• enkaz altında 9 saatimi gecirmi$ oldugum,hayatımda tam anlamıyla köklü degi$ikliklerin ba$ladıgı tarih..en azından benim hafızamda hep bu $ekilde yer edecek..

    yıl 1999 henuz 15 ya$ındayım..cocuk denilecek ya$tayım..bilenler bilir yalova'da aydın 4 sitesi vardır,(aydınkent'in yanında) tatil maksadıyla yazları kalıyorduk bu sitede..

    17 agustos'tan bir gun once yani 16 agustos 1999 tarihinde ben ve aynı ya$ grubumdaki gencler ile birlikte "ertesi gun aydınkent ile mac yapalım,yada olmadı ceylankent ile yaparız" $eklinde planlar kuruyorduk..fakat bir sorunumuz vardı, en onemli adamımız,kalecimiz olan bir dostum;yarın maca gelemeyecegini,ailesinin yanına istanbul'a gitmesi gerektigini söyledi..bunun uzerine itirazlar yukseldi.."o olmazsa yeniliriz,mutlaka oynaması lazım" $eklinde..kendisiyle uzun boylu konu$tum,durumu anlattım.kalması gerektigini onsuz maca cıkamayacagımızı söyledim..kendiside beni kıramayarak “1 gun daha kalacagını” söyledi,fakat $ortu olmadıgı icin benden bir futbol $ortu istedi..bunun üzerine bende mavi bir futbol $ortu verdim kendisine..

    saat 01.10 site dahilinde bir cardak,kamelya tarzı bir yerde takım olarak oturuyoruz,bir ses;

    -beyler benim icimde bir sıkıntı var..sanırım yarın biz bunları yenemeyecegiz..
    -sıkma canını..yenerizz..
    -hadi gidelim beyler,gec oldu bizimkiler merak edecekler..
    -tamam yarın goru$uruz..bana bak iyi konsantre olun haa.
    -iyi ak$amlar beyler..
    -iyi ak$amlar..

    saat 03.02
    büyük bir gurultu ile uyandım..15 ya$ında cocuk oldugumdan ve daha once deprem ya$amamı$ oldugumdan belki komik gelicek ama zemin katta olan evimizden iceri kamyon girdi ve duvarı yıktı sanmı$tım..sanki diri diri gomulmu$tum..vucudumu kontrol ettim,herhangi bir darp,yara var mı diye..yoktu burnum bile kanamamı$tı..nefes alıp veriyordum ve her nefes alıp verdigimde nefesimin tavana carptıktan sonra yüzüme geldigini hissediyordum..evet tavan burnumun yakla$ık 10cm uzerindeydi..o esnada bana güven veren bir ses duydum,ses aynı odada kaldıgım annemden geliyordu "oglum deprem oldu,korkma sakın..fakat kolumun uzerinde kolon var,ba$ımda sıkı$mı$ iki duvar arasına,sürünerek yanıma gelip,sacımı cekebilirmisin.." diyordu..aman allahım..bu nasıl bir felaketti..adeta diri diri gomulmu$tuk..

    saat 04.00 (avazım cıktıgı kadar bagırıyorum)

    etraf zifiri karanlıktı..hani karanlık bir odada uzun bir süre kaldıgınız zaman göz a$inalıgı ile nesneleri görebilirsiniz ya..i$te iceri herhangi bir $ekilde ı$ık girmediginden,o karanlıkta öylece kalıyorsunuz..üst katlardan insanlar sizin tavanınıza yani üzerinize basarak gecip gidiyorlar..seslerini duyuyorsunuz..fakat ne acıdır ki onlar sizi duyamıyor..ses gitmiyor..i$te o anda tek yapacagınız $ey avazınız cıktıgı kadar "imdaatt..yardım ediinn..yok bu sesimi duyann" diye bagırmak oluyor..

    saat 07.00 (oksijen azalıyor)

    zaman ilerledikce,uykum geliyor,üzerime bir agırlık cokuyor..eczacı olan annem odada karbondioksitin arttıgını dolayısıyla,oksijenimizin azaldıgını söyledi..cok uykum geldi..15 ya$ındaki du$uncem "acaba uyursam,ölümü hissedermiyim.."$eklindeydi..

    saat 10.00 (balyoz sesleri)

    bagırmalar sonuc vermiyor..sesimi duyan yok..fakat ertesi gun mac yapacagımız arkada$larımızdan biri geliyor evin onune..ismimi söylüyor..cevap veriyorum..ses dı$arı cok zor iletiliyor,duvarlar sesi gecirmiyor..yardım cagırıyorum diyor arkada$ım zor bela duyduktan sonra sesimi..aradan 20 dakika gectikten sonra balyoz ile tavan deliniyor..balyoz sesleri ise hala kulaklarım cınlamaktadır..

    saat 11.00 (gun ı$ıgı)

    yakla$ık 1 saat süren balyoz ile tavanı delme i$leminden sonra hayatımda hic tanımadıgım bir insan beni yukarı cekmek için elini uzatıyor..yardım uzatan eli tereddütsüz tutuyorum..beni cekiyor yukarıya dogru..gözlerimi acamıyorum..gune$ yüzümü aydınlatıyor..aydınlıgı hic bu kadar cok özledigimi hatırlamıyorum..enkaz altından cıktıktan sonra cıktıgım yere bakıyorum ve öylece kalıyorum,üzerimde bir boxerdan ba$ka hic bir $ey yok,arkada$larımdan biri bir t-short uzatıyor,onu giyiyorum..cıktıgımda apartmanın bahcesinde yatan bir beden goruyorum..üzeri gazete kagıtları ile örtülmü$ fakat kagıtların bir kısmı ucu$mu$,tanımakta gecikmiyorum..kar$ı kom$um,elinde büyüdügüm salih amcanın cansız bedeni yerde yatıyor..
    benden 2 saat sonrada annem cıkarılıyor..yaralı..ilk mudahaleyi,beyin cerrahı bir kom$u yapıyor..kısıtlı imkanlarla zar zor bir ambulans bularak ambulanstaki 10 yaralıyla beraber yalova'da stadyumda kurulan seyyar hastaneye gidiyoruz..ortalık toz duman,insanlar $uursuzca hareket ediyor..o esnada bir helikopter geliyor.. "aman allahım bir bu eksikti.."diyorum..
    helikopterden inen ki$i ise bulent ecevit..doktorlar ba$ına toplanıyor bulent ecevit'in..askeri helikopter yaralıları ve annemi alıp havalanıyor..nereye goturdukleri hakkında ise en ufak bir fikrim dahi yok..15 ya$ındayım..yer,iz bilmedigim bir yerde yalnız ba$ıma kalıyorum..kalacak yerim,yiyecek yemegim yok..o esnada bana "sana yardım edebilirim"diyen bir kadın ile tanımadıgım halde,caresizlikten dolayı beraber gidiyorum..3 gun 3 gece,sahildeki agacların altında yatıyor,domates,sogan,salatalık ile karnımızı doyuruyoruz..
    postane'nin sokaklara seyyar telefon koyduklarını duyuyorum..babama,akrabalara telefon etmek icin hızla postaneye ko$uyorum..fakat oda ne..bir kuyruk nerden baksan 1 km uzuyor,araya kaynayanlar oluyor,herkes gergin oldugundan kuyrukta sık sık kavgalar cıkıyor..cıplak ayaklarımla beklemeye koyuluyorum..saatler sonra sıra bana geliyor..lakin telefonlar istanbul'dan uzagını arayamıyor..kahretsin..benim ise aramam gereken yer amasya-ankara..
    hemen istanbul'dan arkada$ları arıyorum.."burdan du$muyor siz,$u telefonları arayıp soyleyin" diyorum..
    bu telefondan 2 gun sonra babam cıkageliyor..zorda olsa annemi buluyoruz..helikopter bursa yuksek ihtisas hastanesine goturmu$..
    gunler sonra babam ile beraber aydın 4 sahil sitesine gidiyoruz..mac icin kalmasını istedigim arkada$ın annesi ve babası ordalar..arkada$ın öldügünü anlamakta gecikmiyorum..
    bana dogru geliyorlar;
    "oglum..bir bakarmısın..biz ona benzettik,topraktan anlayamıyoruz,bedeni cok $i$mi$ acaba bu o mu" $eklinde soruyorlar..
    arkada$ın sadece bel kısmından belirli bir bolge oldugu icin tanıyamıyorlar..ben ise 16 agustos 1999 gunu ona verdigim mavi futbol $ortundan dolayı,anında tanıyor ve beynimden vurulmu$a donuyorum..ke$ke ona kal diye ısrar etmeseydim..ke$ke git,uzaklara git..deseydim..kal diyen dilimi kesmek istedim o anda..
    17 agustos 1999 depreminin uzerinden 7 yıl gecti..dile kolay tam 7 yıl..bu deprem kimilerini ilgilendirmeyebilir fakat beni cok ciddi bir $ekilde alakadar eder..hayatımın dönüm noktasıdır..ya$ayan,icinde olan cok daha iyi bilir bunu..dedim ya aradan 7 yıl gecer,yalova'ya donerim bir vesile ile,deprem anıtına gitmek isterim..anıta dogru yol alırken gordugum bir tabela tuylerimi diken diken eder..yalakalıktan koku$mu$,curumu$ yalova belediyesi 17 agustos 1999 depreminde bir cok ki$inin ölümüne sebebiyet veren muteahhit cevdet aydın'in ismini bir parka vermi$tir.."siluetini sevdigiminin turkiye'si" der,yumrugumu sıkarak yürürüm..anıta ula$ırım..deprem anıtındaki binlerce isim arasında gözlerim ya$lı olarak bir zamanlar mavi futbol $ortu verdigim,kaleci arkada$ımın ismini arar dururum öylece..

    bu da benim hayatımda en azından benim hic unutmayacagım bir anımdır..

    valla kime neyi hatırlatayım,neyi unutturmamaya calı$ayım bilmiyorum ama ben hayatım boyunca unutmayacagım o mavi futbol $ortunu ve gecirdigim gunleri..
  • aklımda hep show tv ile kalacak olan gün. show tv ve siktimin jeneratörü. ha bir de uyku.

    eve giremiyoruz, çünkü evin kolonlarında çatlak var. günlerdir dışarıda yatmışım ve devamlı uyuyorum. aklıma kim sokmuşsa bilmiyorum. "uykuda ölmek iyidir" demişler. uyuyorum devamlı. olacaksa bi deprem ben uyurken olsun, tepeme ne çöküyorsa çöksün, gideyim gideceksem. ama olmuyor o deprem, ben uyuyorum. günde 19 saat.

    sonra bir aile dostunun evine gidiyoruz. kaç gündür dışarıdayız, leş gibi olmuşuz. duş alırız, insan gibi yemek yeriz diye. ha bir de televizyon seyretmek için. giriyoruz evlerine. yalandan bir hoş - beş. zaten kimsenin maymunluk yapacak hali yok. o sırada açık olan televizyonu görüyorum. gidip oturuyorum karşısına. yıkılmış bir şehir var karşımda. bir de show tv logosu. adamın biri - ki muhabir deniyor herhalde ona - anlatıyor bir yıkıntının önünde. "uykularında öldüler" diyor. "aha" diyorum. şanslı bunlar. ananemdi galiba ya bunu söyleyen. şu uykuda ölme meselesini. neyse. adam anlatmaya devam ediyor. o sırada bir adam geliyor yanına. üstü başı toz - toprak içinde. canlı yayındaki adama yaklaşıp "jeneratörünüz lazım" diyor. "enkazda biri var ama enerjimiz yok. verin onu bize". muhabir bir an duraksıyor, yüzünde sahte bir gülümseme. "canlı yayındayız" diyor. adam endişeli. devam ediyor. "enkaz diyorum" diyor, "canlı var diyorum" diyor, "elektrik lazım" diyor. ama "yok" diyor tepesinde show tv yazan bir mikrofon tutan adam. "canlı yayındayız". adam gidiyor. belki de ölmeden önce uyumasını söylemek için enkaz altındakine.

    bunu gördükten sonra uyumak istiyorum. uzun süre uyumak. ananemin dediği gibi. bu yozluk bitene kadar.

    hakikaten ne kadar sürer ki?
  • yuvacık civarında konakladığım evin yerinden oynayıp yıkılmadığı, gölcük'te staj yaptığım dersanenin sular altında kaldığı tarih.

    gecenin 3'ü olmuş, sabahın köründe kalkıp dersaneye gideceğim için hala uyumamış olmam rahatsız ediyordu beni o dakikalarda ama varmış demek ki bir nedeni. bone thugs dinliyorum bir yandan hatta thug love çalıyor. hafiften sallanmaya başlayan yatak beni "acaba başım mı dönüyor lan ? hayırdır hasta mıyız" düşüncelerine gark ettirmişti ki, alttan gelen bir yumruk yatağımı odanın kenarından odanın ortasına kadar zıplatmıştı (ki o dönemler kiloluyum). oda duvarları lastik kıvamına gelmişti ben kafamı ellerimin arasına alıp iki şey bağırıyordum biri "anne !" ikincisi "allahım !". sonra "lan olm kalk hala yatıyosun" şeklinde bir titreme geldi yatağın yakınındaki cam'ı açıp yanındaki mısır tarlasına yere paralel bir şekilde atladım. havada neler yaptıysam artık iki ayağımın üstüne düştüm. akabinde evin etrafından dolanarak duvarlara vurarak yola çıktım.

    yola çıktığımda yol üzerime doğru yarılarak geliyor, o yarılan çatlağın içinden havaya taşlar fırlıyordu. bir holivud setinin içerisindeydim yani öyle diyeyim. çatlak yön değiştirdi çatlağın değdiği evler birer birer yıkılıyordu iskambil kağıdı gibi. 3 katlı binamızın en üst katındakiler inmişti aşağı aynı evde yaşadığım insanlar hala çıkmamıştı evden. onların hayvanlıkları için ; (bkz: deprem ani diyaloglari/@thug love)

    bunca şeye rağmen hala olayın ciddiyetinin farkında değildik, diyalogdaki örnek gibi sikimiz taşşağımıza denkti hala nedense. aynı evde yaşayan 3. arkadaşım 2. arkadaşımın ablasıyla nişanlı idi. 2. arkadaşımın ailesi de 2 sokak yukarıda oturuyordu. 3. arkadaşımız orayı kontrol etmeye gitmişti.

    ve o iki sokak öteden gelen "olm koşun çabuk koşun allahım koşuuuun" çağrısından sonra hiç bişey eskisi gibi değildi artık. o hep sığındığımız allahımızı şaşırmıştık adeta. 2. arkadaşımla beraber oraya doğru koşarken "hacı sen eve dön arabanın anahtarlarını al" dedi. ben döndüm. eve girdiğim an işin ciddiyetini anlamıştım televizyon yere düşmüş ikiye ayrılmış koltuklar yer değiştirmiş herşey allak bullak. arabanın anahtarını ise yerini hiç bilmememe rağmen elimle koymuş gibi bulmuştum. o arada artçı şoklar devam ediyordu ki normal depremden bir farkı yoktu bu artçı şokların.

    tam evden tekrar çıkarken o aralar kullanmakta olduğum gudik bir telefon olan alcatel one touch max'i deşarj olması için şarja taktığım aklıma geldi. öyle dingil bir telefondu. önce var olan şarjı bitiriyor sonra şarj ediyor. yatarken takmıştım yani şarjı sıfırdı hemen hemen. onu aldım yanıma fırladım sokağa.

    ben o 2 sokak ötedeki eve gittiğimde artık ben değildim. ev yıkılmış o anahtarını aldığım arabanın camı kırılmış bir şekilde hareket ettirilmiş yerinden ve farları o yıkılan eve doğru yakılmış durumdaydı. 2. arkadaşımın ailesi komple o evde oturuyordu. annesi ve babası bir şekilde içeriden çıkmayı başarmıştı ciddi hasarlarla fakat bir ablası bir de ilkokula giden kız kardeşi göçük altındaydı. o dakika hulk olmuştum. yıkılmış evin tuğla bloklarını hiç zorlanmadan kaldırıyor göçüğün altına ulaşmaya çalışıyorduk. neyse ki ufak kardeşimize hemen ulaştık fazla bir hasarı yoktu. ablamız ise bir sutunun yere paralel olarak yıkılması ve kalan bütün evin de o sütunun üzerine yıkılması sonucu o sutunun dibinde yatıyordu üzerindeki yük çok ağırdı ama yaşıyordu. arabanın krikosunun filan da yardımıyla bir şekilde ablamızı da sağ salim çıkardık fakat belinde ve bacağında ciddi hasarlar vardı. arabaya atladılar hastaneye götürmek için ben oradaki insanlara yardım etmek için kaldım. yardım etmek için kaldım ama onlar arabayla gittikten sonra ağlama krizi geldi resmen hayatım boyunca herhalde öyle ağlamamışımdır.

    ben daha civar evlerdeki hasarların farkında değilken, kolumdan tutan birinin yardımıyla az biraz kendime geldim "abi yardım et babam kaldı içerde". ne kadar kendine gelebilirdi insan bu cümleyle orası ayrı bir konu. bir yandan bir dozer gelmişti o civara fakat şöförü tartaklanıyordu "buraya gel", "buraya da gel" şeklinde.

    edebildiğimiz kadar yardım ettikten sonra (ki buna göçük altından insan çıkarmanın yanı sıra ceset çıkarmak hatta çok özür diliyorum kol, bacak çıkartmak da dahil) arabayla geri geldiler. "hacı gel sen de hastaneye gidicez" dediler. bindik arabaya.

    yoldayken o şarjı bitmiş telefonum çalmaya başladı. arayan annemdi "oğlum, noldu nasılsın neler oldu oğlum" mutlulukla şaşkınlık arasında bir ses. "anne şarjım bitecek arkadaşın telefonundan ara ben iyiyim bişeyim yok" dedim şarj bitti. sonradan öğrendim ki annem kafayı yemiş bana ulaşmak için istanbul'da elektrikler kesilmiş elektrikli modern(güya) telefonlardan var bizde de. istanbul'daki evimize pek yakın olmayan ananemin evideki çevirmeli telefona gitmiş ki o sırada da istanbul sallanmaya devam ediyormuş. saatlerce çevirmiş numaramı aklından. ki daha önce hiç hatırlamazdı numaramı. en son içten bir dua edip çevirmiş numaramı ve öyle ulaşmış bana. kendi iddiası bu yönde. tabi diğer arkadaşın numarasından ulaşması mümkün olmadı bir daha.

    hastaneye gittik. gitmez olaydık. hastanede adım atacak yer yok. bahçeler koridorlar dolu. üstelik bu insanların hepsi çok kötü durumda. bizim hastamızın durumu çok basit kalıyor onlarınkinin yanında ki bacakta ve belde ciddi hasar olduğunu söylemeliyim. psikolojimiz allak bullak olmuştu. "abi dedim istanbulda gidelim bi hastaneye boştur şimdi daha oralar". yoldaki inanılmaz trafiği hastamız olduğu için tabiri caizse yararak istanbul'a geldik. bir hastaneye gittik. hastanedekiler "siz iyi gelmişsiniz yalova'dan filan gemilerle bir sürü hasta ve ceset getiriyorlar istanbul'a. tetikteyiz hepimiz" dedi oradaki görevliler.

    tekrar izmite döndük. bir benzin istasyonunda oturup çay içmekte olan adamlara "abi iç taraflara girsenize millet yardıma muhtaç yardım edin durum çok kötü" dedim istemsizce çıktı bu cümle. adamlar "yapma ya ?! kalk lan kalk" diyerek irkildiler. biz tekrar ev civarına geri döndük. gün aydınlanmıştı artık. ve manzara ortadaydı ...

    4 yıldır oturduğum yer yoktu artık. ne "abi nba öğretsene bana ya çok seviyorum ben" diyen hep alışveriş yaptığım bakkal, ne "oğlum burda şortla gezme sikerler adamı" diyen diğer bakkal, ne manav ne köyün girişindeki kahve hiç biri yoktu artık.

    bir kaç eşya almak için herşeyin başladığı eve gittim. orası herşeyin bittiği ev olmuştu artık. yer değiştirmiş koltuklardan birine oturdum. üzerimdeki kıyafete baktım. yırtık pırtık bol bir şort yine eski sayılabilecek bir t-shirt. hatırladığım kadarıyla don yok içimde ve ayaklarım çıplak. ayaklarımın altına baktım yara bere içinde bir sürü derin sayılabilecek yarık var içine girmiş taş, maş bilimum parça. hiç birini ayağımın altına bakana kadar hissetmemiştim.

    bi kaç eşya aldım "abi" dedim 2. arkadaşıma "bana ihtiyacın yoksa ben istanbul'a gidiyorum. sonra gelirim yine" . "tamam abi git tabi annen merak etmiştir".

    geldim eve 2 gün boyunca hemen hemen aralıksız ağlayıp birden susup boş boş bakıp tekrar ağlamaya başladığımı hatırlıyorum. yaklaşık 2 hafta boyunca arabada, parkta uyuduğumu hatırlıyorum. "hadi oğlum evde yat artık geçti tamam" ısrarları sonrasında evde yattığımı ama yatakta her döndüğümde doğal olarak sallanan yataktan dolayı koşarak 5 kat aşağı indiğimi çok net hatırlıyorum.

    bu da böyle bir anımdır.

    unutanı siksinler, unutturanı da ayrıca kanırta kanırta siksinler.

    edit: hatırlatmayanı da ben sikeyim.
  • 16 ağustos 1999/gölcük

    askerden geleli 19 gün olmuş.

    gölcük sıcak...ama öyle böyle değil, çok sıcak.

    sabah saat 10.00 civarı sağlık ocağına gittim ayağımdaki alçıyı aldırdım. nasıl rahatladı ayağım. alçının içinde pişmiş de ben farkında değilmişim.

    öğleden sonra dükkandayım, liseden arkadaşlarım geldi. erkan, fahri, ilker, serdar, serkan.

    hoşbeş muhabbetten sonra planlar yapıldı, akşam kavaklı sahilindeyiz, takılıcaz..eski günleri yadedicez.

    akşam saat sekizbuçuk, altı arkadaş kakara kikiri sahile iniyoruz, ama hala çok sıcak..öyle böyle değil..

    serkan'ın evinde almanya'dan misafirleri varmış. "bir kızları var" diyor "yengeniz olur heee şişşşş"..

    ilker babasıyla kavga etmiş, ondan yakınıyor. "olmuyor hacı" diyor "olmuyor anasını satayım, aynı işde babayla ol-mu-yor".

    serdar gene aynı serdar hiç değişmemiş, zayıflıktan ölecek.

    erkan'da benim gibi askerde teskereye tabi ameliyat olmuş yeni gelmiş, iki sakat girmişiz kolkola sağa sola sarkıyoruz, dünya s*kimizde değil.

    gece saat oniki buçuk civarı "hadi" diyorum "kalkalım artık , bizde kimse yok. gidelim eve bi çay yapalım sabaha kadar devam muhabbete"

    alayı geri vites yapıyor yok efendim geç oldu sabah iş var diyor biri diğeri babamla papazım şimdi dışarda kalmıyım tedirginliğinde serkan efendi misafir kızı görebilmenin telaşında..

    bi erkan geliyor beraber gidiyoruz bize..

    hatuna tefon açıyorum, o zaman cep telefonu yok bizde.. zaten sayılı adamda var..
    pahalı meret.

    saat 03.00 civarı telefonu kapatıyorum oturma odaya giriyorum.. erkan sızmış.

    -şişş alooo kalk olm çekyatı açalım da rahat yat lan.

    +ne yatması olm uyumayamı geldik muhabbet zamanı şimdi eee anlat bakiim naap.......

    binanın tüm menteşeleri tüm demirleri yeryüzündeki en korkunç sesi çıkartmaya başlıyor. aman yarabbi hayatımda yaşadığım ve belkide yaşayacağım en büyük korku...

    ölmek üzereyiz... her şeyin sonu...

    kapının eşiğinin altında sarılıyoruz erkanla birbirimize..

    eşhedüenla ilahe illallah....

    öyle sıkı tutumuşum ki arkadaşımı ameliyat yeri kanamış, çok sonra farkediyoruz.

    ikinci büyük sarsıntının ardından tozdan zindan olmuş sokağa çıplak ayaklarımızla inişimiz. tam önümüzdeki komşu binanın enkazından gelen çocuk ağlaması "anneee annee nerdesiniz?" ömrümünüzün sonuna kadar unutamayacağımız acı tecrübenin ilk detayı olarak hafızamıza yer ediyor. sahi acaba ne oldu o çocuk.

    serkan, misafirleri ve ailesinin tamamıyla beraber rahmetli oldu.

    bizim dükkanızımız bir daha hiç açılmadı.

    ilker'in babası dükkanı ilker'e bıraktı, araları iyi şimdi.

    fahri akyazı'ya göçtü, depremden sonra bir daha görüşemedik.

    serdar aynı amk. hala zayıf.

    aradan yıllar geçti, şimdi kentsel dönüşümle alakalı çalışmalar başladı, hasarlı binalar yıkılacakmış. baktım listeye bizim ev yok. biz mezarımızda oturmaya devam edecez.

    artık gölcük'de hava hep soğuk..ısınmıyor.

    rabbim ölenlere rahmet etsin, bir daha yaşatmasın.
  • enkazdan çıktığım/ız ve o günden sonraki hayatımı/zı tabir i caizse bir enkaz gibi yaşatan gün.

    "unutmadık unutmayacağız!" veya "unutmadık unutturmayacağız!" gibi popülist sözlere itibar etmemek gerek..ben unutmak istedim..14 seneden beri her gün unutmak istedim bu günü..ama unutamadım..nasıl unutayım ki ?

    herkesin farklı hikayesi var. herkesin farklı dertleri, acıları, kederleri var bu günle ilgili..ben de hikayemi anlatmak istiyorum..

    yer adapazarı..tam göbeği, çark caddesi'nin başı..doğma büyüme çarşı çocuğuyum..

    erenler'den bir ev aldık ve kârlı bir biçimde 2-3 ay sonra sattık..97'de yeni bir eve taşındık. teyzemlerin evindeyken alt katımızda oturan rahmetli ananem ve dedem bizim o kârlı sattığımız evi aldığımızı duyunca hasetlerinden veya başka bir sebepten ( bunu hala anlayamadık ) biz evi satmadan biraz önce hemen karşımızdaki daireyi satın aldılar. biz orayı satınca ve yeni eve geçince, onlar da eski evlerini satıp yeni evlerine geçtiler. böylece birbirimizden uzak kaldık.

    yeni evimiz çok güzeldi, kocaman bir terası vardı. mahallede bir sürü arkadaşım olmuştu. sabahtan akşama sokaktaydık. önceden cadde apartmanında oturduğumuz için hiç yaşayamadığım çocukluğumun acısını 1,5 senede burada çıkarmaya çalıştım. sünnetimi o evde yaptık. o evde terası bir bahçeye çevirip çilek ekip yedik. 98'deki o bir anlık vurup kaçan depremi ve depremin ne olduğunu ilk o evde anladım. ve saire...

    99 ağustos ayına geldik..anne tarafının tüm şurekası almanya'dan gelmeye başladı..kuzenler, teyzeler, dayılar, yengeler..büyük teyzem kendi evini kiraya verdi ve kuzenimle izinlerinde yine bizimle kalmaya devam ettiler..küçük teyzemin ortanca oğlu 11-12 ağustos'ta geri döndü, izni bitmişti..teyzemin kızı ve teyzem bizdelerdi sadece..dayımlar dedemlerde kalıyordu..akşamları bir araya gelip harala gurala şamata gırgır yapıyorduk..küçük teyzemin büyük oğlu kalp ameliyatı geçirdi ve onlar o yüzden gelememişti türkiye'ye..

    15 ağustos geldi çattı..mahalleden arkadaşım olan emircan ile başka çocuklar yüzünden küsüştük..karşı komşumuz ihsan abilerdeydik akşam..bana basket maçında kırdığı ve bantlarla yapıştırıp bizi güldürmek için sakladığı gözlüğünü gösterdi, gözüne taktı ve yine güldük.

    16 ağustos oldu..en yakın aile dostlarımızdan olan 4. kattaki komşumuzun sözü vardı ve gece 11'e kadar söz hazırlıklarına yardım ettik. ertesi gün yeni evlenen bir çiftin boş olan 2. kata taşınacağı konuşuldu..-evimiz 5 katlıydı, dükkan üstünde 4 kat..biz 1. kattayız.. dükkanların tavan uzunluğu çok yüksekti, sonradan da öğrendik ki alttaki buzdolabı tamircisi kolonlardan da birini kesmiş dükkanı büyütmek için-

    gece 12 oldu..kuzenim ve kardeşim ile ben bizim odamızda yatıyoruz her zamanki gibi..hava sıcak olduğu için kardeşim ve kuzenim yer yatağındalar..bense ranza olan yatağımızın her zamanki gibi üstünde yatacaktım ki 2 yıllık ranzada hatırladığım kadarıyla ilk defa o gece altta yatmak istedim. bir garip his düştü içime..

    uyumuştum..

    ve gözlerimi açtım. dışarıdan gürültüler..yıldızları görüyorum ranzanın baş tarafından, inlemeler geliyor..rüya değil sanırım..ve sanırım deprem oldu. kardeşim ağlıyor, evet bu o. teyzem çığlıklar atıyor. ölmeye yakın birinin inlemesi geliyor, annemin sesi..teyzemle konuşmaya çalışıyorum, onu sakinleştirmeye çalışıyorum ve kısmen duruluyor..yaşım 12..teyzem 50 yaşında o zaman..teyzeme deprem olduğunu söylüyorum. kardeşimin yarası beresi olup olmadığını soruyorum sıkıştığım yerden, "göremiyorum, taşa toprağa gömülü" diyor. "nur ablam nasıl?" diyorum, "o burada değil oturma odasına gitti uyumaya" diyor. "sen nasılsın?" diyorum, "bende bir şey yok" diyor. koridorunda başında telefon var oraya git 112, 155, ne varsa ara diyorum. "annemi babamı gördün mü?" "hayır"..taş şıkırtıları, toz, nefes alamıyoruz..teyzem duymadığımı zannedip konuşuyor kendi kendine "öldü anan baban, öldü.." başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor..inleme devam ediyor, annemi düşünüyorum, ölmek üzere..babamın iniltisi gelmiyor, demek ki o annemden önce öldü..bir tek banyo var aramızda, nasıl girebilirim oraya acaba ? düşünüyorum..kardeşimle konuşuyorum, kardeşim ağlıyor.."annee" diyor..ona fıkra anlatıyorum, evet..komik fıkra..olaysa trajikomik..teskin etmeye çalışıyorum..onu kurtaracağımı söylüyorum..dışarıdan gelen sesler berraklaşıyor: "mahmut abiii!!!!! candan ablaaaa!!! mollaaaa!!!!! yılmaaaaz!!!" bunlar komşularımızın sesleri..hasan abi'nin, ihsan abi'nin, nuray abla'nın, sevgi abla'nın, 4. kat komşularımızın...hamdolsun allah'ım öleceksek bile bizi düşünen, bizi kurtarmaya gelen komşularımız var..o komşular ki az kalsın birbirimize mirasçı kılınacaktık hani..bağırıyorum ben de ama duymuyorlar, ben nasıl onları duyuyorum peki ? 2-3 dakika bağırıştık, duymuyorlar. kardeşime bağırmasını söylüyorum, sesi yetmiyor..annemle babam da cevap vermiyor bağıranlara, sanırım annem de öldü.. bir kocaman besmele çekiyorum ve sıkıştığım yerden kurtulmaya çalışıyorum..ha gayret, derin bir nefes..kurtuldum suntadan betondan.. şimdi ayak ucuna kadar sürünmem ve çıkmam lazım buradan..bir besmele, kocaman bir nefes ve ha gayret..her yer kapkara..göremiyorum hiçbir şeyi..sadece banyo olduğunu anlayabiliyorum gördüğüm boşluğun..duvarlar yok..sürüne sürüne çıktım ranzadan..ranzanın üstüne duvar devrilmiş..yani üst ranzada yatsaydım...ayaklarımın üstüne basıyorum şu an yatağın ucundayım..4-5 metrelik bir uçurum var aşağıda, bu nasıl iş ? bitişik nizam olan yandaki apartman bizden ayrılmış..şimdi bu boşluğa düşmeden yatağın etrafından dolaşmam gerek..demirler bile fırlamış allah'ım.. her yer yıkık..demirlere tutunmaya çalışıyorum, sağ elimin üstü kesiliyor demirden..kocaman bir yara..sağ ayak baş parmağım kesiliyor, hissediyorum çok acıyor..bir adam var elinde ayakkabı taşıyor, bağırıyorum duymuyor..nasıl duymaz ya rabbim ? bekle yılmaz geliyorum..geldim. "ihsan abiii" "mollaaa duyuyor musun" "abi buradayız" "neredesiniz" "abi odadayız, terasın kenarında" -bizim odamız terasla yan yanaydı- "durum ne ?" "yılmaz kımıldayamıyor, gömülü" "annem babamdan ses yok" "geliyorum korkmayın"..ve artçılar artçılar..ranzada sıkışıkken bile titriyorum, sallanıyorum..her şey zangırdıyor, her sarsıntıda daha çok yıkılma sesi, her sarsıntıda daha çok çığlık..kardeşimin başının ucunda devrildi devrilecek duran beton parçasını aşağa atıyorum..etrafını temizlemeye çalışıyorum..kafası pimapenin tam ortasında..bir kolu pimapenin plastiğinin altında..vücudu betonların altında..bir tek kafası açıkta..ihsan abi geliyor.. terasla odanın arasında 2 metre boşluk oluşmuş..ihsan abi bir şeyler yapıyor ve yanımıza geliyor..kardeşimi çıkarıyoruz..sol kolu sakatlanmış herhalde..yüzü gri..terasa geçebilmek için çamaşır direğini büküyor ihsan abi..o direk nasıl büküldü anlamadım..bir de kalas gibi bir şey koyuyor onun yanına..üstüne bir battaniye seriyor..kardeşimin bebeklik battaniyesi miydi o ? hatırlamıyorum..yerlerde oyuncaklarımız..sünnetimde gelen paralarla aldığım oyuncaklarım..power rangerslar, action manler.. fotoğraf albümlerimiz ? işte şu poşette..alsam mı ? annemi babamı nasıl hatırlayacağız ? almıyorum, çünkü o hengamede yanımızda taşıyamayız..bir damla gözyaşı iniyor gözlerden..fakat o kazağımı alacağım. hava soğuk olursa kardeşime veririm, ben giyerim..terastan aşağı iniyoruz..mahşer böyle mi olacak allah'im ? karşı bina yanıyor, alevlerin içinden iniltiler geliyor, "kurtarın" sesleri.. her yer zangırdıyor, sokak sakinleri sokağın ortasında oturuyor..biz de oturuyoruz..bakkal tevfik arabasının teybini açmış, radyodan alıyoruz haberleri...asrın felaketi...ölü sayısı bilmem kaç..acil yardım lazım..tevfik amcayla sarılıyoruz birbirimize..o da ağlıyor..kardeşime sarılıyorum..sakın uyutma diyorlar, iç kanama olabilir..su istiyor kardeşim, çok susamış..biraz içiriyorum..çok korktuğumuz ve toplarımızı kesen halit amca tir tir titriyor korkudan.."kafayı yedi" diyorlar..kuran ı kerim okumaya çalışıyor..sokaktan çıkamıyoruz, yangın var baş tarafta, araba var 2 tane, patlayabilir her an, arka tarafta ise hiçbir şey yok ama çıkamıyoruz. oralarda da arkadaşımız ali'nin annesi enkazda kalmış. ona yardım etmeye çalışanlar var..bir ara teyzemle kuzenimi görüyorum, sonra kayboluyorlar ortadan..nereye gittiler ? bizi burada bırakmış olamazlar herhalde..sabah oluyor..göz gözü görmeye başlıyor..durum çok feci..sokakta 12 bina vardı ve 4ü yıkılmış..komşularımız ihsan abi ile hasan abi sürekli bir yerlere gidiyorlar, enkazlara yardımcı olmaya çalışıyorlar, haber almaya çalışıyorlar dünyadan..ihsan abi'nin gözünde bir gözlük..her yeri bantlı..evet, basket oynarken kırdığı gözlük var gözünde..sonradan konuştuğumuzda normal gözlüğünü bulamadığını ve ilk eline geçen gözlüğün o her yeri bantlı gözlük olduğunu söyledi.. "sokaktan çıkalım insanlar caddeye yürüyor" deniliyor. bosna caddesi..gerçekten adını hak etmiş bu cadde..90'ların bosna'sına dönmüş..her yer enkaz, ne olduğunu anlayamayan binlerce insan..boş gözler..ağıtlar..çığlıklar..etek giyen erkekler, yarı çıplak insanlar..mahşer günü gibi..kimse aldırmıyor birbirine.."annemle babam öldüyse bize kim bakar" muhasebesini yapıyorum, kardeşimden hayatta ayrılmam..komşulara soruyorum "ölmüşler midir?" diye.."saçmalama" diyorlar..ama kenardan duyuyorum konuşulanları.."yazık oldu, bu yaşta yetim kaldılar.." 2 damla gözyaşından gayrisi akmıyor gözümden, çünkü tutuyorum kendimi..kardeşim yarı baygın durumda, bitkisel hayatta sanki..saatler ilerliyor..askerler gözüküyor..ellerinde kazma kürek..komşular bizim evin oralarda bir şeyler yapmaya çalışıyor..kumarbaz amcamı görüyorum, köyden gelmiş..onun da arası babamla bozuk ama gelmiş..kardeşimle yan yanayız.."cenazeleri almaya geldim" diyor. köye haber vermişler "mahmut ile candan öldü" diye..kim verdi bilmiyorum..yine ağlamıyorum, sıkıyorum dişlerimi..kardeşime daha çok sarılıyorum..komşular askerlerle tartışıyor, belki yalvarıyor bizim enkazda kurtarma çalışması yapılması için. bizim yanımıza gelip gidiyorlar.. bizim binada o an bir tek annem ve babam var. 2 kat boş ve oraya yarın gelecek bir çift vardı, 3. kattakiler tatilde, 4. kattakiler yürüyerek çıkmışlar apartmandan..apartman baklava dilimi gibi yıkılıyor ve üst katlar yola seriliyor..2 ve 3'ün kurtulma şansı yok, tıpkı babamla annem gibi..babamla annem zemine gömülü..biz teras tarafında olduğumuz için açığa çıkıyoruz..komşular askerlerle..dayanamıyorum artık, ağlıyorum..ve bir bağırış, çığlık, sevinçten, umuttan deli divane olmuş bir çığlık geliyor koşarak..binlerce insanı yara yara geliyor: "mahmut abiyle candan abla yaşıyorr !!" ayaklanıyoruz, sarılıyoruz birbirimize..biz de koşuyoruz umuda doğru..büyük teyzemin oğlu da orada, yalçın abim..teyzem yıllarca itti kaktı yalçın abimi, "paralarımı çalacak" "beni öldürüp mirasa konacak" dedi, hakir gördü..bizse hep sevdik yalçın abimi..çünkü o garibandı..o yalçın abim elleriyle "teyzem" diye diye toprağa saldırıyor. ben de koşuyorum, beni tutuyorlar, yaklaştırmıyorlar..babam gözüküyor, herkes şükrediyor..10 metre yanımızda feryat figan..emircan ölmüş enkazda..annemi ellerinden çekiyorlar belli, "oğullarım nerde? yılmaz molla nerde ?" diyor.."burdayız anne" diyorum.. ana şefkati..ölümle pençeleşirken bile evlatlarını soruyor..annem süre süre çıkarılıyor.."allah'ım şükürler olsun" diyor kim varsa orada..10 metre yanımızda yine bir feryat figan..emircan'ın annesi, babası da ölmüş..annemi battaniyeden bir sedyeyle arabaya bindiriyorlar, tümene götürüyorlar müdahale için, hastahaneler iflas, herkes tümene götürülüyor..annem "çocukları da getirin" diyor, yalçın abim sanırım annemle gidiyor..babam da dedemlere bakmaya gidiyor amcamla..kardeşimle ben bekleyeceğiz, bizi almaya gelecekler birazdan..kaldırıma geçiyoruz, onlarca ölünün olduğu bir enkazın önünde sağ salim oturuyoruz yine kardeşimle.."oturduğunuz yerden kalkın, artçı depremler oluyor o enkaz yola doğru gelir" diyorlar ve onlarca kişi kaçıyor sağa sola..biz de az ileriye gidiyoruz..kardeşimle ben kaldırımda aval aval sağa sola bakarken, ortanca teyzem ve eniştem geçiyor önümüzden..onlar da alamancı ve izindeler..evleri bize çok yakın..fakat beni görmüyorlar, bense laf atamıyorum..evet atamıyorum, neden ? çünkü ortanca teyzemiz bütün aileyle kavgalı..hep dedikoducu, ara bozucu olarak bilinirdi..bir ay annemle, bir ay dayımla, bir ay kızıyla vs.. konuşmazdı. ben, öz yeğeni, öz teyzeme "teyze" deyip seslenemiyorum böyle bir durumda "ailelerimiz hala dargın mı ?" diye düşündüğümden..biraz cesaret toplayıp cılız bir "teyze" sesi çıkıyor ama kim duyar o hengamede.. biraz sonra dedem geliyor, aramış epey bizi..tümene doğru gidiyoruz..bir aile vardı, çok yakındık, mustafa amca, yasemin teyze, enes abi, özge ve yeni doğan kardeşi..çark caddesi'nin başındaki binadaydılar..hani şu sevgili döner'in olduğu bina..bina hem çökmüş hem de yanıyor..duruyorum biraz, soruyorum kurtulan var mı diye..yok..binadan bir kişi kurtulmuş diye bir söylenti çıktı sonra..o da balkondan aşağı uçmuş..geri kalanlar yanarak can vermiş..5 kişilik aileden bir tek enes abi yaşıyor çünkü o an almanya'daydı..almanya'ya gitmeden önce, depremden taş çatlasın 1 hafta önce, yasemin teyze "bu sefer göndermek istemiyorum, kötü bir his var içimde" diyordu.. ben çocukluk arkadaşım enes abi ile depremden beri konuşmuyorum..konuşamıyorum..dilim varmıyor laf atmaya..bi ara kafayı sıyırdı dediler..bilmiyorum son halini..yürüyoruz tümene..sol tarafta yerlere saçılmış eşyalar, makarna dolu tencere, içinde kaşığı duruyor..yolda bakkaldan su alıyor dedem, bakkal suyu parayla satıyor..günahını almayım ama belki de normalden yüksek bir fiyattı..dedem adama çıkışıyor..yola devam ediyoruz..tümendeyiz..yıllarca önünden geçtiğimiz, hep içerde ne var diye merak ettiğimiz tümen..annem orada, ananem, dayım, büyük teyzem ve kızı nur ablam, laf atamadığım teyzem, eniştem.. annemin belden aşağısı tutmuyor..yanımızdaki sedyede biri ölmüş, onu kaldırıyorlar, kamyonete koyuyorlar..kamyonette bir sürü ölü var..onun yerine kolu kopuk birini getiriyorlar, o yatıyor..yine artçılar.."öğlen saat 12'de büyük deprem bekleniyor bina diplerinden çekilin" anonsu..elime ayağıma pansuman yaptırmaya gidiyorum ve yanlış hatırlamıyorsam bende 3-4 sene sürecek olan pansuman yapılırken, kan görürken bayılma durumu ilk defa orada oluyor..kardeşim kolunu oynatamıyor, sol kolu çok kötü..kimse bir şey yapamıyor..kardeşim çorba istiyor.."çorba istiyorum" diyor..o günden sonra 1 hafta boyunca neredeyse her gün bu cümleyi söyledi ve bundan başka bir şey söylemedi..ananemler eve gidiyor, hem yengemlere bakmak için hem bize yemek getirmek için..babam eş dost akrabaları soruşturuyor, var mı bir şey diye..dayısı enkazdan çıkmış..bizi stada götürüyorlar öğleden sonra..annem kardeşim ve nur ablam arabayla götürülüyor..ben babam ve teyzem yürüyoruz..yolda babamla teyzem dünyanın yalancılığından, zenginliğin geçiciliğinden bahsediyorlar..teyzem babama "verdiğin sadakalardan, insanlara yaptığın yardımlardan dolayı bir şey olmadı bize" diyor..stada giriyoruz..babamın bir zamanlar yeşil çimlerinde beşiktaş'a fener'e cimbom'a gol attığı stada..çok az insan var henüz..yavaş yavaş geliyorlar..5-6 gibi dayım, yengem, çocukları, ananem vs. geliyor..ara ara komşular geliyor, emircan'in bir ablası-mine abla- sağ çıkmış enkazdan, diğer ablası da-asuman- gezideymiş o yüzden evde yokmuş o gece..mine abla boyunluklu bir şekilde sedyede geliyor..yanına gidiyoruz..doktorlar uyarıyor "annen baban sağ deyin lütfen" diyorlar..soruyor, "sağ ikisi de, emircan da, gördük" diyoruz..--sonradan emircanlar'in evini bizim apartmanın yıktığı söylentileri çıkıyor, güya bizim apartmanla onlarınki çarpışmış, bizimkinin bi kısmı onlarınkinin üstüne devrilmiş ve bundan biz sorumluymuşuz gibi bizimle konuşmadılar bir müddet-- pistte yürüyorum saatlerce..neler olduğunu düşünüyorum..ne yapmam gerektiğini düşünüyorum..eğer küçük teyzemin oğlu 1 hafta önce gitmemiş olsaydı, ben üstte yatmak zorunda kalacaktım. eğer içime bir his düşmeseydi ben yine üstte yatacaktım. eğer nur ablam yerden kalkıp oturma odasına gitmese üzerine duvar yıkılacaktı..eğer odadaki çekyatı açsaydı üzerine yine duvar yıkılacaktı..eğer odamızdaki kitaplık hayret verici bir şekilde olduğu yerde takla atmasaydı da normal bir şekilde devrilseydi kardeşimin kafasına yıkılacaktı..eğer annemle babamın ayak uçlarındaki hantal gardrop üzerlerine düşmeseydi belki başları da annemin ayağı gibi kolon altında ezilecekti..emircan bana küs öldü..düşünceler düşünceler..büyük teyzemle nur ablam yok ortalıkta..akşam oluyor..hava kararıyor..tanıdıklar da var..sedyelerden birine uzanıyorum..üstümüze bez germişler..yıldızları görüyorum sedyenin baş tarafından, inlemeler geliyor..rüya değil sanırım..ve sanırım deprem oldu..

    17 ağustos 1999 günüm şu an hatırlayabildiğim kadarıyla böyle geçti..bundan sonra anlatacaklarım bu günün sebebiyle olan şeyler..

    büyük teyzem ve nur ablam piyasada yoklar, öğreniyoruz ki helikopter bunları almış götürmüş..stada saatte 1-2 helikopter geliyordu yaralıları taşımak için..günlerce yerlerini öğrenmeye çalıştık, nur ablamın nişanlısı yanımıza geldi, o da bizden medet umuyor..bulamıyoruz işte..enişte depremden mepremden korkuyor, babamla annemin arasında yatmak için izin istiyor..bir kaç ipucu buluyoruz götürülmüş olabilecekleri yerler hakkında, enişteye söylüyoruz, onların peşinden gidiyor, iz sürüyor..sonra öğrendik ki gazeteye falan manşet olmuşlar..sebebini hatırlamıyorum..ama şunu epey hatırımızdan çıkarmadık; teyzem ve nur ablam kardeşimle beni ortada bırakıp kendi dertlerine düştüler..(aç parantez)..ablamın eli çatlamış, teyzemde de ufak tefek yaralar..en büyük yarayı bizim kalbimizde açtılar halbuki..3-4 yıl konuşmadık teyzem ve kuzenimle..sonradan çok dil döktüler, aslında öyle bir şey yapmadıklarını anlatmaya çalıştılar..ben hala mutmain değilim, hatta annem de değil..yaptılarsa da sineye çekmiş olduk,candır, akrabadır dedik..fakat babam 11 sene konuşmadı..kendisini feci biçimde kazıklayan onlarca akrabası, eşi dostu, hatta kardeşleri varken bunca senedir tavır yapması çok saçma..(kapa parantez)..

    babamın gözleri şişik ve kıpkırmızıydı. bir sakatlığı yaralanması yoktu ama çok feci bi görüntüsü vardı. buna rağmen sağa sola koşturuyordu. dayımlar yengemler de geldi stada bir kaç kere sanırım..yengemler çok korktuğu için almanya'ya geri dönmek istemişler..dayım da tamam demiş..yengem alman..çocukların adı türkçe ama alman kültürüyle yetiştiler..dayımlar istanbul'a gidecekler ama nasıl gidecekler ? yol bilmez iz bilmezler..babam götürecek arabayla..3-4 gün sonra enkaz kaldırma çalışmalarına gidiyor babam..işe yarar eşyaları çıkaracaklar..kuzenimin cep telefonu geçiyor elimize..fil hafızasına sahip olduğum için geçen sene es kaza söylediği pin kodunu hatırlıyorum ve telefonu açıyorum..hüsniye teyzem arıyor, küçük teyzem..açıyoruz, konuşuyoruz, hüngür hüngür ağlıyor.."uçağa atlayıp geliyorum ne lazım söyleyin" diyor..10-15 gün sonraya bilet varmış..bekliyoruz..günler geçiyor babam hala millete yardım etmek için seyyar yardımcı gibi dolaşıyor, iki oğlu ve sakat eşi statta gariban gariban yatıyor..bir gün bilmem ne bey geliyor "sizin gitmeniz lazım yeni yaralalılar geliyor" diyor, bir gün bilmem ne bey geliyor "burayı kapatıyoruz şuraya geçin" diyor..annemi zorla helikoptere almak istiyorlar, sakatlığı çok ağırmış..kabul etmiyor..çünkü onu alırlarsa biz yanında gidemeyeceğiz..ayrıca helikopterle şehir dışına gidenlerden kaybolanlar oluyor, hemen yayılıyor haber..ki hala taşkentler'den (adapazarlılar bilir) kayıp bir abla var, 12 sene oldu hala bunların kızı kayıp bildiğim kadarıyla..haber yok..ki daha kimler kimler kayboldu..ilaçlar, iğneler, ufak tedaviler..annem yavaş yavaş yürümeye başlıyor..neredeyse tüm işleri ben yapıyorum..su getir götür, giyecek geldi sıraya gir, ekmek alınacak kuyruğa gir, ilaç geldi doktora git, pansuman var şunu yap...kardeşim de yavaş yavaş açılıyor..ben de her pansumanda küt diye yere düşüyorum.

    küçük teyzem gelene kadar pek çok insanla muhatap oluyoruz statta..kimisi mısırlı, kimisi hindu, kimisi yunan..kimisi psikolog, kimisi asker, kimisi kızını kaybetmiş, kimisi bacağını kaybetmiş, kimisi gönüllü olarak enkaz kaldırma çalışmalarına gelmiş..ne hikayeler..ne hayatlar..

    ilçelerden tanker tanker su getiriyorlar, ekmek getiriyorlar, meyve, sebze, hazır gıda...çuval çuval eşya geliyor..şurda 6-7 sene önceye kadar o eşyaları giymeye devam ettim ben..kimin kıyafetini giydiysem, eşyasını kullandıysam, kimin gıdasını yediysem gönderenden allah razı olsun.

    enkaz kaldırmalar devam ediyor, bir gün benim de gitmem gerekti..hastalık bulaşmasın diye maske takıyor bulabilenler, ben de babama maske götürüyorum..aman allahım..her şey daha netleştiği için yıkımın, ölümün boyutlarını daha iyi idrak ediyorum..bir kaç tanıdığa rastlıyorum..fethi abi, taksici..eskiden manav olan bir dükkanda yatıyorlar..dönüşte stada almıyor beni asker..girişler yasakmış..içeride annem var diyorum dışarıda bekle diyor..biz burada kalıyoruz diyorum inanmıyor..çünkü artık çoğu insan kalacağı yeri belirlemiş..biz ve birkaç insan dışında statta kalan kimse yok..

    seyyar fırın kurdular mısırlılar, ekmek çıkarıyorlar..zannedersem o günlerdi..değilse de bir şey fark etmez..sabah saat 6 falan..anadolu'nun yiğit delikanlı askerlerinden iki tanesi baş ucumuza gelmişler..biri diyor ki; "uyandıralım da sıcacık ekmeği verelim yesinler açlardır." diğeri diyor ki; "bence uyandırmayalım baksana ne güzel uyuyorlar, bi şeye sarıp sarmalayalım uyandıklarında sıcak yerler." bu ne güzel bir samimiyettir..bu ne güzel bir şefkattir..hazır asker demişken..(aç parantez)..ergenekon mergenekon ne varsa temizlensin orduda, yıllarca milletin anası bellendi..ama depremde her şeye rağmen o rütbeliler bile ellerinde kazma taşıdılar, o subayların eşleri yemek hazırladı bize, yardımcı oldular..yaralarımızı sardılar..giren girdi ama o subaylar sayesinde diğer ölü soyguncuları cesaret bulamadılar enkazlara girmeye..vur emri vardı..bu yüzden depremde bize ve tüm depremzedelere hangi askerin, subayın yardımı dokunduysa allah razı olsun hepsinden..heşke hep milletle olsalar..(kapa parantez)..

    küçük teyzem geldi sonunda..insanın yardımına koşan biri olduğunda huzur doluyor, korku nedir bilmiyor gözü..çadırlar, fenerler, erzaklar, kıyafetler...ne varsa ne bulduysa getirmiş teyzem yanında..diğer akrabalar da yağdırmışlar ne gerekiyorsa..kilo sınırı da yok çünkü deprem bölgesine yardım olarak geliyor..teyzem "burada kalınmaz artık" dedi..evet kalınmaz da nerede kalacağız ? çark mesire'ye..millet oradaymış..harbiden de millet oradaydı..5-6 sene öncesine kadar garip bi keçi cinsi vardı mesirede, onların kafesine yakın bir yerdeydi, kurduk çadırları..enteresan 2-3 gün..yağmur yağıyor, ıslanmamak için ne tatktikler.. bir yerden bir ses geldi: ya hu sizin bir halısahanız vardı !..ne halısahası ? sahibi olduğunuz bi halısaha vardı ya hani..harbiden lan bizim ekmeğimizi kazandığımız bir halısahamız vardı. ..kaç gün geçti ama halısahaya ne oldu diye bir soru gelmedi aklımıza hiç..hemen atladı gitti babam..halısaha da yıkılmış..yani yıkılmış derken kafeterya bölümü..saha duruyor ama kınalı macırları bütün mahalleyi kapatmış, bizim halısahamıza da parsel parsel kurulmuşlar..neyse, topladık eşyayı geçtik oraya..

    bağcılar belediyesi sağolsun yemek dağıttı her gün..tabi açgözlü şerefsizler her yerde..hemen iki kap fazla yemek için numaralara başvurmalar..yetim kalan kardeşleri sıradan dışarı atmalar..aman yarabbim..bir tarafta merhamet, bir tarafta zulüm..arasında 2 metre var..belediyeden bir abiyle samimi olduk..bize epey yardım etti..giyecek de verdi, yiyecek de verdi..bu arada halısahanın çimleri mahvoluyor..her çadıra 3-4 taş bağlanıyor sağlam durması için..millet gündüz evinde yemek yapıyor, tuvalete giriyor, eğleniyor, gece bizim halısahadaki çadırlarına yatmaya geliyorlar..birinin de evinde bir tanecik çatlak matlak yok....bunlardan bi tane puşt var, eski püskü bizim gibi kıyafetler giyerken bir baktık ki takım elbise çekmiş üstüne..allah allah..tam da mahalleye yüklü bir yardımın geldiği günün ertesi günü..meğer bu gavat muhtarla mı artık kiminle neyse anlaşmış, erzağı apartman kiralayıp yığmış stok yapmış..gelen nakit yardımları da cukka..dedikodu mu dediniz ? bir adamın yüzüne bunları söylediğinizde para çıkarıp size "bu da sizin olsun o zaman" diyip ibnece sırıtıyorsa bu iş pek dedikodu değildir gibime geliyor..sonra biz bu macırlarla kavga ettik, yine birkaç olay oldu da neydi hatırlamıyorum..ama bunlar haksız yani..onu hatırlıyorum..babamın yerinde olsam siktirin gidin derdim ama babam bir şey demedi..bi tek tuvaletin anahtarı bizde olduğu için kilitledik ve biz kullandık..dedem beni bunların çocuklarıyla konuşturtmadı, o yüzden atari oynayamadım..canım acaip sıkılıyordu..kitap falan bulabilene aşk olsun..avare avare dolaştım günlerce..bir gün bi abi geldi, babamı gazetede öldü diye yazmışlar..haber alamayan pek çok arkadaşı öldüğünü zannetmişler..

    günler geçiyor..ananemle dedemler kendi evlerinin oraya çadır kurmaya karar verdiler..biz de almanya'ya akrabaların yanına gidiyoruz..babam hariç..babam buradaki işleri tamamlayacak, öyle gelecek..neredeyse haftada bir istanbul almanya konsolosluğu'na gidiyoruz..vizeler işlemler.. çok değişik günlerdi..çok garipsemiştim o zaman gördüklerimi, yaşadıklarımı..biz yıkık dökük bir şehirden geliyoruz, karşımda güneri civaoğlu beyaz aşırtmanları çekmiş koşu yapıyor..

    halısahaya bizim köyden tankerle su getiriyorlar 2 günde bir..halam sürekli erzak getiriyor..halamın oğlu bir poşet veriyor bize..fotoğraf albümlerimiz..hani o binadan çıkarken alıp almamakta tereddüd ettiğim..allah'ım dünyalar benim oluyor..daha ilk günlerde bir punduna getirip çıkmış bizim odaya ve akıbetimizi bilmediği için "öldülerse hatıra olur" diye almış...arabayla bir yerlere gidiyoruz, evraklar, evraklar evraklar...eş dost ziyaretleri..insanlar birbirine dert anlatmaya çalışıyor..zor anlar..artık ölen öldü kalan kaldı..artık deprem şakaları başlıyor..doğaldır..biz bile depremle ilgili komik hikayelere gülüyoruz..ve haberler geliyor..ilkokuldan sınıf arkadaşım mine enkazda can vermiş. yeliz ile filiz yüzünden bana küsen mine ölmüş. "şerafettin amca bahçenden su içen var" diye bağırdığımız şerafettin amca..gördüklerinden, yaşadıklarından ötürü intihar etmiş..mehmet abi var mafya, babamın yakın arkadaşlarından, hiçbir şeyden gözü korkmazdı, depremden korkmuş. depremde ölen arkadaşlarını anlatırken anlıyorum..o betimlemeleri yaparken titriyor..

    almanya'ya gidiyoruz....ilk defa uçağa biniyorum..yıldızlara daha yakından bakacağım..rüya değil sanırım..almanya'da da çok hikaye sahibi olduk ama anlatmaya gerek yok bu başlıkta..küçük teyzemlerde kalıyoruz ağırlıkla..orada depremden ötürü geceleri uyuyamadım.. annem ve kardeşimle aynı yatakta yatıyorduk..karşımdaki gardrobun her gece üzerimize devrileceğini düşünüyordum ve buradan kaçış planları yapıyordum. günlerce uykusuz kaldım..akrabalarımızla kavgalar..annemle teyzemler küser..bir akşam onda bir akşam bunda kalırız..arkadan konuşmalar, dedikodular, incir çekirdeği bile dolmaz..neyin mücadelesini veriyor bu insanlar ? 3 ay önce kardeşiniz yeğenleriniz ölüyordu ve siz hüngür hüngür ağlıyordunuz, gördüğünüzde taş gibi sarılıyordunuz..üzüntüler..annem depremden önce hep bizim bir kere yurtdışında yılbaşı kutlaması görmemizi istediğini söylerdi..deprem vesilesi ile yılbaşı kutlaması da gördük..ama her gece bu ölü kokan, çamur kokan, hastalık bulaşmasın diye toplu mezarlara kireç dökülen, doğru düzgün elektriği suyu olmayan bu memleketi özledim..belki biraz nihat doğan kafasında olsaydım "benim koyunum bile farklı bakıyor" cümlesi 14 sene önce söylenmiş olurdu. gözümde tütüyordu adapazarı..ve hala burnumun ucunda karşı komşularımızın enkazdan çıkarılamayan cesetlerinin kokusu..

    dayanamadık, biraz da kaçar gibi atladık geldik memlekete..ev yok bark yok, çadır madır toplandı.. ne yapacağız ? karasu'da özsu sitesinde kalıyoruz..babamın arkadaşıydı sahibi..zaten babamın arkadaşı olmayan pek kimse yoktur..karadeniz kudurmuştu o sene, dalgalar dalgalar..tsunami diye bir kelimeyi biliyor olsaydık o zamanlar, inanın bir allah'ın kulu kalmazdı oralarda..ve full doluydu özsu..millet istanbul'dan kaçmış oraya gelmiş kalmaya deprem korkusuyla..afedersiniz çük gibi bir antenle gün boyu kanal bulmaya çalışıyorum..bir tek ntv ve atv çıkıyor..idare ediyoruz..boğucu, bunaltıcı, vaktin geçmediği günler..her gün palamut yiyoruz..iyi palamut yapmıştı o sene..yoğun telefon trafikleri, tekrar geri çağırıyorlar..elde başka seçenek yok, yine gidiyoruz..bu sefer okula başlıyorum..okulun ilk gününde ağlıyorum gurbet ellerde, ama bir türk'ü ağlarken görmesinler diye en arkalara geçiyorum..çat pat almanca ile sınıfın en başarılı öğrencisi oluyorum..dayak yiyen türkler'i koruyorum..bileklerimle falan değil, çat pat almancamla..almanlar seviyor beni, hiç bir türk'e sarılmadıkları gibi sarılıyorlar bana..sanırım insan olmak biraz da bu..2 kere deprem seansı yaptık..öğretmen bana o gün neler yaşadığımı anlatmamı, varsa çektiğimiz fotoğrafları getirmemi rica etti. ben de tolga diye bir türk arkadaş tercümanlığında insanlara yaşanılanları anlatmaya çalıştım..fotoğrafları gösterdim..hepsi üzüldü..yine boynuma sarıldılar..sanırım yine insan olmak biraz da bu..türkiye'ye geldikten sonra hiç bir devlet memurunun, öğretmenin, müdürün veya öğrencinin umurunda değildim..sadece bir başarı ögesi oldum.. elin gavuru resmen bağrına bastı beni..falanlar ve filanlar..babamı oraya alabilmek için annemin alman bir arkadaşı ile babama formalite evliliği yaptıracaklar..annem gençliğinde çalıştığı işyerinin patronu sayesinde iş buluyor, bana büro işi diyor ama bulaşık yıkıyor biliyorum..kardeşim yaramazlıktan haşaralığa, oradan da fırlama çocuk makamına erişiyor..annem çok zorlanıyor kardeşime mukayet olmada..ben de zorlanıyorum tabi..her gün vukuat..kindergarten'e götürüyorum, getiriyorum..türk kahveleri, türk kebapçıları, camiler..türklük'ün buluşma mecraları..ama beni hiçbir şey doyurmuyor..çoğu şey eksik benim için orada..kuzenlerim arkadaşlarım vs. çok boş..annem de dayanamıyor sonunda..15 sene çalışmaya ara vermiş bir kadın, hele de çalıştığı zamanlarda büro işindeyken bulaşık yıkamaya düşen bir kadın ne kadar dayanabilir bu işe ? aç da kalsak açık da kalsak o boktan şehre döneceğiz diyoruz, allah büyük..gitmeden önce okuldan kaydımı aldıracağım..öğretmen ve arkadaşlar çok üzülüyor gideceğime..resmen veda seremonisi yapılıyor..türkiye'de ortaokuldaki veda seremonisi ise bi tane piçten yediğim tokat olmuştu.

    türkiye'deyiz..dedemlerin çadırda kalıyoruz bir müddet..erzak taşımalar..su taşımalar..dedemin açtığı kuyuyu tuvalet olarak kullanmalar..korktuğum için yalnızca bir kere eve çıkabildim..karanlık, boğucu, garip günler..dayım diyor ki "evleri yıkıldığı için ben candanlar'a bir ev alacağım." merhum ananem "onlara alma bize al" diyor, ellem ediyor gullem ediyor kendine aldırıyor evi..kendi evleri sapa sağlam ayakta hem de..dayım da böyle bir adam, onları hayatta kıramazdı..bizi de çağırıyorlar aldıkları eve..el mecbur..gidiyoruz..elde avuçta sıfır..kurban bayramı yanılmıyorsam..giyecek bir şeyim yok..yardımlardan gelen şeyler ya bol ya dar ya bilmem ne...dedemler arayıp kızıyor "çabuk eve gelin bu saatte dışarda durmayın" diye..iş olsun diye..sırf fıtratlarından..eskiden beri böylelermiş..teyzemleri dayımları zevk olsun diye dövermiş dedem...bir aşırtmanla sweat beğeniyorum, 5 milyon tutuyor..yani şimdinin 5 tl'si..hiç unutmam..veremiyoruz parayı, çünkü o kadar para yok babamda..sadece üst alıyoruz, çakma nike yamuk yumuk sarı bir kazağımsı..kardeşime alamıyoruz..az eşyamız var, doğal olarak sık giydiğimiz için yıkamak lazım. ananem yıkatmıyor, çok su harcanıyor para çok gelir diye..kavgalar kavgalar..yediğimiz lokmanın hesapları..yemeyince kızıyorlar yiyince burnumuzdan getiriyorlar..aman allah'im, nasıl kavgalar, nasıl surat asmalar, ne ithamlar..şaşırırsınız..bu böyle olmayacak..enkazı kaldırdılar nasıl olsa, o halde baraka yapacağız arsaya..

    barakaya başlıyoruz, an be an her aşamasında bulundum..en son çatıyı koyup yattığımızı hatırlıyorum..tuvaletimiz yok..çok afedersiniz kovaya da hacet giderdiğimi bilirim..komşularda tuvalete giriyoruz..hepsinden allah razı olsun..bi konteyner geliyor, mutfak ve tuvalet onda..ortaokul...kardeşim de ilkokul...bakkal tevfik vardı ya hani, şu arabasından radyo dinlediğimiz, godoş herif utanmadan borç listesi asmış bakkalın kapısına..zaten pezevenk bir esnaftın, şimdi iyice ispatladın..bir de kuruşu kuruşuna istiyor..ölülerin borçlarını bile yazmış..babam görüyor bunu, 1 milyon 650 bin liraydı sanırım bizim borç, 2 milyon veriyor üstü kalsın diyor..halısahayı ortağa satıyoruz..para lazım..soğuklar, yağmurlar, fareler, sülükler...5.5 sene bu barakada kaldık..bunalımlar, minör majör depresyonlar, ayak sallamalar, obsesyonlar, sabaha kadar anamla babamın kavgalarını dinlemem hep bu barakadaydı..baraka 24 metre kare, konteyner 16..iki oda..birinde oturuyoruz, gece kardeşim orada yatıyor..diğerinde annem-babam ve ben.. 5.5 sene...dile kolay..buna rağmen neredeyse yapılan tüm sınavlarda, okul bazında, şehir bazında ilk üçteydim..iyi bir liseyi kazandım barakadayken..baraka aslında bereket de getirdi..ilk orucumu barakada tuttum. başlarda arkadaşlarımdan çekinmiyordum barakada kalıyoruz diye, ama birkaç arkadaşım alay edince ve bazıları da gösteriş meraklısı olunca, saplantılar, anksiyete bozuklukları başladı..derken gel zaman git zaman..adapazarı'nın en nezih muhitinde bir ev aldık. yıkılan binanın arsasını 4. kat komşumuza -halis amca öldü,oğlu enis abi'ye- sattık. sonra orayı da sattık.. yıkılan evin hemen karşısında bir eve kiracı olduk..4 sene de oradan barakayı izledim. sonra şimdiki ev...

    ben ve kardeşim hala gözlerimin önünde duran terastan çıktık, annemle babam şuradaki 30 cmlik boşluktan çıktı işte..şuradaydı..halit amca'nın kafayı yediği yer şurası işte..emircanlar'ın evinin oraya bakıyorum, ablası asuman oflu bi puştla evlendi, akepeli..yeşil alanı iskanda çevirtip eve dahil ettiler, yeni bina yaptılar..ellerinde patladı..ihsan abi ve hasan abi'ye bakıyorum..ihsan abi evlendi bu arada, 9-10 sene oluyor..tebrikleri bana gönderin ben ona ileteyim..hasan abi her zaman biraz çılgındı..ama her şeye rağmen onlar aynı yerdeler. aynı evde, aynı samimiyetteler..allah sizden razı olsun be abilerim..

    bir küçük tohumdan kocaman bir çınar ağacının çıkması gibi, bu 45 saniyelik olay benim hayatımı doğurdu adeta..8 saat sürdü bu yazı..hayat bu işte..bir ana yol var ve onun çevresindeki tali yollar..ama bakın yazıyı güzel sonlandırdım son düzlükte..bana göre, dönüm noktası 17 ağustos 1999 olan hayatım da güzel bir şekilde sonlansın inşallah.

    ama en son şunu söyleyeceğim; her türlü yanlış işine rağmen adapazarı'nda aşevi kuran ve helikopterle denetime gelen sedat peker'den de allah razı olsun. bir gram yemeğini yemedim ama yiyenler için helal olsun..sürprizi sona bıraktım: ben adapazarlı'yım ve doğal olarak sedat peker'in yeğeniyim.

    ekleme: çeşitli sebeplerden ötürü yazıdaki isimler değiştirildi, birkaç açıklama çıkarıldı.
    mevzu bahis akrabalardan herkes birbiriyle darıldı gibi. halamlar, teyzemler, annem, babam, kardeşim, kuzenlerim vs vs.. kimin kime küs olduğunu kompleks bir diagramla ancak açıklayabilirim.
    insanlar kötü günleri çabuk unutuyorlar. keşke yarın ölecekmiş gibi yaşayabilsek...
  • hala üzerinden "unutmadık" geyiği yapılan depremin olduğu tarih.

    "unutmadık" mış. neyi unutmadınız lan aveller ?
    açıklayın deyin ki ;

    -enkaz kurtarma çalışması sırasında kepçelerin yanlışlıkla kafa, kol, bacak kopardığını unutmadık.
    -dolgu alana bina yapıldığında o bina çöküyor bunu unutmadık.
    -bina yapımı sırasında malzemeden çalınınca da bina çöküyor bunu da unutmadık.
    -deprem sırasında cama, balkona, merdivenlere koşulmaması gerekiyor bunu da unutmadık.
    -deprem sonrasında en büyük sorunun iletişim problemi olduğunu unutmadık deyin.
    -deprem sonrasında bölgeye yardım edemediğimizi, durumun ciddiyetinden 3 gün sonra haberdar olduğumuzu unutmadık deyin.

    söyleyin olm tam olarak neyi unutmadınız ?

    senesi geldiğinde haberlerden, internetten o günü hatırlıyorsunuz.

    hala her deprem olduğunda kapıya, cama, merdivenlere şuursuzca koşuyorsunuz.

    bu tarihten sonra yaşanan her deprem faciasında bölgeye yardımı ulaştıramıyorsunuz.

    hala dolgu alanlara bina yapıp, malzemeden çalarak yeni binalar dikiyorsunuz.

    bas bas bağıran deprem haritasını görmezden gelip "ya hele bi deprem olsun bakarız" mantığıyla hareket edip, oturduğunuz binaları güçlendirmiyorsunuz.

    sonra gelip burada "unutmadık" diyerek riyakarlığın dibine vuruyorsunuz.

    biz unutmadık olm.

    kimiz biz ?

    hala ilk kez girdiği evde "deprem olursa nerede durmalıyım" acaba düşüncesiyle yaşayanlar.

    her sene 03:02'de bilinçsizce yerinden sıçrayarak uyananlar.

    enkazdan çıkarttığı 03:02'de durmuş olan saati hiç düzeltmeden, yeni oturduğu eve depremin ne denli büyük bir felaket olduğunu unutmamak, unutturmamak için koyanlar unutmadı.

    daha geçen hafta gözlemledim üniversite mezunu ve kendi konusunda uzman olan insanların 3, 4 şiddetli bir depremde bile deprem esnasında merdivenlere koşuşunu.

    sonra gelin unutmadık deyin burada.

    biz unutmadık olm. unutmadığımız gibi geleceğe de kaygıyla bakıyoruz. olası bir depremde ölecek binlerce masum için de şimdiden üzülüyoruz.

    siz unutmamaya devam edin.
  • 17 agustos'tan iki gün sonra dışişleri bakanlığının çağrısı ile atatürk havalimanına gitmiştim. sıra numarasına göre yurtdışından gelen yardım ekiplerinin yanına ingilizce bilen bir türk verip gönderiyorlardı. doctors without borders isimli kuruluştan bir doktor ekibi, tüm ameliyat malzemeleri ile gelmişlerdi. yunanlı 2 cerrah. bir iett otobüsü içinde tüm malzemeleri ile birlikte yalova'ya gitmemiz söylendi. akşam saatlerinde yalova'ya vardık. enkaz enkaz dolaştık, yardıma ihtiyacı olan bir yer aradık. sonunda bağımsız bir afet merkezi bulduk ve oraya gittik. bize bir yer gösterin yardım edelim dedik. "burada yeterince türk doktor var, yabancıya gerek yok" cevabını aldık her gittiğimiz yerden. 24 saat boyunca tüm yalova'da iett otobüsümüzle dolaştık amabir çok enkaz olmasına rağmen yardımımızı isteyen tek bir kişi dahi bulamadık. hepsi türk hekimlerine emanet edin bizi dedi. yunan doktorlar da bir süre sonra heveslerini yitirdiler ve iett şoforumuz ile kendilerini atatürk hava limanına geri bıraktık. organizasyonsuzluk, güvensizlik ve milliyetçilikten hoşlanmadığımı hatırlatan gün.
  • ömürlerden ömür götürmü$tür bu tarih..

    .8 sene önce bugün,
    enkaz altında ya$am sava$ı veriyorum.*

    .8 sene sonra bugün,
    elimde demli çay,kursagımda 8 yıldır yutamadıgım iki demir lokma *,* gökyüzünü seyrediyorum..

    her $eye ragmen..
    ya$amak,
    çok güzel $ey be sözlük..

    *
  • o zamanlar bir terzide çalışıyorum. az ötemizde de bir sucu dükkanı vardı. sucuda bir kız işe başladı günlerden birinde. sarı saçlı beyaz yüzlü bir kız.. aklımı başımdan aldı gitti. tanışmak istiyorum konuşmak istiyorum ama o zamanlar cep telefonu filan yok. durmadan günde 8-10 kez dükkana damacana su isteme bahanesiyle sucuyu arayıp duruyorum. bizim dükkan suyla doldu. bir rum göçmeni dükkan sahibi terzi bir de ben. adam söyleniyor.. "oğlum su isteyip durma nasıl içelim bu kadar suyu?" eski kartal marka bir arabası vardı. akşamları arabasına atıp gidiyor suları zaman zaman. ama her gün paylıyor beni su isteme diye. ne yapsın adamcağız "haftalıklarından keseceğim demeye" başladı. bir başka yol bulmalıydım. ne zaman sucu dükkanına gitsem illa gelen giden oluyor bir türlü konuşamıyorum.

    avcılarda evin karşı sokağında çay bahçeleri vardı. depremde hepsi göçtü gitti. şimdi yerinde villalar var. çay bahçesinde zaman zaman müthiş matineler suareler olurdu. bir akşam müslüm baba gelecekti. nasıl izdiham var anlatamam. arkadaşlarla sıra satıyoruz bileti olmayanlara. saatlerdir kuyruktayız. aa bir baktım emel.. sucuda çalışan kız yanında annesiyle girdi içeri rahatça. meğer annesi gazinoda tuvaletçiymiş. o akşam dedim ki illa benim içeri girmem şart. sıra satmaktan kazandığım parayla gittim bilet aldım hem de karaborsa. akşam girdim içeri nasıl izdiham. baba coştukça coşuyor sahil yolunu inletiyor. böyle bir atmosfer olamaz.

    hemen koştum tuvalet tarafına bir boşlukta. annesi kapıda bekliyor tabi emel nerede diye soramıyorum kadın eski jilet tayfadan iki dakikada çizerler beni. aaa kafamı bir çevirdim emel divan gibi bir şeyin üzerinde o sesin içinde kıvrılmış uyumuş. üçüncü sınıf türk filmlerindeki ajitasyon sahneleri gibi ama bu kez gerçek, tam orada karşımda.

    yaşım 18-19 ama nasıl sarhoşum. bir şeyler yapmam gerek o gün oldu oldu yoksa daha ilan edemem aşkımı. gittim tuvalete girdim yalandan, çıkınca da emel'in annesi kolonya tuttu bana dedim "ben kendim dökeyim". şişeyi düşürdüm yere bilmeden elimden kaymış gibi. hoop şişe yerde ama şansa bak tam kırılmadı. kenarından akıtıyor ama. tüh onu da beceremedik derken kadın bir sinir aldı şişeyi yerden içeriye gitti. tamam dedim oğlum dal içeri ilan et aşkını zaten dayak yesem de acımaz o an.

    gittim içeri uyandırdım. şaşırdı. dedim gün bugün ya allah. bir döküldüm sorma. emel tek bir şey bile demedi. baba nasıl coşuyor dışarda anlatamam inliyor her taraf. sahil yolu öyle atmosfer görmedi. orada olan varsa hatırlar. evlerin balkonları, çatılar, ağaç tepeleri sanki üzüm asması gibi her yerden insan taşıyor.

    emel konuşmadı öyle bekledi. baktım kısa süre bende ona öylece. çıktım gittim sonra annesi gelmeden. koridorda ilerleyip gazino bahçesine yaklaştıkça ses nasıl artıyor anlatamam. nasıl sabaha vardık ne ara uyandım bilmiyorum. sahilde çimenler üzerinde uyandım. aylardan mayıstı. üşümedim çok. arkadaşlarımın her biri ayrı yerde sızmış ama arkadaşlar iyidir.

    hafta başı dükkana gittim. siparişleri paketliyorum ama bir yandan da kafam karmakarışık su istesem ayrı dert istemesem ayrı dert. aaa bir baktım emel geldi dükkana elinde sarı bir etek. bana baktı ama ne bakmak.. yok yok bakmadı beni tornavidayla oydu sanki. eteği gazinodan bir kadın vermiş "bana göre yapılır mı" dedi. "usta yok ölçü almak lazım" dedim. "sen alsan olmaz mı" dedi.

    cumartesi gecesinden bahsetmiyor hiç. acaba rüya mı gördüm? içkiliyim diye kafamda mı kurdum? bel ölçüsü alıyorum mezurayla ama yalan yanlış. ilk kez böyle yakınımda. kokusunu içine çektim. mezurayı tuttu. durdurdu beni ve aniden sımsıkı sarıldı. boynunun kokusu hala aklımda. hiç unutmadım o günü o anı.

    ilk aşkımdı o benim. beraber yürüyorduk, beraber öğlen yemeği yiyorduk, beraber pastanede tatlı yiyorduk. izin günümüzde beraber kadıköy'e, beyoğlu'na gidiyorduk. mutluyduk lan. koca dünyada iki genç aşık vardı bir kenarda ama mutluyduk.

    günler günleri kovaladı koca bir yaz ne güzel geçiyordu anlamıyordum bile. sana muhabbet kuşu almıştım ilk buluşmamızda onu verecektim. sabah işe gideceğim diye saat gece 12'yi geçerken yattım o akşam. birkaç saat sonra müthiş bir gürültüyle uyandık. duvarlar çökmüş kapıyı bulamaz haldeydik. zor bela evden çıktık. yüzüm gözüm şiş, kollarım da ezilmeler var. üzerime annemin duvara dikine dizdiği halılar devrildi zor kalkıp çıktım altından. nihayet dışardaydım. sanki 5-10 dakika sonra her şeş geçecek gibi hissediyordum. sokakta yürüdükçe yıkılan binaları gördükçe aklım başımdan gitti.

    ailem panik halinde bir yere gitmeme müsaade etmiyor ama dinlemedim.. alt sokağa vardım bir fırsat.. belki emel'i görürüm diye. sucunun olduğu bina yıkılmış sanki biri almış başka yere taşımış gibi bina temeline doğru çökmüş. evlerine doğru ilerledim. az daha yürüdüm. binanın ucu gözüktü ama gözükmemeliydi oysa. bu bina daha geride bakımsız küçük bir binaydı. öne doğru yatmıştı bina.. devrilmişti sokağın ortasına doğru. emel oradaydı ya da gazinoda uyumuştu belki de. ölmemiştir dimi? gazinoda geç saatlere kalınca orada uyuyordu bazen. sabaha annesine temizliğe yardım edip sucuya geçiyordu çalışmaya. emekçi kızdı emel.. şimdi pek yok öylesi. gazinonun olduğu yere indim. denizin suyu kaplamış sahili. masalar sandalyeler yüzüyor kıyılarda. taşmış her yer, çamur, yosun balçık... sanki batmış gazino gölün içinde kalmış gibi.

    o gün göremedim emel'i. kimseye bir diyemedim, soramadım. bakındım bulamadım. bir daha hiç göremedim. enkaz çalışmaları yapıldı ama emel yoktu. annesi de yoktu. herkese ulaştılar ama birkaç kişinin akıbetini hiç öğrenemedik. bunlardan biri de emel'di.

    annesini gazinocular borçlandırmış fırsat bu fırsat kaçtılar diyenler oldu. aslen göçmenlerdi arayan soran yoktu sahipsiz kaldılar kimse ilgilenmedi üstlerine yeni bina yapılmıştır diyenler oldu. nasıl da kolay dediler bunları.. bir daha emel'i hiç göremedim. o kadar göremedim ki bazı geceler acaba hiç böyle biri yoktu da ben mi kafamda kurdum diye düşündüğüm zamanlar bile oldu. onla gittiğimiz her yere onsuz da gittim. insanların yüzlerine bakmaya başladım belki denk geliriz diye. hafızasını kaybetti bir gün gelir diye düşündüm bazen de.. gelmedi, dönmedi. sonraları ölmüşler dediler ama kesin bilgi bulamadım. can pazarı vardı etrafta. bizim sokakta herkes komşuydu, hatta bazıları akrabaydı ama kimse kimseyi tanımıyor gibiydi. herkes kendi canının derdine düşmüştü.

    emel'i bir daha hiç görmedim, akıbetini öğrenemedim. ama biliyorum emel öldü. ölmese gelirdi. kesinlikle gelirdi, yine sarılır birbirimizin yaralarını sarardık sahil kenarında..

    kaç sene geçti be emel baksana. acaba nasıl olurdu senle geleceğimiz? sık sık anıyorum seni. eski mahalledekiler önce öldü dediler, birkaç sene sonra "enkazdan da çıkmadılar kesin kaçtı bunlar" dediler, ben hep öldü bildim seni çünkü bilirim, yaşıyor olsan gelirdin. ama yaşıyorsun, iyisin ve gelmedin diyelim.. yine de bir şey değişmez ki, seviyordum seni. gelsen de gelmesen de seviyordum.

    her neredeysen ne haldeysen bil ki seni hiç unutmadım.
  • şu sıra herkes elazığ depremi için yardım toplayıp götürmeye çalışıyor.
    özellikle giyecek yardımı yapanlar bana 99 depremi sırasında olanları hatırlattı.

    99 depremindeki yardımlara neler olmuştu?
    benim gördüğüm kadarıyla çoğu yerine ulaşmadı.
    öyle garipti ki ortam.
    - bir kere, deprem koordinasyona gönüllü olan pek çok kişiyi almadılar. niye almadıklarını kimseye açıklamadılar. gelen yardımlar koordinasyon merkezince dağıtılıyordu. buzdolapları bile vardı gelenler arasında...
    - giyecekleri ekim ayında bir caminin bahçesinde yığılı halde gördüm. yağmurun altında çürüyorlardı. kimsenin dağıttığı yoktu.
    - ihtiyacı olmayan pek çok kişi nevresim, battaniye gibi yardımları aldı. evet deprem bölgesindeydiler ama ihtiyaçları yoktu. maddi durumları gayet iyiydi ve zarar da görmemişlerdi. ama inanılmaz bir şekilde, 'biz almasak başkaları alacak.' diye bir sürü şeyi aldıklarını gördüm. yorganları hiç unutmuyorum. ihtiyaç duyulmadığı halde, gelen yorganları alan o insanları.
    - of, yetkili bazı kişiler, yapılan prefabriklere yerleştiler. çok lüks prefabrikler vardı. evleri hiç zarar görmediği halde, yakıt, yemek gibi masrafları olmayacağı için bunlara yerleşmişlerdi. üstüne, verilen bağışlardan oluşan yemekleri beğenmedikleri oluyordu, bu salam niye fıstıklı değil diye şikayet gitmişti yardım merkezine. salamlarda fıstık olabileceğini o dönem öğrendim. her türlü saçma şikayet bu tür kişilerden gidiyordu.
    - ben il dışına çıktıkça insanlar, deprem bölgesine götürmem için giysi veriyordu. ama verilen giysilerin çoğu, kendi giymedikleri, eskimiş şeylerdi. gerçek ihtiyacı olanlara o giysileri vermeye ben utanırdım. ama bunu kimseye anlatamadım. onlar iyilik yaptıklarını sanıyorlardı.
    - gerçekten çok zor durumda kalmış olanların çoğu hiçbir yardımı kabul etmedi. hiçbir sıraya girmedi, ortalarda görünmediler. ilk şok günlerinden bahsetmiyorum elbette. o günler, herkes dayanışma halindeydi.
    - deprem sonrası burslarından bahsetmek lazım bir de... pek çok vakıf deprem bölgesindeki öğrencilere öncelik tanıdı. iyi bursları alan bu insanların maddi durumu cidden iyiydi. alınan burslarla ne yapacağını şaşıran, ekstra alışverişe çıkan çocuklar gördüm. dayanamayıp, niye başvurduğunu sorduğum biri klasik cevabı verdi: biz almasak yine ihtiyacı olmayan başka biri alacak. en çok o burslar içim yanmıştır deprem döneminde. aklım almıyordu. bunlar, normal hayatlarında 'iyi' insanlardı. ama bu yaptıkları?

    açıkçası .ben de çok yardım teklifi aldım. depremzede olmanın adı yetiyordu pek çok ortamda. üstüne, gönüllü çalışmaya başladıktan sonra, yardımların en kolay ulaştığı bölgelerde bulunuyordum.
    her teklif reddettiğimde enayi olma bakışını hissediyordum. enayi olmak... ya alsam mı tereddütü sadece bu bakışları görünce oluşuyordu. ama ne yapacaktım yeni nevresim takımını allah aşkına? ya da teflon tavaları? hiçbir şeyim depremde kaybolmamıştı ki...

    son not da kızılay hakkında.
    depremden önce kızılay'a çok bağışta bulunmuş biriyim.
    depremden sonra tek bir kuruş vermedim.
hesabın var mı? giriş yap