• bi nevi kendini bir başkasının yerine koyma, özenme.
  • rus tiyatro teorisyeni stanislavski tarafından geliştirilmiş dramatik tiyatro ekolünde yaygın olarak kullanılan bir teknik olup, oyuncunun, rolünü, role dışardan bakmadan, karakteri, durumları ve hikayeyi alabildiğine yaşarcasına yansıtarak icra etmesi temeline dayanır. karakteri eleştirmek, onunla yeri geldiğinde dalga geçmek ya da seyirciyle "ey seyirci bu bir oyundur, unutma, ona göre" mantalitesinde ilişkiler kurmak gibi bir şey yoktur.

    tersi için;
    (bkz: yabancılaştırma)
    (bkz: y efekti)
    (bkz: bertolt brecht)
  • sinema filmlerindeki ana karakter ile seyircinin kendisini bir tutması durumudur. hemen hemen bütün film senaryolarında uygulanmaktadır. seyircinin, filmdeki ana karakterin yerine kendisini koyması sağlanır. "aman onun başına kötü bir şey gelmesin, ölmesin, yaralanmasın, hep o kazansın" diyerek geçirir filmi.
    bazı filmlerde ise yan karakter (kötü karakter bile olabilir) o kadar baskın ve etkileyicidir ki seyirci ana kararkter yerine yan kararkter ile özdeşleştirir kendini. örn: batman: the dark knight'daki joker*.
  • kendini özdeşleştirdiğim kimsede yavaş yavaş fâni olmaya başlarsın. onda olan her şey sana da geçmeye, sirayet etmeye başlar.

    o yüzden insan, kimi örnek aldığına, kime özendiğine, kimin hayranı olduğuna dikkat etmelidir. zira kesinlikle artık onunla ilgin kadar bir kader ortaklığı yaşayacaksın.

    bu hikmet nedeniyle şahsen ben, peygamber ve evliya harici kimselere pek itibar etmem; kalbimde tutmam onları.

    size ilginç bir örnek vereyim: bobby farrell, rasputin adlı enteresan bir rus'un hayranıdır ve şovlarında onun kılığna girip "rasputin" adlı şarkısını pek çok defa söylemiştir. neticede bu şahıs rasputin'le aynı şehirde ve aynı günde hayata gözlerini yummuştur. tabii bu sadece bizim dışardan görebildiğimizdir. kişiliğinde nasıl bir benzerlik oluştu bilmiyoruz elbette.

    işte o şovu:

    https://www.youtube.com/watch?v=synvyjdxu2q
  • özdeşim o, kedi (özdeşleştirme) değil...
  • 8-9 yaşlarındaydım, bir akşam evde rastgele açılmış bir türk dizisinde çok güzel türk kadın bir oyuncuya denk gelmiştim, ismini hatırlamıyorum şuan. tüm dizi boyunca hayranlıkla sadece kadını izlemiştim. gözleri, yüzü, ten rengi... o an bana çok güzel gelmişti. bir de ekranın çok yakından baktım sanırım, ya da dizide çok yakın plan çekimler mi vardı tam hatırlamıyorum.

    neyse bu dizi bitti, ben aynada kendime bakmak istediğimde sanki kadının yüzünü görecekmişim gibi hissetmiştim. kadını öyle bir hayranlıkla seyretmişim ki, kendi yüzümü unutup, kendimde onu göreceğime aşırı ikna olmuş halde buldum kendimi. kısa bir süreydi tabi bu. tam tarif edilecek bir şey değil ama o yaştan bu yana bu hatıram zaman zaman aklıma gelir.

    sonradan bazı okumalar yaptıkça tasavvuftaki hayranlık/sevgi/bağlılık ve fani olma durumunun buna benzer bir şey olduğunu düşünmüştüm. bana kalırsa her insanın potansiyelinde bu eşleştirme ya da özdeşleştirme bir ihtiyaç şeklinde mutlaka var. ve bu ihtiyaç neticesinde herkes aynada kendi yüzü yerine göreceği bir yüzü kendine mutlaka icat ediyor, arayıp buluyor
    ve nihayetinde de karşısına mutlaka talebi çıkıyor.
hesabın var mı? giriş yap