçiler ya da memurlar, tedaviden sonra ve hekimlerin onlara "artık bir şeyleri kalmadığım" söylemelerine rağmen ağrılarının bir türlü geçmemesinden yakınırlar. hekim hastasına, ağzı kulaklarına vararak, muayenelerin, sağlığının yerinde olduğunu gösterdiğini söyler ancak bunaltıcı ağrı ve acılan kesilmeyen hasta için aynı şey söz konusu değildir çoğu zaman. nasıl harita yeryüzü demek değilse muayene de insan değildir ve hasta anlaşılmadığından ya da hekimler sıkıntılarının nedenlerini bulamadığından isyan eder. hastalığına bir ad konmasını, derdine bir çare bulunmasını ister. hekimin rahatlatıcı konuşmalar onu anlamsızlıkla yüz yüze getiren fazladan bir acıdır. eğer acı çekiyorsa mutlaka bir şey vardır, söylediklerine kuşku düşürmek, çektiği gerçek acıları yok saymak, kaderini eline almak için anlam arayışlarını askıda bırakmak değilse amaçları, nasıl "hiçbir şeyin yok" diyebilirler ona. hekim bütünüyle ve keyfi bir biçimde organ düzeyinde kalarak, acı çeken hastanın yüzüne değil muayenelerden çıkan sonuçlara bakarak, elinde olmadan, hastanın sıkıntısını daha bir yoğunlaştım. bu durumda hastalar, ellerinde röntgen paketleri ve reçetelerle bir hastane servisinden ya da bir hekimden ötekine koşarlar ve hiçbir zaman bekledikleri cevabı alamazlar. yaşamları tıbbın, anatomik-fizyolojik 43 düzlemde saptayamadığı bir ağrının ya da bir zedelenmenin arayışına dönüşür, çılgınca bir koşuşturmadır bu. bulanık psikiyatrik sıkıntılar bir ihmale ya da adaletsizliğe kurban gittiklerine inanan bu hastaların acısını daha da artırır. tıp (hasta beden bilimi) ve psikiyatri (geri kalanların bilimi?) ayrımı, tıp tarihinin mirasçısı bu ikilem inşam zihin eklenmiş bir bedene böler. parçalanan hasta bu ağrılarının ve acılarının saptanabilmesi olasılığından uzaklaşır, hiç kimse onu sabırla dinlemez ve şikâyetlerinin anlamını sorgulamaz. hastane servisleri ya da sosyal hizmet servisleri yardımcı olamazlar ve geri çevirirler onu. bu dinleme yetersizliği, kuşkulanılan bir iyi niyetin ısrarcı belirtisi, kimlik meselesi haline gelen acıyı azdırır ama hekim açıkça görülemeyen organik nedenleri araştırmayı bıraksa ve hastayla karşılıklı bir fikir alışverişi oyununa girmeyi kabul etse ve kendini hastalığın anlamını aramaya verse de kimi zaman acının kalbine ve kimlik ikilemine dokunur.

    - hipnoz altında gerçekleştirilen cerrahi müdahaleler tıp tarihinde çok eskiden beri yaygın bir uygulamadır. söz gelimi 1829'da jules cloquet, altmış yaşlarındaki bir kadının göğsünü hipnozla uyutarak almıştır." ameliyatı bir ceset üstünde yapmıştım sanki" diyor cloquet. eter ya da kloroformla anestezinin bulunmasından önceki yıllarda birçok ameliyat bu koşullarda gerçekleştirilmiştir. 1842'de james ward, derin bir hipnoz uykusuna dalan birinin bacağım kalçasından kesmiştir. ve hasta, uyandığında hiçbir şey hissetmediğini söylemiş. daha sonra aynı yöntemlerle loysel (1845 ve 1846), fanton, joly ve toswell (1845) tarafından başka ameliyatlar yapılmıştır. kalkütalı bir cerrah, esdalie hipnoz yöntemiyle yüzlerce ameliyat yapmıştır. manchester'da yaşayan iskoçyalı cerrah james braid 1843'te on yıllardır süren hipnoz tartışmalarıyla ilgili olarak önemli bir yapıt yazmıştır: neurohypnologie or the rationale of nervous sleep considered in relation with animal magnetism. 1866'da fransizcaya çevrilen bu yapıt hipnoz sayesinde gerçekleştirilen çok sayıda cerrahi müdahaleyi (herhangi bir organın ya da bir parçasının kesilmesi, apseli yaraların deşilmesi, diş çekimleri vb.) anlatır. broca da başarıyla uygulamıştır bu yöntemi. poitiers'de guerineau hipnoz yöntemiyle bir hastanın bacağını kalçasından kesmiş ve bu hasta ameliyattan sonra "kendisini cennette sandığını" söylemiştir. ancak bu yöntemin uç bir uygulama olması, istikrarsızlığı, herkese uygulanamaması (özellikle uygulayacak olanın kuşkucu olması durumunda) hipnozun, başanlı bir yöntem olmasına rağmen gözden düşmesine neden olmuştur.

    - epikuros'a göre, insan bir zevk duyma fırsatı yakaladığında bu zevki tatması, bu zevkin içine dalması, ona bağlanması uygun olur. acılarla geçen kötü günler değerli bir kaynaktır insan için. epikuros acılarını ve sıkıntılarını eski hazlarını ve zevklerini hatırlayarak ve böylece bilincin sadece acı ya da ağrı üstünde yoğunlaşmasını engelleyerek hafifletirmiş. bu yönteme karşı olanlar bu düş perdesinin kırılgan olduğunu söylüyorlar. güzel anıları hatırlamak boyunduruktan kurtulabilecek gücü vermez her zaman. bununla birlikte uzaklaşmaya çalışma, belli bir mesafeden bakma acıyı hafifletir, geçmişte yaşanan zevkleri ve yaşanan sıkıntılar geçtikten sonra gene yaşanacak olan zevkleri hatırlatır epikuros insanın akıl yürütme gücüne ve iç gücüne inanır. stoacı marcus aurelius onun tavrını örnek tavır olarak gösteriyor: "şöyle diyor epikuros: "hastalığımda konuşmalarım asla benim zavallı vücudumun çektiği sıkıntılarla ilgli değildir; ziyaretime gelenlere asla bunlardan söz etmemişimdir. ama doğal sorunlarla ilgili ilkelerle ilgilenmeyi bırakmam, özellikle düşüncenin, bir yandan bedenin sarsıntılarım hissederken bir yandan da sıkıntılardan uzak kalmasını ve kendisine özgü sağlığı nasıl koruyabildiğini anlamaya çalışırım." epikür ölüm döşeğinde idomeneo'ya şöyle der: "sana bu mektubu hayatımın son mutlu günlerinde yazıyorum. karnım ve belim dayanılmaz şekilde ağrıyor. ama seninle sohbetlerimizin anılarına dalınca duyduğum zevk geçiştiriyor bu ağrıları."

    - sır saklama birçok insan için acıları yaşamanın tamamlayıcı parçasıdır. sözgelimi j. kotarba, amerika'da, kronik ağrılar çeken (söz gelimi çarpma ya da düşmeye bağlı) yüksek düzeyde atletlerin, profesyonel olarak tanındıklarından ya da bir rekabet veya insanların acımasız biçimde kullanılmaları dolayısıyla ekiplerdeki yerlerini koruyabilmek amacıyla bu gizleme oyunlarını anlatır. sporcular, yarışmalar sırasında yenilmektense ya da antrenör veya kulüp hekimiyle kavga etme hatta takımdan atılma riskine girmek yerine dişlerini sıkmayı tercih ederler. atletler bu amaçla kendi aralarında stratejiler geliştirirler, tecrübelerini birbirlerine aktarırlar ve zamanla her şeyin düzeleceğine inanarak umutla durumlarını korumaya çalışırlar. çoğu zaman kronik ağrılar (sırt ağrıları vb) çeken işçiler de sır saklama zorunluğuyla karşı karşıyadır.

    - gerektiğinde, kendini gerçek bir acı kabuğuyla donatmak anne ya da çevrenin etki edemediği kendi içine kapanmış bir bedene işlev kazandırma girişimidir. merhamet ya da başkasına da bulaştırılan suçluluk duygusu aracılığıyla çekilen acı, ilgi görmenin, yakınmanın, sevilmenin, özellikle de sunduğu özel statü içinde tanınmanın güvenli bir yoludur. beklenen bir şey bağlamında söylendiği gibi, "sıkıntı" içindeki bazı insanlar kendi eksikliklerini, yeteri kadar sevilmedikleri duygusunu, ortama uyum sağlayamadıkları duygusunu, deyim yerindeyse yaşamalarını engelleyen ama kendilerine dikkat ve özen gösterilmesi gibi pek de önemli sayılmayacak bir yarar sağlayan savurgan bir acıyla aldatırlar. klinik tedavileri sırasında kronik ağrı ya da acılardan şikâyet eden hastaların çoğunun aile içi şiddete maruz kaldıkları anlaşılmaktadır. bu durumda şikâyet, bireyin bu dünyadaki yerini korumasını sağlayan korkunç bir kimliksel destek işareti anlamını taşır.
hesabın var mı? giriş yap