• zorunlu sadakat günlüğüdür.
    bir çok sayfası, karşılanmamış ve karşılanmayacak olan beklenti satırlarıyla doludur.
    kelimeleri melankolik olduğu kadar arsız hecelerle flört halindedir.
    öyle bir külliyattır ki başkalarının sızılarını misafir eder de kimselerin yüzüne konuk olamaz.
    her günlük gibi, yazılanlar ancak sona erdiğinde kapağının kilidi kırılacaktır.
  • yakalanildiginda sonunda mutlaka olum oldugu anlamina gelmez. kanser mesela, olumcul bir hastaliktir, ama kanseri yenmek mumkundur. veya 19. yuzyilda kolera, yuzde 50ye varan olum oranina ragmen, kurtulanlar da mevcuttur. bu hastaliklari olumcul yapan sey sonunda olme olasiliginin cok yuksek olmasidir, nezle, normal grip gibi degildir (normal grip'in de olumle sonuclanabilecegini hatirlatirim, ancak pek seyrektir bu).
  • (bkz: hayat)

    ölüm oranı %100.
  • ya bu tamlama ya da kelime grubu duyduğumda ve anlamını düşünmediğimde komik geliyor bana. ölümcül hastalık dınınının! öyle şey mi olurmuş canım? ama oluyormuş, özellikle de çok yakınınız olan birinin böyle bir hastalığı olduğunu duyunca o komiklik birden gidiyor ve ağır düşüncelere bırakıyor yerinini.
  • sosyal medya sayesinde artık reality showa dönüşmüş süreç. (bkz: nick cannon) http://www.psikologunuz.org/…osyal-medya-video.html
  • karım 7 yaşından beridir şeker hastasıymış. hastalığını 'kanser gibi. her an ölebilirim. şu ilacı bi keseyim ölürüm. şurama şu olsa ölürüm. sinirlenmemem lazım (ki çabuk sinirlenir ve sık sık sinirlenir).' nitelendiriyor. ben şeker hastalığı konusunda çok fikir sahibi değilim. onun hastalığını öğrendikten sonra araştırdım ve sair ama pek o kadar da ölümcül bir hastalık olmadığı fikrindeyim. yine de bir ölümcül hastaymış gibi davranması, böyle bir ruha bürünmesi evde de, bende de o havayı yaratıyor.
    bu nedenle ona elimden geldiğince iyi davranmaya çalışıyorum. bir çok konuda takıntılı olmama ve anlaşamamamıza rağmen sineye çekiyorum.
    olaya onun açısından bakarsak ise ne okul okumak istiyor, ne çalışmak. nasıl olsa geberip gideceğim okumamın ne önemi var. zaten 3-5 yıl sonra öleceğim belki, onu da okuyarak mı harcayayım?! zaten 3-5 yıla öleceğim belki, onu da 3 kuruş için harcayarak mı öleceğim?! gibi şeyler düşünüyor ama hayatını da anlamlı bir şekilde sürdürmüyor. yani diyeyim ki, okumuyor, çalışmıyor ama geziyor, tozuyor, eğleniyor... o da değil. o da yok.
    çünkü gezip, tozup, eğlenmek için de para lazım ve para için de ya çalışman yada çalışmıyorsan okuyup, ilerde daha içine sinecek bir işte çalışman lazım.
    ne yapacağımı bilemiyorum. ne yapacağım umrumda da değil zaten ama size anlatmak istediğim ne pis bir duygudur bu yahu. yani onun yaşadıkları. oysa ki, belki ben yarın araba altında kalıp ezileceğim ama ben çalışıyorum...
    oysa ki, her doğan insan belki 1 saniye sonra kafasına sürahi düşmesi sonucu saçma sapan bir şekilde ölecek ama ona rağmen, bunu düşünmeyip, çalışıyor, çabalıyor, gelecek hayalleri kuruyor.
    velhasıl-ı kelam doğmak, başlı başına ölümcül bir hastalığa doğmaktır zaten ama sanki ölmeyecekmişiz gibi yaşarız ya, işte bu ölümcül hastalığa tutulanlar bu şekilde yaşayamamaktadırlar. o yüzden acaba saklansa mı onlardan hastalıkları? hiç doktorlara gitmesek mi? naapsak?
    ama işte saçmalıyorum ya... sadece karımın yani diğerlerine göre öleceği zamanın daha erken olabilme ihtimalinin yüksek olan birisinin hayatı çok tatlı değil, onu tecrübeyle anlatmak, paylaşmak istedim.
  • "yakalandığı ölümcül hastalık yüzünden pek az kişiyle görüşebilen berma kızının talep ettiği ve hem hasta, hem tembel olan damadının sağlayamadığı lüks hayatın masraflarını karşılayabilmek için tekrar sahneye dönünce, durumu daha da kötüye gitmişti." marcel proust - le temps retrouve*

    (bkz: hastalık/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap