*

  • albert camusnun mihenk taşı olduğu felsefi düşünce akımı.
    mythe de sysiphe i baz alarak yaşamın sadece kendini tekrar ettiğini belirten, yani hayatın saçma olduğunu vurgulayan görüş.
    bu belki muhim bişiy diil ama şurası bana önemil geldi:
    hayatın sacmalığının farkında olup, boyle olduğunu bile bile yaşamalıyız.
    yani ne kadar karamsar goruksede dışardan, bana kalırsa insana ermişlik duygusu içinde "biliorum, olsun..." dedirtebiliyor...
  • hayatı çok ciddiye alıp depresif triplere girme eğiliminde olan romantik ve idealist salaklara ilaç niyetine, hatta placebo niyetine acı gerçek.
    (bkz: yok ole bisi)
  • hayatını sorgulayan insan saçma ile karşılaşınca ya intihar eder*, ya kendisini dine verir ya da saçmayı tanır, kabul eder. camus'ya göre, intihar etmek zaten absürd olan hayata daha da absürd bir tepki vermek demektir. dine sığınmak da felsefik bir intihar olarak tanımlanır. ancak insan absürdlüğü kabul ederek özgürlüğünü kazanabilir ve varoluşçuluk muhabbetindekine yaraşır bir şekilde kendisini gerçekleştirebilir
  • yeşilçam'da natuk baytan, sözlükte yaran başlıklar ve bilimum rocko başlıklarında incelenebilir.
  • (bkz: a serious man)
  • en güzel felsefi akım. sadece güzel değil en kabul edilebilir olanı
  • insanin anlamlandirma, isimlendirme, akiskan kalıba sokma merakı, diger tarafta evrenin anlamsizligi, garipligi, her seyin mumkun olması, ve ipin bu iki ucunun birlesmesi ya da birlesememesi sonucu olusan bilincizm
  • şimdi kate winslet kolları t yapıp leonardo dikapriyoyla beraber duruyo ya titanik'te, hani kelimenin gündelik anlamıyla romantizmin allahı oluyo ya, müzik, akşam güneşi falan. batı'ya dönmüş yüzler, yolculuğun sonunda yeni bir hayat onları bekliyor, aşıklar. oğlan'ın çulsuzluğu, kızın ailesi vs, onları kuşatan bütün şartlara, aşkın umuduyla direnmenin, dünya'ya, alayına kafa tutmanın biraz da melankolik ruh hali içindeler, gözlerden okunuyor.

    ama öte yandan, havaların tam da ısınmadığı (karpuz kabuğunun atlantik okyanusuna düşmediği), akşamüstleri buz gibi kuzey atlantik yelinin estiği bir mevsimdeyiz (nisan ortaları). haliyle kolları açıp da güne karşı o yeli yedinmiydi kate winslet de olsan motoru bozarsın (ki zaten kate winslet'in hiç biriniz için "sıçtığına bir türlü inanılamayan kadın" olduğunu düşünmüyorum) işte onca romantizmdi, dinginlikti, batıya dönük yüzlerdi, yeni hayat'ı özlemekti desen de amel olup titanik'in lüks tuvaletlerine foşur foşur sıçıyosun sonuçta (nisan en zalimidir ayların)

    bunu elbette, "titanikte kolları açıp romantizm yapsan da cırcır oluyon kankağ" gibi bizim yerli denyoların da çok tuttuğu, esasen amerikan işi "college humor" videosu mizahi-bilgeliğine yakıştırdığım bir mesajı vermek için yazmadım. (bu mizahi-bilge tutumun daha genel bir sinizme nasıl eklemlendiğini de kaçırmamak gerek; bizim ortalama ortamcı gencin komikli kıssalar içinde erdem diye paralamaktan bıkmadığı sinizmin, daha genel bir "sinizmi erdem olarak yutturma" ideolojisini dayatan tarihselliğin, "yeni sağ"ın son ürünü olduğunu teslim edelim. yanisi, "özal gençliği bunlar işte hep" dememeyi çok isterdim şu noktada, ama özal döneminde ithal edilmeye başlanan oyuncakların sadece legoyla barbiyle sınırlı kalmadığını, kalıc hümıra bulanmış sinizmin de bunlara dahil olduğunu belirtmek istedim, her neyse, bu başka bir entri konusu olsun) hatta diyebiliriz ki, absürdizm yaklaşımı gereği bu mizahi-yalandan-bilgelik'in tam karşısında durur. mizahi-bilgeliğin ya da yukarıda açıkladığım bağlamda eşdeğeri olan sinizmin komik ve acınası bir malzeme olarak ele aldığı "romantik triplere girip akabinde ishal olmak" anekdotunun tamamen kanıksanması ile başlar absürdizm. açıklayayım.

    absürdizm, "zaten" oluşturulmuş, ve hatta "beyhude" bir formel romantik olma girişimini (i), giriştikten sonra ishal olmanın bir önceki "zaten" suni bir durum olan "romantizm"ini zedeleyeceğini düşünen zihniyeti (ii) ve son olarak da bu anlatının ironik bir gerilim barındırdığını savunan ve bunun ekmeğini yemeye niyetlenen zihniyeti (iii) mahkum eder. i ve ii zaten alışık olduğumuz absürdizm tariflerinin içerdiği durumlar. üçüncüsü ise absürdizmi hakim üniversteli genç geyiğinden ayıran, ayırıyor olmasını umduğum durum. ne yaparsak yapalım, nasıl hülyalar içerisinde bulunursak bulunalım, nasıl hayaller kurarsak kuralım, hepimizin de o rüzgarı pis yediğini, yani hepimizin çatır çatır sıçacağını kabul edersek özgürleşebileceğimizi söylüyor bize. yani bunun için ne hayıflanmalıyız, ne de kendimizi zorlayarak gülmeliyiz.
  • domates.

    (ornek olarak)
  • absürdizm, alışkanlıklarımızın bize yapmamızı buyurduğu şeyleri yaparak sürdürdüğümüz bu hayatın anlamsızlığı gerçeği üzerine kurulmuştur. hayat absürddür peki ya bu hayat yaşamaya değer midir? intihar her ne kadar bu hayatın anlamsızlığını kavrayan birinin seçeneği olacağından mantıklı gibi gözükse de, aynı zamanda da problemlerden kaçmak, bir nevi zayıflıktır. ancak, hayata bir anlam verebilecek doktrinlere geri dönmek de çözüm değildir. işte absürdizm akımı da tam bu noktada doğmuştur.

    absürdizmin ortaya çıkmasını bazı buluşlar tetiklemiştir:

    -geçen her saniye bizi ölüme yaklaşıtrır ve bizim bunu engellemek için yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur.
    -hayat bir örnek davranışlar silsilesidir. gelenek-görenekler, inançlar ve günlük hayat bizi makineleşmiş davranışlar göstermeye zorlar ve bizlerin de hiç üzerinde düşünmeden bu tip davranışları gerçekleştirmemiz gülünç ve gereksizdir.
    -yalnızca ''neden?'' sorusu tüm bu bitkinliğimizi, doğanın tuhaflığını, dünyanın ilkel vahşetini kavramamızı sağlar ve o zaman kendimizi tüm bunlara yabancı hissederiz.

    yani dünya ya absürddür ya da mantıksız insanlarla doludur.

    ve başta bahsettiğim gibi intihar etmek ya da doktrinlere geri dönmek seçeneklerimiz arasında olmadığından camus'ye göre yapılacak üç şey vardır.

    1-) baş kaldırı: baş kaldırı, ölümcül kaderimizi kabullenip onunla yüzleşmek, dünyanın anlamsız sessizliğine anlayış göstermek, ölüme mahkum olup intiharı reddetmek şeklindedir.

    2-) özgürlük: bir insanın tamamen özgür olabilmesi için öncelikle hayatın anlamsızlığını keşfettiği anın farkında olması gerekir. mesela tanrı(din), çalıştığı iş ya da ailesi, özgür olduğu sanrısı içinde olan insanın hayatına yalnızca sahte bir anlam ve değer katar oysa ki insan ancak kendi durumunun açıkça, 'yarın'sız ve umutsuz bir biçimde farkına vardığı anda özgür olur.

    3-) tutku: absürt bir evrende yaşamak, deneyim sayısını tutkuyla arttırmayı gerektirir. montaigne'in deneyimlerin kalitesini ön planda tutan anlayışına karşılık camus deneyimlerin miktarını önemser çünkü sonunda hepimiz öleceğimize göre '' hayatını, başkaldırışını, tutkularını hissetmek ve bunları maksimum miktarda gerçekleştirmek gerek. çünkü sağduyunun egemen olduğu yerde, değer skalası önemini yitirir. 'şu an' ve bilinçli bir ruh önünde 'şu an'ın başarısı...işte absürt bir kişinin ideali budur''
hesabın var mı? giriş yap