• amuna goduğumun filmi. net

    bu filmi 4 bağyanla birlikte izledim. bir tek ben ağladım. sonunda kendimi tutamamaktan korkup odaya kaçtım.

    olm benim hiç kyle'ım olmadı lan. olmayacak da. zaten o gece lavaboda adam'ın o kitabı görme sahnesi odaya kaçmama neden oldu.

    olm böyle film yapmayın lan. yazık bana.
  • bu filmde;
    hastalığını kafaya takmıyormuş gibi görünen ama aslında ölmekten ve kaybedeceklerinden korkan bir adam,
    sadık görünen ama sırtından vurabilecek bir kadın,
    bencil görünen ama arkadaşını çok fazla önemseyen bir dost,
    uzak gibi görünen ama aslında seven bir başka kadın,
    sıkıyormuş gibi duran ama oğluna her şeyden daha çok değer veren bir anne,
    ve çok daha fazlası var.

    bu filmde gerçeklik var, bizden bir şeyler var.

    bittiği an, hatta daha bitmeden izleyenleri düşüncelere sürükleyen ve ''hiçbir şey için zaman kaybetme, erteleme, seviyorsan git seviyorum de, görmediğin yerler varsa git gör, bir şeyi istiyorsan onu yap, anını yaşa, bunları yapman için illa başına bir hastalık gelmesi gerekmiyor!'' dedirtiyor, çok da iyi ediyor.

    izlenmeli, mutlaka izlenmeli!
  • izlemekten çok zevk aldığım bir aktör olan joseph gordon-levitt'e altın küre ve akademi ödüllerinde en azından adaylığın yolunu açması hayli muhtemel olan şahane film. kanser hepimizin zihninde çok farklı bir yerde. hayatımızın üzerindeki en büyük tehlike adeta. bu yüzden kanser ile ilgili eserler çok da zorlanmadan empatimizi, sempatimizi ve ilgimizi kazanabiliyorlar. kafamızın bir köşesinde ister istemez bekleyen "acaba ölecek mi?" korkusu eşliğinde yine ister istemez çok sevdiğimiz ana karaktere bağlanıyoruz. tıpkı favori dizilerimden the big c gibi bu da bir kanser komedisi. ancak bir film olması itibariyle karakterleri üzerinden değil de direkt hastalık üzerinden yaptığı komediye çok daha dikkat etmesi gerektiğinden daha riskli bir iş. zira iki saat ile iki sezon arasında kanser üzerine espri yapma toleransı epey farklı. will reiser, ilk uzun metraj senaryosu olamasına rağmen çok dozunda bir iş çıkartmış. film akıp gidiyor. ve örneğin, hasta arkadaşının üzerinden yatağa kız atan pislik arkadaştan ötesini gösteriyor bizlere. işin ilişki kısmında biraz çuvallasa ve love and other drugs'daki sıcaklığa erişemese de bütününe bakıldığında genç bir hastanın hayatı kusursuz bir şekilde işlenmiş. tabii senaryonun bu başarısında olayın senarist tarafından birebir yaşanmasının ve seth rogen'in senaristin arkadaşı olmasının büyük katkısı var.

    belirttiğim gibi, joseph gordon-levitt, yakışıklı-karizmatik-baklavalı-mavi gözlü hollywood aktörlerinden farklı olduğu için ve gerçekten yetenekli olduğu için belki de, çok sevdiğim bir insan. (hatta bu rol aynı tanıma uyan james mcavoy'a gitmiş önce. sonrasında projeden ayrılınca çekimlerden iki gün önce rolü joseph kapmış) bunda müzisyen tarafı, sia'nın arkadaşı olması, gerçekten komik biri olması gibi etkenler de var. bu film sayesinde ödüllere doymaz belki, ama adaylıklara doyacağından eminim. ryan gosling (ki kendisi favorimdir) drive ile en büyük rakibiyken ikisini birlikte bu yarışta görmek beni çok mutlu ediyor. "green hornet" ile yıkılan seth rogen ön yargılarım da yerle bir olmuş durumda bu film sayesinde. judd apatow tarzı komedileri sevmesem de farklı rollerde beğeniyorum kendisini. filmin bayanları bryce dallas howard ve anna kendrick güzellikleri ve yetenekleriyle ışıldıyorlar. gerçi kadronun zayıf halkası kendrick diyebiliriz sanırım. bir türlü üzerinden atamadığı, kristin stewart'ın da muzdarip olduğu, fazla mimik kullanma ve hareketli oynama sorunu var. biraz oynadığı karaktere versem de ister istemez bir süre sonra seyirciyi yorup karakterden uzaklaştırıyor bu durum. tonu biraz düşürmesi gerek kanımca.

    --- spoiler ---

    adam karakterini özetleyen bir cümle kuruluyor filmde: "mitch'in senin hakkında söylediklerini duyunca çok daha yaşlı biri olduğunu düşünmüştüm." adam hayatını mümkün olduğunca kuralına göre yaşayan, işinde mükemmeliyetçi, geri dönüşüm "bile" yapan özünde iyi insan. sevgilisi onu aldatınca bile çirkeflik yapmayan, başına gelen onca şeyin karşısında söylediği tek kötü söz "get the fuck off my porch" olan biri. hastalığını çabuk kabullenen, başkasına yük olmak istemeyen, çok yakın bir arkadaşı olmasına rağmen ölümüne yalnız biri. aslında klişedir, öleceğini ölen adamın hayatını boşa geçirmekten vazgeçip bir anda uyanarak hayatındaki tüm boktan şeylerden kurtulması. bu film de bunu yapıyor, ama daha önce görmediğim kadar çaktırmadan ve başarılı yapıyor. onunla yatmayan ve ilgisiz kız arkadaşı, annesi, insanlara karşı olan uzaklığı, asosyalliği (ki kendisi dokunulmaktan hoşlanmayan, bir gece kulübünde orada olmaması gereken tek kişi olarak hemen dikkat çeken, kız arkadaşı gezerken evde oturup onu bekleyen bir adet 4 yaş büyük under rug swept)... hepsi hastalığı sonrası olumlu yönde gelişiyor. ama hayat değerli, carpe diem, u la la diye kör gözün parmağı pozitif mesajlar yerine bu değişim hikayeye ve karaktere o kadar güzel yediriliyor ki mesaj kaygısı taşındığını hissetmeden mis gibi filmin derdini anlıyorsunuz. adam ameliyata girmeden önce anestezi verildiğinde "ameliyatın ortasında uyanmayacağımı nereden biliyorsunuz? ya da sonrasında uyanabileceğimi?" dediğinde ve annesine sarıldığında da ipler kopuyor. o noktada adam'ın öleceği korkusu sığındığınız "bu bir komedi yahu, yapmazlar öyle şey" limanını yerle bir ediyor. ama film zaten o noktada seyircisini yeterince ağlattığı için neyse ki bir darbe daha vurmuyor.

    bu arada dünyanın en öküz doktoruna da selamlar olsun. house bile bu kadar öküz değil. birgün hastalanırsam karşıma geçip benim yüzüme bile bakmadan elindeki kayıt cihazına tıbbi terimlerle hakkımda konuşursa "bu bana küfretti," diye dalabilir; kemoterapinin işe yaramadığı haberini "eh, ne yapalım" havasında gözüme bile bakmadan verirse ona 4-5 seans üst üste kemoterapi uygulayabilirim.

    --- spoiler ---
  • daha ilk 10 dakikasını high and dry ile taçlandıran henüz bitiremediğim film.

    ve evet film harika..

    edit:kapanışı da pearl jam – yellow ledbetter ile yaptılar ben bu filmi nasıl kötüleyebiirim kulaklarımda eddie vedder yankılanırken.
  • --- spoiler ---

    basroldeki karakterin annesiyle, babasiyla, en yakin arkadasiyla dogru duzgun bile vedalasamadan belki de hic cikamayacagi bir ameliyata girmesi gercekten insani etkileyen bir detaydi. bilhassa anestezisyen seruma ilaci verirken annenin gosterdigi tepki bunu guzel yansitti. boyle ufak tefek de olsa cok sayida hayat dersi iceren cok guzel bir film.

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    hakkında bilinmesi gereken ilk şey, gerçek bir hikaye olması ve filmin senaristi will reiser'ın başından geçenleri anlatması. seth rogen ile eskiden beri arkadaşlarmış ve kanserle savaşında rogen'in büyük desteğini görmüş. yani filmde seth rogen biraz da abartarak kendisini oynuyor. ayrıca hikayesini senaryoya çevirmesi için reiser'ı ikna eden kişi de seth rogen. will reiser'ın filmde cameo'su mevcut. adam için verilen partide adam'a "my uncle had what you have" diyen kişi kendisi. rogen'ın oyunculuğuna boru gibi sesinden dolayı bir türlü ısınamadım ama bunları öğrenmemle gözümde olumlu puanları arttı. bir karesinde bile duygu sömürüsüne başvurmadan kanser filmi yapmışlar. yönetmen jonathan levine'ı da tebrik etmek lazım. uzun süre sonra ilk defa film izlerken gözüme bir şey kaçtı.

    liars - the other side of mt. heart attack
    http://www.youtube.com/watch?v=jwhixr7xr_y

    joseph gordon-levitt öyle bir karaktere can vermiş ki, içine düştüğü duruma verdiği tepkiler, en ufak ayrıntılara kadar "aa ben de aynı böyle yapardım" dedirtti. çok özel bir adam bu. mesela yapımcı şirket filmin sonu için opsiyon olsun* diye levitt ile anna kendrick'in öpüştüğü bir sahne çekilsin istemiş. neredeyse bu sahne çekilecekmiş ama levitt, "eğer çekersek kesin kullanırlar, ancak bu kanser hakkında bir film, bir aşk hikayesi değil" diyerek sahneyi çekmeyi reddetmiş. bu ayrıntı bile filmin ve levitt'in farkını ortaya koyuyor. gıcık kız tipine her haliyle uyan anna kendrick'e de bayılıyorum nedense.

    iki anektod: aslında başrolü james mcavoy oynayacakmış ama kişisel nedenlerden ötürü son anda feragat etmiş. bunun üzerine seth rogen hemen levitt'i aramış. çekimlerin başlamasından iki gün önce levitt rolü kabul etmiş. ayrıca filmin isminin 50/50 olması fikri bryce dallas howard'dan çıkmış.

    --- spoiler ---
  • guzel film evet. hos vakit geciriyorsunuz, kah guluyor kah aglama asamasina geliyorsunuz.

    ama.. amasi spoiler giriyor biraz:

    --------------------------spoiler -----------------------------------

    bas karakterin basina gelenler oyle ki hani kanser olup ayni asamalardan birebir gececeksiniz kabul mu deseler kimse hayir diyemez.
    +oncelikle guzel ve basarili bir kiz arkadasi var. kiz arkadasi adami aldatiyor ama sonunda kopek oluyor kapisinda beni affet diye.
    +roth segenin canlandirdigi esprili, biraz ayi ama yine de destegi elden birakmayan bir arkadasi ,buddysi var.
    +kendisi ile duygusal bir baga giren psikologu var.
    +onu el ustunde tutan bir annesi var.
    +bir ameliyat ile tamamen giden bir kanseri var.

    ben mi karamsarin teki oldum ciktim bilmiyorum ama hayat boyle guzel islemiyor.. tabi hayatin kendisini gormek icin mi gidiyoruz sinemaya ellerimizde patlamis misir ve iceceklerimiz ile o da ayri bir konu.

    ---------------------spoiler------------------------------------------
  • --- spoiler ---

    normalde hiç bir şeyi takmayan biriymiş gibi gözüken arkadaşının evinde tuvalette kanserle başa çıkma kitabı bulduğu sahne aklıma geldikçe duygulandığım şahane film. birde annesine nasılsın diye sorması annesinin oğlunun böyle bir soru sormasına şaşırması sonra o sert suratlı kadının gözleri nemlenerek terapiye gittiğini söylemesi. insan duygularını o kadar sağlam yansıtıyor ki film gerçek bir olaydan esinlenildiği her haliyle belli oluyor.

    --- spoiler ---
  • çok sevdim bu filmi, çok doğal, çok pozitif.

    benim çıkardığım şu oldu:

    (spoiler?)

    bir sevdiği böyle ciddi bir hastalıkla savaştığında, insanın yapabileceği tam olarak doğru bir şey yok.

    tüm endişenizi belli edip onu sıkboğaz edebilirsiniz.
    anlık gülümsemeler için maymuna bağlayabilirsiniz.
    kendinizi eğitebilir, hastanın ne istediğini anlamaya çalışabilirsiniz.

    üç şekilde de hastanın sinirini bozabilirsiniz, hatta mutlaka bozarsınız. ama hangisi olursanız olun, onun iyiliğini düşündüğünüz sürece tam da size ihtiyaç duyduğu anlar gelecektir.

    yapacağınız tam olarak doğru bir şey yok belki, ama tam olarak yanlış bir şey var: gidip içine düştüğünüz durum hakkında ona yakınmak ve yanında olacağınızı söyleyip olmamak.

    bunu yapmıyorsanız, ne olursa olsun, affferin size. o da sizi seviyor.
  • gözyaşları içinde izlenen film.

    --- spoiler ---

    i don't smoke. i don't drink.
    i... you know. i recycle.

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap