• mission impossible beşinci sezon yirmi birinci bölümünün adı.
  • ilk fragmanı ve posteri düşen film.

    fragman
    poster
  • son zamanlarda izlediğim en iyi fragmanlardan birine sahip olan film. başrollerinde rooney mara ve casey affleck var.
  • gerçekten müthiş bir fragmana sahip olan film. fragmanda çalan şarkıya ilk dinleyişte aşık oldum. söz konusu şarkı, dark rooms isimli grubun i get overwelmed isimli şarkısıymış. şöyle bırakayım da başkaları da aşık olsun: dark rooms - i get overwelmed
  • dün vizyona girmiş david lowery filmi. baş rolleri casey affleck ve rooney mara paylaşıyor. film iyi yorumlar alıyor, izlemek için sabırsızlanıyorum. imdb notu 7.4/metascore 87.

    ek bilgi: film 22 ocak 2017'de sundance film festivalinde gösterilmiştir, abd'de gösterim tarihi 7 temmuzdur.

    david lowery, casey affleck ve rooney mara üçlüsü ilk 2013'de ain't them bodies saints filminde bir araya gelmişti. casey affleck ile çalışmayı seven david, 2018'de vizyona girecek old man and the gun filminde yine baş rol için casey'yi uygun gördü. bu ikilinin 3-cü film projesi olacak.
  • fragmandan gördüğümüz kadarıyla bir hipster filmi bizleri bekliyor.

    filtreyi bol kullanmışlar. umarım tumblr görsellerinin ve indie müziklerin arkasına sığınan boş bir film çıkmaz.
  • spoiler

    ilginç ama pek de ilginç olmayan tarafları var: rooney mara'nın turtanın tamamını yediği sahne. sanırım beş dakikadan uzun bir sahne. mara hayatında ilk kez turta yemiş, zira pek sevmiyormuş. her şey sanat için!! diğer ilginç ama pek ilginç olmayan şey, casey affleck'in 10. dakikadan sonrasında çarşafa bürünmesi, hayalet olması (çünkü ölüyor). cgi kullanmak yerine eski usül çarşafı kullanmışlar. yönetmenin gücü bu saçmalığı inandırıcı kılabilmesi. yani çarşaflı bir hayalet var ve yönetmen bunu hem inandırıcı kılabilmiş, hem de bu sahnelerin bazılarında duygulandırabilmiş.

    film neredeyse diyalogsuz. özellikle ilk 40-50 dk'da çok az diyalog mevcut. sonrasında diyaloglar artıyor ama mühim diyalog pek yok. genelde tek mekânda geçiyor film. affleck öldüğünden ve yola hayalet olarak devam ettiğinden hiç konuşmuyor. abd'de çok sevildi bu film, sundance'de öve öve bitiremediler, eleştiriler şahane. fakat niye bu denli sevildi anlayamadım. âşıkların ilişkisi hiç derinleşmiyor. adam ölmeden önce hayatları nasıldı, neler yapıyorlardı, işleri neydi, nasıl tanıştılar? hiçbirine cevap yok. sadece birbirlerini sevdikleri belirtiliyor. yas süreci de fazla işlenmiyor. zaten 35 dakika kala mara çıkıyor filmden, çarşaflı affleck kalıyor. öte yandan iki karakteri de tanıyamıyoruz. yani mara'nın ya da affleck'in karakterlerini bir cümleyle bile anlatamam: kocasını seven, onun ölümünden sonra üzülen bir kadın. bitti. adam? eşini seven birisi. bitti.

    lowery'nin affleck-mara'lı ilk filmini hatırlatıyor. onda da mutsuz bir aşk hikâyesi anlatılmıştı, ona da sessizlik hâkimdi. o da sorunluydu. velhasıl sıkıcı bir film değil a ghost story, ama kapar kapamaz unuttum. umarım affleck-mara-lovery üçlüsünün sıradaki filmleri daha iyi olur, bu denli yüzeysel olmaz.

    spoiler
  • oldukça yavaş ilerleyen, neredeyse diyalogsuz, hayatımın bir buçuk saatini heba ettiğimi düşündüren film.

    kitap yazmak istediğini söyleyen kıza, çocuğun o bildiğimiz hikayeyi anlatıldığı bölüm ise filmin hem tek uzun repliği hem de tek beğendiğim, hatta çok beğendiğim sahnesiydi.

    üşenmeden yazdım, aşağıdan okuyabilirsiniz.

    --- spoiler ---

    yazar, roman yazar. söz yazarı, şarkı yazar. senfonist de senfoni yapar; ki bu da en iyi örnek olabilir, çünkü en iyi senfoniler hep tanrıya yazılmıştır. beethoven dokuzuncu senfoniyi yazıyor ve bir gün uyanıp tanrının vârolmadığını fark ediyor. ne olurdu o zaman?

    yani, insanı aşması amacıyla yazılan bütün notalar, akorlar ve armonilerden sonra "bunlar fiziksel şeyler," diyorsun. beethoven diyor ki "vay be, tanrı yokmuş. yani sanırım ben bunları diğer insanlar için yazıyorum. sadece (dünyaya) geldik yani."

    hatırladığım kadarıyla bir çocuğu yoktu, ama eğer varsa...

    -yeğeni vardı.

    tamam, harika. yani yeğeni için yazıyor.

    -ya da ölümsüz aşkına...

    ya da her kimse ona. ama aşkı bu konunun dışında bırakalım ve insanın "işte, bunların sayesinde insanlar beni unutmayacak." düşüncesiyle bir tutalım. ve unutmadılar da. unutmuyoruz. ve buna katlanmak için elimizden geleni yapıyoruz da. parça parça mirasımızı oluşturuyoruz ve belki bütün dünya sizi unutmasın diye ya da birkaç kişi sizi unutmasın diye, ama öldükten sonra da hatırlanmak için elinizden geleni yapıyorsunuz. ve o yüzden; hala bu kitabı okuyoruz. hala o şarkıyı söylüyoruz. ve çocuklar; anne babalarını ve onların anne babasını hatırlıyor. ve herkesin kendi aile ağacı var. ve beethoven'in kendi senfonisi var. ve o bizim de senfonimiz. ve yakın gelecekte herkes dinleyecek.

    ama işler tam o noktada bozulmaya başlıyor işte, çünkü çocuklarımız ölecekler. ve onların çocukları da ölecek ve bu böyle devam edecek. sonra büyük bir tektonik kayma gerçekleşecek. israfil sura üfleyecek ve batı plakaları kayacak. ve okyanuslar yükselecek, dağlar düşecek. ve insanlığın %90'ı ölecek. bir çırpıda. bilim bu. geride kalanlar yüksek yerlere gidecek ve sosyal düzen yok olacak. ve ilkel zamanlardaki gibi leşçil olmaya, avcılık yapmaya başlayacağız ama belki, birisi bir gün, eskiden bildikleri bir melodiyi mırıldanacak. beethoven'ın dokuzuncu senfonisini. ve bu da herkese küçük bir umut verecek. insanlık yok olmanın eşiğinde ama biraz daha yaşamaya devam edecek, çünkü birisi, bir başkasının bir mağarada bir melodi mırıldandığını duyacak ve kulaklarında hissettikleri o fizik, onlara korkudan veya açlıktan veya nefretten başka bir şey hissettirecek. ve insanlık devam edecek, medeniyet tekrar yerine oturacak.

    ve şimdi o kitabı bitireceğinizi düşünüyorsunuz. ama uzun sürmez bu. çünkü çok geçmeden, gezegen ölecek. birkaç milyar yıl sonra, güneş kızıl bir deve dönüşecek ve bütün dünyayı yutacak. bu bir gerçek. konusu gelmişken, belki bir başka gezegende hayat kuracağız. aferin bize. belki bütün bu önemli şeyleri de yanımızda götürmenin bir yolunu bulduk. mona lisa'nın bir fotokopisini götürürler, birisi görür ve üzerine birazcık uzaylı boku serpiştirir, yeni bir şeyler çizer ve her şey böyle devam eder. ama bu önemli değil.

    insanlık beethoven'ın dokuzuncu senfonisini geleceğe taşısa da gelecek bir gün duvara toslayacak. evren, genişlemeye devam edecek ve sonunda bütün maddeleri de götürecek.

    elde etmek için gayret gösterdiğiniz her şey sizin ve gezegeninizin diğer tarafındaki bir yabancının, farkında olmadan tamamen başka bir gezegendeki gelecekteki bir yabancıyla paylaştığı her şey, size kendinizi büyük hissettiren veya ayakta tutan her şey yok olacak.

    bu boyuttaki her atom, kaba kuvvetle işte bu kadar basit parçalara ayrılacak ve sonra bu parçalanmış moleküller tekrar bir araya gelecek. ve evren, hiçbirimizin göremeyeceği kadar küçük bir noktanın içine çekecek kendini.

    yani isterseniz kitap yazabilirsiniz, ama sayfalar bunlar. bir şarkı söyleyip nesilden nesile aktarabilirsiniz. bir oyun yazarsınız ve insanların hatırlamasını, sahnelemesini umarsınız. hayalinizdeki evi inşa edebilirsiniz, ama en sonunda bunların hiçbirisi, çit kazığı gömmek için parmaklarınızı toprağa sokmaktan daha değerli olamaz. ya da sikişmekten. ki bence hemen hemen aynı şey.

    --- spoiler ---
  • bu filme 84 ortalama veren metacritic aleminin çok afedersiniz ama beynini sikeyim. filmin hakkı en fazla 2 puan.

    --- spoiler ---

    7-8 dakika turta yeme sahnesini kim çektiyse kamerası götüne girsin. o dakikalar 30 sene gibi geçmek bilmedi.

    --- spoiler ---
  • eğer küfür yemeyeceksem, filmi sevdim ve ufak bir incelemesini bloğumda yazdım.

    okumak için burayı tıkla
hesabın var mı? giriş yap