200 yıldır neden bocalıyoruz
-
niyazi berkes'in 1962 yılında yazdığı, yön dergisinde yayınlandıktan sonra 1964'te basılan kitabı. türk toplumunun iki yüzyıllık modernleşme projesi çerçevesinde, toplumsal ve iktisadi devrimlerinde yaşadığı başarısızlıkları inceliyor.
"genç okuyucu! türk reform tarihinin âkıbetini anlatan bu hikâyeyi senin için yazdım. bugününü daha iyi anlamak için sen onu yeniden öğren; daha derinlere git ve yazdıklarımın doğru olup olmadığını kendin araştır. bugünkü türkiye'nin hangi şartlar içinde kurulduğunu o zaman daha iyi anlayacaksın ve onun da, gene dönüp dolaşıp bu hikâyede anlattığım aynı bozucu kuvvetler tarafından aynı âkıbete uğratılmasına razı olmayacaksın. sana bahsettiğim endam aynasının önüne geçtiğin zaman kendi ulusunu, tam "kurtulduk" dediğimiz anlarda, gene fakir, gene borçlu, gene dilenci durumunda, çoğunluğunu gene paçavralar içinde görürsen elbette buna razı olmayacaksın. karamsar olmana, yabancı milletlere ve devletlere düşman olmana, kin beslemene ne lüzum, ne fayda, ne de hakkın vardır. sorumluluk sana aittir. dünyanın hayalât dünyası olmadığını, hesap-kitap dünyası olduğunu idrak etmen yeter. kalkınmanın yolu heyecan ve kin değil, bilgi ve medenî cesarettedir." -
kitap yok. bulabilirsek...
-
berkes’in yön dergisinde yayınlanan türkiye’nin batılılaşma tecrübesi, süreci, mustafa kemal reformlarının nasıl anlaşılması gerektiği ve türk aydınının halkla ilişkileri gibi konular üzerinde yoğunlaştığı makalelerinin bir kısmının bulunabileceği, ayrıca yön yayınları'nın da ilk kitabı olma özelliğine sahip eseri.
yön dergisinde yayınlanan diğer yazılarının bir kısmı da 1965'te "batıcılık, ulusçuluk ve toplumsal devrimler" adı altında kitaplaştırılmıştır.
ayrıca dergi ile ilgili ayrıntılı bilgiye tüstav arşivlerinden ulaşılabilir. günümüze doğru yapılacak düşünce karşılaştırmaları için oldukça keyifli bağlantılar.
(bkz: niyazi berkes) -
"gericiliğin ikinci türü eski durumlarını kaybetmiş olan, alıştıkları usul ve görüşlerin zamanı geçtiği için bir değeri kalmadığını görmeyen eski kafalıların temsil ettiği gericiliktir. bizde bunun en zararlı şekli medresenin temsil ettiği yobaz zihniyetidir. fakat bu çeşit gericiliğin yalnız yobazlara mahsus olduğunu sanırsak kendimizi aldatmış oluruz. din geleneğinden gelmeyen, hatta avrupa'larda bulunmuş nice yobazlar vardır. türk aydınları din yobazlığının gericilik rolünü lüzumundan fazla büyütmüşlerdir. bugün bile karikatürlerde gerici sadece yobaz şeklinde gösterilir. türk aydını (adı üstünde) aşırı aydınlıkçı olduğu için gericiliği cehaletle, ilericiliği okumuşlukla bir tutar. halbuki biraz sonra sözünü edeceğimiz gerici yanında yobaz gerici ikinci derecede kalır. tarihimizde ne zaman başarılı gelişmeler olmuşsa yobaz zihniyeti tesirsiz kalmıştır. bu gibi zamanlarda yobaz ya susmuş ya da görüşleri halka işlemez olmuştur. 2. mahmut, atatürk gibi devrimciler, bu yüzden, yobazdan aydınların korktuğu kadar korkmamışlardır. onların başarılı ilericiliği karşısında yobaz sadece gülünç bir tip haline gelmiştir.
bu devrimcileri asıl yıpratan ve hatta yıkan gerici, aydınların şimdiye kadar tanımadığı veya yanlış tanıdığı başka tip bir gerici olmuştur. başarılı devrimlerden sonra yobaz zihniyeti, devrimleri yürütecek aydın kuvvetlerin başarısızlığı veya kofluğu meydana çıkınca dirilir. atatürk devrimlerinden sonra yobaz ortamını besleyen araçlar ortadan kaldırıldığı halde, bugün yobazlık yeni bir rönesans devrine ulaşmıştır. bu gün belki de o zaman olduğundan fazla yobaz vardır.
bunların aydından fazla tesirli oluşu da pek tabiidir. değişme halka iyi bir şey verirse istenecek, sevilecek bir şeydir. bunu veremedi mi veya hatta aksini verdi mi halk kitleleri ilericinin karşıtı olan gericinin kafasına kendini kolayca kaptırır. bu tip gerici halk arasından yetiştiği ölçüde halkın kafasına ve diline daha yatkın, daha çekici olur. demek ki buraya kadar sözünü ettiğimiz gericiliğin iki çeşidinin üstün gelmesinden ancak değişme ve ilerleme temsilcilerinin başarısızlıkları sorumludur.
gericiliğin asıl tehlikeli olan çeşidi belirli çıkarların temsil ettiği gericiliktir. çıkarcı gericiliğin en kuvvetli temsilcisi türk toplumunun modern bir düzene girmesinden en çok zarar görecek olan ve çıkarları ellerindeki toprak monopolisinde bulunan toprak ağaları ve derebeyi artıklarıdır. bunların birçoğu paris'te veya berlin'de de tahsil etmiş olsa, çıkar bakımindan gene de gerici olabilirler. gericiliğin, aydınlanmış veya okumuş olmanın karşıtı olmadığını gösteren en iyi misal bunlardır. tanzimat'a kadar yapılmak istenen bütün reform teşebbüslerini asıl baltalayan kuvvet bu kuvvettir. tanzimat'ın çeşitli reformlarını gerçekleştirmeyen, onları kendi çıkarlarına uyacak şekle sokmağa muvaffak olan dinciler değil, işte bu çeşit gericilerdir. meşrutiyet'i bu kuvvet dejenere etmiştir. ilerde göreceğimiz gibi cumhuriyet'in başarısızlıklarını da bu kuvvet sağlamıştır. köy enstitüleri'ni yıkan kuvvet cahil halk veya yobaz değil, bu kuvvettir. bugünkü kalkınma için gerekli olan reformların önüne dikilen de gene bu pek az tanıdığımız gerici kuvvettir. bu gerici kuvvetin kaynağı olan toprak rejimi devam ettikçe de türk gelişimini bu kuvvetin elinden kurtarmak mümkün olmayacaktır. ötekiler gibi bu kuvveti de yerinde tutan, kuvvetini besleyen gene reform temsilcilerinin başarısızlıkları, görüşsüzlükleri veya görüşlerinin yersizliği ve temelsizliği olmuştur." -
ömer laçiner'den şu tespiti sizinle paylaşmak isterim;
"ister muhafazakar islamcı, ister en batıcı-radikal atatürkçü- olsunlar bütün bu akım ve hareketler toplumun egemenlik hakkının tamamını elinde tutan bir kadronun ve onun şekillendirdiği bir devlet aygıtının buyrukları doğrultusunda yaşanacak bir süreç öngörmüşlerdir. toplumlar, bunların yaklaşımında kendi kadroları/devletleri tarafından ya mayası değiştirilecek ya da tazelenecek hamur gibidirler. edilgen oldukları ve olmaları gerektiği varsayılmıştır. dolayısıyla hangisi iktidar /devlet gücünü ele geçirmiş ise kendi istekleri doğrultusunda davrananlara "makbul vatandaş" veya asıl millet sayılmanın imtiyaz ve avantajlarını bahşedip diğerlerine potansiyel tehdit muamelesi yapmıştır. ancak toplumun edilgen olması gerektiği öylesine önkabuldür ki; bu yönetimler liberalizm gibi sadece iktisadi çıkara odaklı olsa da, özel girişimciliği insiyatif almayı teşvik eden akımlara bile şüpheli muamelesi yapmıştır. ve bu yüzden makbul vatandaşlarının kendi insiyatifleriyle öne sürdükleri talepleri veya girişimleri bile esasta karşı olmasalar dahi hoş karşılamaz hatta punduna getirip cezalandırır da. sonuçta islam dünyasının son iki yüzyılı boyunca her biri hemen her ülkede yeterince süre iktidar olmuş bu akımların belirlediği düşünüş ve davranış çerçvesinde hareket etmiş hiçbir ülke başlangıç hedefine ulaşamamıştır; ama başlangıçta durgunluk ve ataletiyle tanımlanan o toplumlar, iki yüz yıldır devletlerinin aralıksız empoze ettiği edilginleştirici politikaların ördüğü ağla da sarmalanmış hale gelmişlerdir."
ömer laçiner(2023) gerçek bir geçiş için, birikim:aylık sosyalist kültür dergisi sayı:406-407, şubat-mart, 7-12. -
çünkü daha nasıl yönetileceğimiz ile ilgili bile uzlaşmaya varamıyoruz. ülkenin yarısı geçmiş özlemi ile tek adamcı, yarısı cumhuriyet istiyor.
-
niyazi berkes’in 1962 yılında yazdığı ve yön dergisi’nde yayınlandıktan sonra
1964’te basılan kitabı 200 yıldır neden bocalıyoruz, türk toplumunun 200 yıllık
modernleşme serüveni yolunda, toplumsal ve ekonomik devrimlerde yaşadığı
başarısızlığı inceliyor. yazar, türkiye’nin 1960’larda karşılaştığı meselelerin ı.
dünya savaşı’ndan sonra yapılması planlanan sosyal-iktisadi kültürel devriminin
tamamlanamaması nedeniyle, ıı. dünya savaşı ve sonrasındaki yıllarda ortaya
çıkan ve bu devrimin sürekliliğini kesmeye yönelik hareketlerin oluşturduğu
buhranın, yarattığı sonuçlardan kaynaklandığını işlemiştir. bu kapsamda berkes,
1960’ların sosyal-ekonomik sorunlarının tutarlı tanımını yapmak ve bunlara doğru
çözümler bulabilmek için, sözü edilen devrimin gerçek niteliğini ve onu duraksatan
olayları hazırlayan tarihsel süreci gözden geçirmiş ve 200 yıldır neden
bocaladığımızı sorgulamıştır.
yazar hakkında kısaca bilgi vermek gerekirse, niyazi berkes 1908 yılında
kıbrıs’ta doğdu. istanbul üniversitesi edebiyat fakültesi felsefe bölümü’nü
bitirdi. aynı fakültenin tarih bölümünden sertifika aldı. istanbul üniversitesi ve
chicago üniversitesi’nde sosyoloji üzerine çalıştı. ankara üniversitesi dil ve
tarih-coğrafya fakültesi’nde ve mcgill üniversitesi graduate studies and
research fakültesinde öğretim üyeliği yaptı. 1945 yılına kadar dtcf’nde çalıştı.
1952’de yurtdışına gitti. kanada mcgill üniversitesi islam araştırmaları
enstitüsü’nde profesör oldu. 1958-1959 yıllarında hindistan’da aligarh
üniversitesi’nde de ders verdi pakistan, endonezya ve japonya’yı ziyaret etti.
emekli olduktan sonra ingiltere’ye yerleşen niyazi berkes, 18 aralık 1988’de
ingiltere’de hythe’da öldü.
berkes, çok yönlü bir düşünür ve toplum bilimcidir. tarihten ekonomiye,
felsefeden sosyoloji yazılarına kadar geniş bir alanda eserler üretmiştir. eserlerinde
üzerinde ağırlıklı olarak durduğu konu, türkiye'nin geçirmekte olduğu sosyal
değişimi analiz etmektir. batılılaşma veya çağdaşlaşma kavramları olarak kabul
edilen bu değişim sürecini farklı çerçevede tartışır. berkes'in eserleri; türk toplumunu geçirilen süreç içinde anlamaya ve sosyal değişme evrelerini ezber
bozan yöntemlerle tespit etmeye çalışan bir özellik taşır. tarihsel süreç içerisinde,
türk toplumunun sosyal-ekonomik anlamda geçirdiği değişimleri görmek isteyen
okuyucular berkes’ten bu anlamda çok yönlü istifade edebilirler.
kitap iki ciltten oluşmaktadır.
birinci cildi, 18. yüzyılda osmanlı devleti’nde başlayan siyasi ve ekonomik
bozulmalar ile devlet adamlarının kayıtsızlığı sorunun gittikçe büyümesinden
başlar. nitekim yazar konuya dair şunları yazmaktadır: 18. yüzyıldaki bozulmanın
sebebini anlamayan devlet adamları, toprak rejimi ve ona dayanan devlet maliyesi,
ordu, hükümet ve idare, bilim müesseseleri. dikkate değen nokta hiçbirinin bu
değişmenin veya onların deyimiyle bozulmanın nedenlerini araştırmamalarıdır.
bunları anlama yoluna dönmüş olsalardı, bunların daha derininde bir takım değişen
şartlar olduğunu, gördükleri bozuluşun bu şartların sonucu olduğunu
anlayacaklardı. (s. 9). osmanlı devlet adamları alacakları tedbirlerde yeni bir dünya
görüşünün doğduğu fikrinden çok, işleri aslına yani ilk şekillerine döndürmek
istemeleri, değişen dünya konjonktürünü anlamamış veya işlerine geldikleri gibi
davranmayı tercih etmişlerdir. onlar, ortaçağ düşünce sisteminden çıkamayıp,
tanrı’nın takdir ettiği bir düzen olduğunu kabul edip kaderci ve tembelliği
benimseyerek hiçbir olumlu adım atmamışlardır. türkiye’de toplumsal sınıfın
yoksunluğu, alınacak ekonomik ve siyasi tedbirleri zayıflatmıştır. bu da
imparatorlukta geri dönüşü olmayan yaralar açmıştır.
türkiye’de yapılmak istenen yenilikleri engellemeye çalışan kuvvetler, daima
karşıt görüş geliştirip bu görüşlerini meşrulaştıracak zeminler hazırlayarak
muhalefet etmişlerdir. bunların birincisi, memleket içinde değişmeye karşı daima
direnen ve savaşan gerici kuvvetlerdir. ikincisi, batı’dan alınan fikirlerle kendini
ıslah etme işine giriştiği zamanlar türkiye’nin kendini daima batı dünyasında olup
biten çekişmelerin içinde bulması, bunlardan kaçınacağına onlara bulaştığı için
batı devletlerinin politik ve ekonomik peyki haline gelmesi, hiçbir programı
sürekli olarak uygulayamamasıdır. üçüncüsü, reform teşebbüslerine hep bu
çekişmelerin türkiye’ye yönelmiş olduğu zamanlarda hazırlıksız olarak
kalkışması, bu yüzden, dış baskıların karışması ile yapılan işlerin halk kütlelerinin
durumunu iyileştireceğine kötüleştirmesidir. (s. 22-23).
osmanlı devleti ilk siyasi ve ekonomik darbeyi kırım harbiyle alacaktır. batılı
devletlerin aralarındaki menfaat işbirliği doğuda güçlenen rusya’ya karşı
osmanlı’yı yem olarak kullandıracaktır. osmanlı, paris barış konferansı’nda yenilen taraf olarak kabul görecek, batılı devletler güya osmanlı taraftarı olarak
gözüküp, devletin içişlerine karışma hakkı elde edecektir. osmanlı’ya dikte
ettirilen ıslahatlar devleti toparlamak yerine batılı devletlerin emellerine hizmet
ederek çöküşe yol açacaktır. kırım harbi ile başlayan avrupa devletler ailesine
katılışının ikinci önemli hediyesi de şu oldu: zengin müttefiklerimize usul usul ve
güzelce borçlandık. (s. 38). hiçbir kalkınma programı ve planı olmadığı için alınan
istikrazlardan ele geçen paralar padişahımız, paşalarımız ve komisyoncular
sayesinde çarçur edildi. (s. 39). battığımız borç yığınlarına rağmen devlet adamları
bu gidişatı önemsemeyerek lüks hayatlarından taviz vermemişlerdi. tanzimat’ın
bütün endüstri, maden ve tarım teşebbüsleri 1860’ta iflas ettikten veya yüz-üstü
bırakıldıktan sonra ve paşalar 1875’e kadar yalılarında şiir ve sohbet toplantıları ile
eğlendikten sonra ilk çatırdayış bu tarihte koptu. borçlar yığıla yığıla o hale
gelmişti ki istikrazlarda milli gelirini arttıramayan devletin bunların faizlerini bile
zamanında ödeyemeyeceği görülüyordu. (s. 43).
biriken dış borçların osmanlı devleti tarafından ödenemeyeceği anlaşılınca, batılı
devletler bir konsorsiyum kurarak devlet gelirlerini kurdukları duyunu umumiye
idaresine bağlayıp borçlarını tahsil etme yoluna gittiler. gereken toprak, vergi ve
eğitim reformlarının yapılmaması yüzünden paşaların elinde iflas eden türkiye,
duyun-u umumiye idaresi altında öyle bir işletmeye tabii tutuldu ki her yıl
münasip miktarda faiz ve borç ödendikten maada bu korporasyon yabancı
devletlere borç verecek kadar kar ediyordu. yalnız gelir ve karlar tabii türkiye’ye
değil, sermaye sahiplerine ait olacaktı. mesela italya duyun-u umumiye’den aldığı
istikrazla trablus harbini finanse etmişti. yani türk kaynaklarından ve halkının
emeğinden edinilen karlarla türkiye’ye karşı bir harp finanse etmek mümkündü.
(s, 51). bu sayede 1908’de abdülhamit idaresi düştüğü zaman türk halkı
adamakıllı soyulup soğana çevrilmişti. hiçbir ulus batılılaşmayı bu kadar pahalıya
satın almamıştı. (s. 53). bu manzara çerçevesinde osmanlı da ihtilal olmuş, ıı.
abdülhamit devrilmiş, ittihatçılar başa geçmiş turancılık ideolojisi ve çökertilmiş
ekonomi ile ı. dünya savaşına girilerek felaket ile sonuçlanan son ile
karşılaşılmıştır.
kitabın ikinci cildi; ulusal kurtuluş savaşı ve kemalizm devrimi ile başlar.
kemalizm’i anlatacak olursak, yapılacak değişimlerin toplumun temelinden
başlanarak köklü ve zamana yenilmeyen güncel reformlar halinde uygulanıp türk
toplumunun refahını benimseyen yoldur. kemalizm, her dönemde farklı ve yanlış
yorumlanmıştır. halk partisi faşizm, serbest cumhuriyet fırkası liberalizm,
sonraki yıllarda ise sosyalizme benzetenler olmuştur. aslında yapılan bu benzetmeler, kemalizm değil kendi ideolojilerine meşruluk kazandırmak için
kemalizm kılıfı giydirilip halka açılma çabaları olmuştur. ama kemalizm bu
benzetmelerin dışında bir şeydir.
ekonomik kalkınma meselesinin ele alındığı ilk zamanlardaki (1920’lerde)
eğilimlerin kemalist görüşe zıt olduğunu ta baştan görürüz. o zamanlar, ekonomik
kalkınma meselesinde, geçmiş devirlerin tecrübelerinin gösterdiğine göre, akla
gelebilecek üç yol vardı: (1) dış borçlanma veya yabancı sermaye yatırımı ile
kalkınma; (2) yerli özel teşebbüsü teşvik ve himaye yolu ile sağlanacak özel
sermaye birikimi ile kalkınma; (3) devletin ulusal ekonomiyi planlaması ile
sağlanacak ve kamusal sermaye ile finanse edilecek teşebbüslerle kalkınma. (s. 32).
iktisat kongresinde alınan bu kararlardan ilk ikisi olumlu sonuç doğurmadı.
büyüme hızı ekonomik buhranın da etkisiyle beklenenden çok daha düşük
seviyelerde kaldı. bu çerçeve de geriye tek bir yol kalıyordu, kemalizm’in planlı
devletçilik modeli idi. ancak kemalizm, atatürk’ün ölümü ile farklı boyutlar
kazanmış asıl amacından saptırılmıştı. tek parti dönemi ve sonrasında çok partili
hayat ile içimize giren demokrat parti, kemalizm’i kendi parti propagandaları için
kullanmış, içini boşaltmıştı.
demokrat parti iktidarı ile yeni bir süreç başlayacak, dış yardımlar konusu
kemalizm’in devletçiliğinden hızla uzaklaşmasına neden olup, halka yanlış
anlatılacaktı. yazarın dediği gibi, halkın bilmediği gerçek ise şudur: dış yardımın
asıl amacı ne türkiye’nin kalkınma davasına yardım ne de türk ekonomisinin
planlanması idi. amerikan yardımının o zamanki asıl amacı, avrupa’nın
kalkınması idi. marshall yardımının avrupa kalkınmasını sağlamak üzere iktisadi
işbirliği teşkilatı halinde kurulması üzerine bu yardım türkiye’ye de teşmili
üzerine yardım sırf askeri yardım olmaktan çıkıp ekonomik bir yan da kazanmış
olmakla beraber, gene asıl amaç türkiye’nin kalkınması değildi. asıl amaç
türkiye’nin avrupa kalkınmasına yardım etmesi idi; bunun için gerekli
noksanlarını tamamlamak üzere ona bir miktar yardım edilmesi lazımdı. marshall
yardımının türkiye’nin kalkınması için bir yardım olduğu bir efsaneden başka bir
şey değildir. bilakis, marshall yardımının türkiye’ye tahmil ettiği şey türkiye’nin
avrupa’ya yardım etmesidir. “amerika bizim kalkınmamıza yardım ediyor” gibi
halkı aldatan bir iddia ile bilakis avrupa’nın kalkınmasına yardım etmeye
çağrılışımızın, bizim kalkınma davamıza yaptığı zararın derecesini türkiye’yi nasıl
iflasa sürüklediğini göreceğiz. (s, 107-108). türkiye için yayımlanan rapor, bir
kalkınma programı değil, bir “tavsiyeler listesi” nden başka bir şey değildir. bunun
251’inci sayfasında aynen şu cümle vardır: “türkiye’de şümullü bir planlama ne arzu edilecek bir şeydir ne de mümkündür.” (neden mümkün olmadığını rapor
izaha bile lüzum görmüyor.) (s. 109).
kısacası yazar bu eserinde; osmanlı’yı içten çökerten, cumhuriyet’i ele geçirip
tüketen nedenin gericilik ve atatürk’ün kurduğu devletleşme modelini kendi
amaçları için kullanan zümreler yüzünden sekteye uğratıldığını vurgular. berkes,
kitabın birinci cildinde; osmanlı devleti’nde yapılan reformların başarısız olma
sebebini, aydınların çağdaşlaşma yolunda ve yenidünya düzeninde doğan
konjonktürü anlamamış, sorunun derinine inmeden geriye dönmek istemeleri ve
gelenekselciliği benimsemiş olmalarından kaynaklandığını yazar. kitabın ikinci
cildinde ise; başarısızlığın nedenini, cumhuriyet döneminde çağdaşlaşma yolunda
yapılan reformların ilk halinden yani kemalizm’den uzaklaştırılması ve
yozlaştırılmasına bağlar.
kaynak -
çıkarcı gericiliğin en güçlü temsilcisi türk toplumunun modern bir düzene girmesinden en çok zarar görecek olan ve çıkarları ellerindeki toprak monolitesinde bulunan toprak ağaları ve derebeyi artıklarıdır.
bunların birçoğu paris'te ve berlin'de öğrenim görmüş de olsa, çıkar bakımından yine de gerici olabilirler.
gericiliğin; okumuş ve aydınlanmış olmanın karşıtı olmadığının en iyi misali bunlardır.
tanzimata kadar yapılmak istenen tüm reform teşebbüslerini asıl baltalayanlar bunlardır.
tanzimat'ın reformlarını gerçekleştirtmeyen, onları kendi çıkarlarına uyacak şekle sokmaya muvaffak olan dinciler değil, işte bu çeşit gericilerdir.
köy enstitülerini yıkan cahil halk veya dinciler değil, bu kuvvettir.
kalkınma için gerekli reformların önüne dikilen de pek az tanıdığımız bu gerici kuvvettir.
reform tarihimizin ta başından itibaren reformcular ve ilericiler türkiye'nin kalkınma davasının özünü ve anahtarını bulamamışlardır.
batı uygarlığını benimseme işi döne dolaşa anlamı kaçan bir "batılılaşma" işi şekline girmiştir.
ilericilerde olumlu ve yapıcı fikir ve plan namına bir şey yoktur.
karışık duyuşlarını şiir ve edebiyatla ifade ederler, tümü şair kesilir, askeri misyonları çağırırlar, bir alay ekonomik değeri olmayan zararlı taahhütlere girişirler.
batı devletleri ise, türkiye'ye askeri ve politik anlamda muhtaç olmadıkları devre gelince türkiye'nin gelişmesine karşı yardım değil, ilgi bile göstermezler.
türkiye modernleşme savaşında hiçbir batı devletinden yarar görmemiştir.
yardım görmüşse bu, türkiye'nin gelişmesine değil, kendi ulusal çıkarına yaramıştır. türkiye'nin modernleşmede en çok başarılı olduğu zamanlar, batı dostu olmadığı zamanlardır.
bu yüzden kemalist devir batı aleyhtarlığı, menderes devri ise batıcılık devridir ve batılılar bunu böyle kabul etmektedirler.
niyazi berkes - 200 yıldır neden bocalıyoruz 1
ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap