• sbe (savaş beden eğitimi) dahilinde kışlalarımızda uygulanan bir spor branşı. 4.5kg'lık g3 piyade tüfeği ile 14-15 dakikada icra edilmekte.
  • çarşı izni yeterlilik kriteri.

    eğitimi yapılırken ilk zamanlarda insanın cinsel boşalım hazzına bacak kaslarından da varabileceğini öğreten, farkettiren koşu.
  • erzurum yorelerinde bunun 3.5 km olani me$hurdur.
  • nefes acar
  • standardı 14.5 dakika olan koşu türü.

    bu koşuda esas olan bölüğün koşuya birlikte başlayıp, en azından 1,500m civarına kadar birlikte devam etmesidir. bölük flaması, en önde koşan asker tarafından taşınır ve koşu sırasında el değiştirir.

    koşarken iki çok önemli husus vardır: 1. nefesi ağızdan alıp burundan vermek, 2. asla yürümemek; dinlenmek için dahi olsa en azından çok yavaş tempoda koşmaya devam etmek*.

    3,000m koşu, spor denetlemesinde temel beden eğitimi* ile birlikte iki ana denetleme konusundan biridir. bölük mevcudunun 90%'ından azının bu mesafeyi 14.5 dakikadan fazla koşması, bölüğün denetlemeden 0 puan alması anlamına gelir.

    ***

    parkur başlangıcı kışla dışında... koşuya katılacak 76 asker, 3 adet man kamyona binecek. sıraya giriyoruz. sırada birbiriyle iddialaşanlar, sigara içenler, acemice ısınmaya çalışanlar.. komut geliyor, birer birer kamyona biniyoruz. kasanın içi havasız ve dar. kısa bir bekleyişin ardından hareket ediyoruz. nizamiye kapısından dışarı çıkınca işin ciddiyeti anlaşılıyor. kamyonun arkasından geride bıraktığımız yoka bakıyorum. git git bitmiyor! iki tepecik aşıyoruz ve hala devam ediyoruz. yolu seyrettiğim için pişman oluyorum*

    kamyonlar duruyor*. aşağı atlıyoruz. mesafenin uzunluğu gözümü korkutuyor. beceriksizce ısınmaya çalışıyoruz. neden sonra sıraya geçiyoruz; "iyi koşanlar arkaya" komutu geliyor. ancak içimden, bir yerden sonra fazla bir öneminin kalmayacağını biliyorum bu düzenlemenin.

    "başla" komutu geliyor. çocukluğumdan beri başıma musallat olan o lanet yine kendini gösteriyor. iki bacağım da kaskatı kesiliyor. koşamıyorum, hatta yürüyemiyorum. sıranın sağından solundan arkadaşlar beni geçiyorlar. 1-2 saniyelik cehennem ızdırabından sonra tempomu buluyorum. sıranın epey gerilerine düştüm ama sorun değil. koşuyorum.

    yaklaşık 100m sonra ayağımdaki kışlık botun ağırlığını farkediyorum. bu kadar ağır değildi bu! kalp atışlarım hızlanmış. nefesi burnumdan alıp ağzımdan vermeye çalışıyorum ama çok zor! bacaklarımın ritmi ile nefes alış verişim dengeli değil. tükettiğim kadar oksijeni çekemiyorum ciğerlerime ve bu bir tür panik duygusuna sebep oluyor.

    arkadaşlarım tarafımdan sağımdan solumdan geçiliyorum ama umrumda değil. gölgeme bakıyorum ve sadece ona odaklanmaya çalışıyorum. tempom sabit. nefes almakta zorlanmaya başlamışken aklıma özel kuvvet askerleri ve komandolar geliyor. onlara duyduğum saygı bir kat daha artıyor. doğru dürüst hiç spor yapmamış ben, topu topu 150m koştuktan sonra nefes nefese kalmış haldeyim.

    devamlı bacaklarıma odaklanmaya çalışıyorum. ayak bileklerimden yukarı doğru ilerlemekte olan sızıyı farkediyorum. burundan nefes almayı çoktan bıraktım. ter damlaları ensemden sırtıma süzülüyor. en azından nizamiyeye kadar aynı tempoyla koşmalıyım. 14.5 dakika zaten hedefim değil; kendi süremi geliştireyim yeter.

    evimdeki kanepem gözümün önüne geliyor. neden bilmiyorum, bir anda gözümün önüne tüm canlılığıyla evimdeki kanepem geliyor.

    ve o an olanlar oluyor.

    yılgınlık irademe tecavüz etmeye başlıyor. sanki ellerimi ve kollarımı kilitlemiş; ıslak ve yapışkan diliyle beni taciz ediyor. tiksiniyorum ondan ama yavaş yavaş beni ele geçiriyor. "yürü" diyor, o berbat sırıtışının sıvadığı ağzıyla; "boşver" diyor "kime, neyi ispatlayacaksın?"

    kovuyorum başımdan, kulaklarımı tıkıyorum. konuşmaya devam ediyor*

    nizamiye kapısı henüz görünürde yok. ikinci tepeceğin hemen arkasında; yaklaşık 300m mesafede.

    tempomu korumak için son gücümü harcıyorum. ama yaklaşık 10 dakika sonra göreceğim üzere, aslında daha harcayacak çok gücüm var. gel de bunu oksijen, daha fazla oksijen için yalvaran, haykıran o ciğerlere anlat!

    yine de tempomu koruyorum. bir şekilde başarıyorum. ayaklarımın dili olsa acıdan dünyanın en korkunç çığlıklarını atarlardı herhalde. asfalt botlarımı, botlarım ayak tabanlarımı kamçılıyor. alnımdan süzülen terler gözlerimi yakıyor.

    yine de devam ediyorum.

    yutkunmakta zorlanmaya başlıyorum. tükürüğüm çamurumsu bir kıvama gelmiş; ne tükürebiliyor ne de yutkunabiliyorum. her yutkunma denemesinde boğazıma yeni bir bıçak saplanıyor.

    yine de tempomu koruyorum. ve bunu her defasında farketmek bana moral veriyor.

    ve nizamiye göründü.

    yılgınlık saldırmaya devam ediyor. "iki adım yürü", diyor, "biraz açıl, nefes al, şiştin". çok bel altı vuruyor. "dalağın patlamak üzere, ciğerin yırtılacak, kalbin duracak!"*

    masa başında geçirilen saatlerin, çizburgerlerin, starbucks'ın, double whopper'ın, rus salatasının, rakının, biranın ve diğer hepsinin ne anlama geldiğini anlıyorum her nefesimde.

    ayaklarım, ciğerlerim, baldırlarım kavruluyor. her adımda hem bitiş noktasına biraz daha yaklaşıyorum hem de daha fazla acı çekiyorum. ah bir nizamiyeye varabilsem!

    ve o an çok büyük bir hata yapıyorum. artık tüm hedefim nizamiyeye kadar tempomu hiç düşürmemek. kendi kendime ihanet ediyorum. yılgınlık irademe ilk hasarı verdi işte!

    artık neredeyse tüm bedenim yanıyor. birkaç adım yürüyorum sonra istemsizce yeniden koşmaya başlıyorum. varış noktası artık git gide uzaklaşıyor benden. nefes alıp verebilmek çok büyük çaba gerektiriyor; zaten içime çektiğim hava önce damağımı sonra ciğerlerimi yakıyor. içime ateş çekiyorum her adımda. dayanılır gibi değil.

    ***

    parkur üzerinde sağlı sollu dizilen aile kantini, karargâh binası, mutfak, gazino ve revir birer birer geride kalmaktadır. varış noktasına takrîbi mesafe 250m.

    ***

    varış noktasında bekleyen arkadaşlarımı görüyorum. artık son hattı, son bir gayretle koşmak için çabalıyorum. ciğerlerimin altında karnımın içinde taşlar yığılı sanki. kendimi zorluyorum.

    ve bitiyor. en sonunda duruyorum. nefes almak, oturmak, ayakta durmak acı veriyor. terler bütün vücudumdan aşağı akıyor. ayaklarımın dibinde minik gölcükler oluşuyor. kollarım, bacaklarımın her yeri, ayaklarım, tüm gövdem sırılsıklam. terler bacaklarımdan kamuflajımın dışına sızıyor. suretımın kıpkırmızı olduğunu görmesem de hissedebiliyorum.

    ve kendi kendime söyleniyorum:

    "nizamiyede durmayacaktım. yürümeyecektim!"

    son pişmanlık fayda etmiyor. kaybettim. başaramadım. koşamadım. yıllardır ihmal ettiğim spor, düzgün beslenme benden intikam aldı. yılgınlık irademe tecavüz etti. kırıldım.

    "bir dahaki sefere" diyorum, başarısızlığını halının altına süpürmek isteyen her mağlup gibi. ama içimden bir dahaki seferin çok da farklı sonuçlanmayacağını biliyorum.
  • askerliğimi yaptığım hava savunma bataryasında 800 metresi yokuş yukarı, kalan 2200 metresi yokuş aşağı olan bir parkurda icra ettiğimiz; aynı parkurda ters istikametten koşarak gelen piyadelerle karşılaştığımızda pis pis kesiştiğimiz spor aktivitesi. sanırım techizatımız olmadığı için bozuluyorlardı.
  • askerliğimi yaptıgım dönemde 11:20 ile standartların çok çok altında koştugum koşu türüdür.. beni değerlendirmediler.. bir olimpiyat madalyasından oldu bu ülke.. daha ne diyeyim..
  • bu koşu ile ilgili en önemli detaylardan birisi de koşu bittikten hemen sonra durup dinlenmek ya da oturmak yerine hafif tempoda kısa bir süre daha yürümeye devam edilmesi gereğidir. eğer çok sık bu mesafeyi koşmuyorsanız, büyük ihtimalle, oturur oturmaz kusar ya da bayılırsınız (ikisine aynı anda yapabilen de var, ben gördüm).
  • mataralardaki suyu yolda boşaltıp bir nevi safra atma operasyonu ile standart sürede bitiş noktasına varabileceğiniz koşu türü. üstelik bu boşaltma olayı gayet nizami olup denetleme ekibi tarafından diskalifiye edilmenize yol açmaz. diğer yandan bu koşuyu yapabilmek için vücudun ağırlığa alışması gerekiyor gerekçesiyle hücum yeleği ve kompozit başlığı uyku dışında tüm faaliyetlerde takmanız emredilebilir ki bu da askerliğin değişik bir güzelliğidir. artık uyurken kafalar leyla bir vaziyette beyin çöküntüsü mü oldu yahu serzenişleriyle sızıp kalınır bir süre..
  • sabah kalkar kalkmaz müjdelenince tüm neşeyi huzuru kaçırır birlikte. yüzler asılır, sinirler gerilir, tüfeği nasıl taşırsan daha kolay olur diye uzun tartışmalar başlar, koşuyu 13 dk da bitiren hayvanlardan tüfeği taşımaya yardım etmeleri için rüşvetler teklif edilir vs.
    saat gelir ve kurbanlık koyunlar gibi kamyonlara yüklenilir. kamyonlarla bile bitmez o 3km yol. çaktırmadan kamyonun arkasından su mataralarını boşaltan uyanıklar olur. bunlar koşu bitiminde bir yudum su için yerlerde yalvararak yuvarlanırlar genelde. başlangıç noktasında herkesin çişi gelir o adrenalinden. sağa sola boşaltmaya çalışırsın son ağırlıklarını da. gaz vermek için bir astsubay komando andı yaptırır. ve herkes ısınmaya başlar.
    binbaşı startı verir. o hiç bitmeyen 15 dk başlar. birliğin şişkoları ilk 500 metrede bataryayı tüketir. eğer alışkın değilsen ilk nefes alış verilerinde panikleme yaşarsın. çılgın gibi nefes alıp vermekten kendi sesinden korkarsın, ağzındaki tükürüğü bile tüküremezsin. sonra sırtındaki yüklerden dolayı beline iğne gibi bir ağrı saplanır. ilk 1 km'den sonra ayaklarındaki botlara sanki 1 er kilo daha eklenir. bacakların yanmaya başlar. bu esnada ciğer ve dalak şişmesi başlar. karnına yumruk yemiş gibi bir ağrı girer ve bütün vücudundan geri kalmamak için başına da sancılar girer. bu esnada yol kenarlarında kusan, bittim artık diye yerlere kapanan arkadaşlarını görürsün. tempon düşmemeli. bilirsin ki 2 adım dahi yürürsen 15 dk içinde asla giremezsin. komutanın da yakınlarında bir yerde koşuyordur. koş!, durma!, az kaldı! diye gaz verir. omzunda silahı bile yoktur büyük ihtimalle. göt korkusu ile enerjinin son damlalarını harcamaya başlarsın. yorgunluktan bilinç kaybı diye bir şey vardır. bunu en iyi orada anlarsın. koşunun sonlarına doğru çizgiyi nasıl geçtin tüfeği sırtından çıkarıp kendini nasıl yere attın en ufak bir anını bile hatırlamazsın.
    dinlenmene izin verilmez. ayağa kalkıp dirsek temas aralığı hizaya getirirler. uygun adımda marş söyleyerek birliğe geri dönersin. yorgunluktan ne sesin çıkar ne ayağını vurabilirsin. buna kızan bir komutan istikameti verir ve bunun üzerine bir de yerlerde sürünürsün. bir bardak soğuk bira için 1 aylık askerlik maaşını feda etmeye hazırsındır. sonunda takımda en iyi koşanlardan biri olduğun için çift çarşıyı kaparsın ya da koşamadığından çarşın son 4 haftadır olduğu gibi bu hafta da kitlidir gider soğuk bir duş alır yatağına serilirsin. dünyada hiçbir yatak ondan daha tatlı gelmez insana.

    her askerin en az bir defa yaşaması gereken bir histir bu.
hesabın var mı? giriş yap