• kafamda hep şöyle kombine bir an olarak şekilleniyor...
    o yıllara ait bir pazar günü mesela;

    * sanki bir yaz mevsiminin son günleri
    * mahalleye birisi mustafa sandal yayını yapıyor teyipten, ara ara çocuk sesleri ve toz
    * akşam güneşi tüllerin arasından sıyrılıyor
    * televizyonun camına salonun görüntüsü yansıyor
    * evde kimse yok annem çamaşırları yıkayıp balkona asmış, komşuya kadar gitmiş
    * etraf yeni yıkanmış çamaşır kokuyor
    * buzdolabından cam sürahide soğuk su
    * üstümde bu tshirt
  • kırtasiyelerin luna parklar kadar bir çocuğun ilgisini çekebildiği yıllardır.
  • nirvana cıktı, ortalığı dağıttı, sonrada kendini dağıttı (bkz: grunge)
  • çocukluğumun son demlerine tekabül eden bu dönem ; değişimin çığırtkanlıkla , gelişimin ise her ne kullanıyorsan son modelini ve en pahalısını kullanmakla özdeşleştirildiği abuk bir dönemdi..
    haftaiçi eşşek gibi çalışıp haftasonu ise binbir emekle kazandığı parayı günışığının bile gerçek olmadığı yapay bir alışveriş merkezinde , aslında ihtiyacı olmayan şeyleri satın alarak geçiren bilinçsiz insan tipi , bu dönemle beraber iyice hız kazanmış sosyal mutasyonun* bize en içten bi hediyesidir.
    bu karanlık dönemde biz masum çocuklar ise tüketim canavarı ebeveynlerimizin gölgesinde artık rutinleşmiş bu değişime ayak uydurmaya çalışıyorduk. değişim hissedilebilir ama onun bilincinde olduğumuzu zannetmiyorum. zira karne hediyesi olarak bisiklet alınan dönemler tarihe karışsa da , onun yerine alınan bilgisayar bizi hayal kırıklığına uğratmıyor hatta hoşnut ediyordu.. tetris oynamak da ağaca tırmanmak kadar eğlenceli olabilirdi. üstelik komşumuzun kızının yeşil benetton kazağı bizim annemizin ördüğünden çok daha güzel değil miydi? işte böyle kandırıldık efendim..
    şimdi ailece gidilen pikniklerin yerini alışveriş , bisikletimizin yerini çok sevgili bilgisayarımız aldı.. artık koşmaktan değil de akşama kadar bilgisayarın başında oturmaktan ağrıyor belimiz.. eğlenmiyoruz ama hep yorgunuz.. teknoloji amaçlarımıza ulaşmak adına kullandığımız bir araç değil. hiç bir zaman da olmadı.
    o bizim hastalığımız. geçmiş olsun efendim.
  • şöyledir bence,
    özgün ünite dergisi
    tasolu cips
    tusubasa
    ateri kaseti (sega)
    mahalle macı kames top
    bmx bisiklet
    sporcu kartı
    bilye (cıncık)
    kaygisizlar ( taksiiiii- yolcuuuu)
    çılgın bedis
    kara melek
    aynali tahir hatta
    topac
    3 korner 1 penaltı
    adamın gol dedi
    leblebi tozu ulan
    o küfür lanet çalışacağın cumartesilere inat sabahın körü çizgi filmleridir be.
    fred cakmaktas, dedektif gadget, scooby doo, voltran, power rangers , pokemon, heidi bile.
    onun arabası vardı, sevmek zamaniydi.

    daha da yapılırdı da hastayim dayanamadım. bugünümüzden cok daha sıkıntılı zamanlardi ama, riyadan uzak samimiydi. bundan ki aklıma gelince essek kadar adamın gözlerini doldurur. yaşanmaz da tekrar. unutulmasın yeter be.
  • internetin olmadığı, son mektupların yazıldığı, cep telefonu olanların parmakla gösterildiği yıllar. o yıllarda çağrı cihazları vardı. ankara'da alt geçitler ve metro yoktu. mtv yeni gelmişti. gençtik, güzeldik, salaktık.
  • aradan 50 yıl dahi geçse aşağıdaki ezgi kadar insanı o yıllara döndürecek kuvvette olanı yoktur.
    https://www.youtube.com/watch?v=iisog3k07gq
  • engin günaydın'ın burhan altıntop değil zabıta irfan olduğu dönemdi.
  • umuttu.
    kendimiz için en harika kadını/erkeği, en ideal mesleği, en iyi işi, en iyi evliliği, en iyi aileyi hayal ettiğimiz ümit dolu yıllardı.
    hayatımızın en iyi sınavını verecektik, hatta en iyi üniversitede okuyacaktık.
    o kadar çok başarılı olacaktık ki, istediğimiz işte çalışıp çok para kazanacaktık. hatta para kazanmak da olmayacaktı derdimiz; istediğimiz işi keyifle yapacaktık.
    öyle bir sevgilimiz olacaktı ki dünyanın en romantik, en centilmen, en akıllı erkeği olacaktı. ya da dünyanın en güzeli, en zeki kadını. sonra da onunla evlenecektik, mutlu bir yuva kuracaktık. bizi hiç bırakmayacaktı, ömrümüzün sonuna kadar bize hep aynı hislerle bakacaktı.
    mutlu, başarılı, huzurlu hayatımızı çocuklarımıza aktaracaktık. onlar da bizim gibi umut dolu büyüyeceklerdi. beraber geriye dönüp baktığımızda o gün kendi kendimize kurduğumuz hayallerin gerçek olduğunu görecektik, tebessümle anacaktık.
    umuttu evet ama ya şimdi? sene 2012 olmuşken, bu umut ne kadar devam edebilir, ettirilebilir bilinmez...
  • bir yüzyılın son dönemeciydi. ben çocuktum, pedalsız üç tekerleklimle o virajdan ben de döndüm. dizimde sıyrıklar, pantolonumda yırtıklarla.

    dünya kupası italya'da almanya'nın evine giderken, barton fink , yazım aşamasındaydı belki de. anadolu'nun karlı köylerine musluk suyu ve telefon henüz ulaşmamıştı. muhtarın evinde vardı telefon. yaşlılar, askerde mors alfabesi ile gönderdiklerini kelimesi kelimesine anlatıyordu telefondan bahsederken. cin ali ve ünite dergileri dolduruyordu rüyalarımı. pop müzik diye bir şey icat edildi 90'ların başlarında radyonun gizemli tarihi ve kıtası henüz sömürgecilerce istila edilmemişti. geceleri uykularıma sızıyordu, aşkın nur yengi ve musa eroğlu, bulutsuzluk özlemi, mostar köprüsü'nün yıkılışından bahsederken o titrek şivesiyle rockın, cem karaca yurda dönmüştü, neşet ertaş halen almanya'da sessiz bozlaklar yazıyordu. tarkan yırtık pantolanlarla siyah beyaz nordmende televizyona girdi. o siyah beyaz televizyonun kayan görüntüsünü sabitlemeye çalışırdık abimle. çanak antenimiz hacı bektaş'a dönük, ordaki mistik vericiye. power rangers, tom ve jerry, van damme filmleri. trt 2'de belgeseller olurdu. afrika kabileleri ve savan iklimi. subtropikal düşler kurardım, jules verne kitaplarıyla paralel. kızıl suyunda yüzerdik köy deresinin ve katran ve zifir enjekte etmeye o zamanlar başladım ciğerlerime. bağlara kuşlar dadanmasın diye tenekeden perküsyon çalardık.

    behçet aysan şiirlerindeki yaban güvercinlerinin ve çavdar tarlalarındaki çoban aldatanların peşine çok takıldım, çok aldandım yeşilin ve sarının bitkiselliğinde. göğe elipsel yamuksal bakmak güzeldi. göğe ve denizelere inanıyordum, dünyaya inancım pekişmişti. turgut özal öldü, bayraklar yarıya indi. uğur mumcu katledildi, ankara'ya ayaz bindi. 96 avrupa şampiyonasında atılamayan gol beni çok üzdü. 98'de lauren blanc paraguay'a altın gol atınca yine üzüldüm.

    matrix'li yıllar geldi, internet'e giderdi abiler, aklıma ayıp şeyler gelirdi. porno nedir öğrendim. sharon stone filmleri beklerken uyuyakaldım gece yarıları. 90'lar yavaş yavaş bitmek üzereydi. büyümeye başladım. milenyum yaklaşıyordu, dediler ki kıyamet kopacak. kıyamet koptu, bir yüzyıl bütün güzel atlarına bindirerek çocukluğumun her bir gününü bitti.
hesabın var mı? giriş yap