• bir muhalif olarak diyebilirim ki tarih tekerrür içeriği ile yine manipülasyonun kralına imza atmış video kanalı. bak bir yayın organının bu ülke için yapabileceği en kötü propaganda, kendi çapında eleştirel bir durum tespiti yapıyormuş gibi görünüp, izleyiciyi "coğrafya kaderdir", "bu ülke zaten böyleydi, değişmez" gibi arabesk masallara inandırmaktır. bu topraklarda onlarca medeniyet doğdu, öldü [1], elbette her türlü sorun eskiden de olduğu gibi aşılabilir. ama amaç hem geçmişin hatalarını, hem de bundan sonrakilerin kısa vadedeki muhtemel başarısızlıklarını temize çekmek ise elbette tam da böyle bir kurgu yaratırsın.

    ali babacan, 2002-2015 yılları arasında tam 13 sene bakanlık yapmış bir arkadaşımız. bu şahsı yaşanan başarısızlığın dışında bırakmak için o kadar kasmışlar ki, izleyince 2002-2015 arasında devlet kurumlarında hiç yolsuzluk yaşanmamış, fetöcü şirketler hiç ihale kazanmamış, bu ülkenin en stratejik kuruluşları bedavaya peşkeş çekilmemiş zannediyorsun. o "dolar bolluğu", mesela türk telekom gibi kritik bir altyapı sağlayıcısının iki senelik karına "özelleştirildiği" için gelmiş olmasın? bir tane özelleştirmeden bahsetmeden son dönem türk ekonomisini nasıl tartışabilirsin? iş adamları o dönemler türkiye'yi çok seviyormuş. e adama 3 kuruşa arsa satıp, sonra üstüne 50 kat inşaat izni çıkardığın için olabilir mi? bu adamın ekonomi bakanlığı dönemi, akp'nin bu döneminin, mevcut yandaşların veya şu anda kaçak olan zengin fetöcülerin temelinin atıldığı dönem değil mi? neden her şey kendi kendine oluşmuş, güzel bi politika izlenmiş o yüzden birden para kazanmışız gibi anlatıyorsun? hani kurumlar o zaman işliyordu, başbakan tek başına karar almıyordu, bakanlar falan vardı. e demek ki o bakanlar yapmış bunları, neden hiç bahsetmiyoruz bunlardan? bir şeyler satıp sonra o parayı inşaata gömüp birilerini zengin etmek mi o müthiş "ekonomi başarısı"?

    suriye'nin kuş uçmaz kervan geçmez çöllerinde milyar dolarlar kaybettik, milyonlarca göçmen aldık. neden videoda mesela ekonomimizin canına okuyan bu müthiş "stratejik derinlik"ten hiç bahsetmiyoruz? bi dışişleri bakanımız vardı o icat etmişti bunu, şam'da namaz falan kılacaktı mesela? videoyu beğenen arkadaşlar gece gündüz suriyeli göçmenleri krizden sorumlu tutuyorsunuz, videoda neden yok bu konu, unuttuk mu bunları? yok, mamamız kesilmesin.

    keza aynı şekilde, son 20 sene kesinlikle fetö bağlamından uzakta değerlendirilemez. video burayı öyle bir atlıyor ki aa kemalist rejim yıkılmış gülenist rejim kurulmuş türkiye'de, kim kurmuş, nasıl kurmuş, o zamanlar kimler varmış yönetimlerde, bunlar yok. neden yok? çünkü bu konuya girersen, e asıl paraların kaynağı, müthiş kurtarıcımız deva partisi'nin beyleri ile aramız bozulur, tadımız kaçar. bu konulara girecek cesaretin yoksa, o fotoğrafı çekmeyeceksin, fotoğrafın bir kısmını eksik bırakmayacaksın.

    neyse arkadaşlar daha da yazmaya üşeniyorum, özet olarak benim hayalimdeki muhalif tavır bu değil. bu bir aklama videosu. türkiye'nin geleceğini kurtarmak istiyorsak akp ile gerek yandaş olarak, gerek muhalefet olarak aynı gemide bulunmuş herkesin demode olacağı bir politika icat etmemiz gerekiyor. ancak bu tarz propagandalar sonucunda, korkarım ki gençler 1) zaten yapacak bir şey yok diyerek oy kullanmaktan ya da bu ülke için çaba göstermekten tamamen vazgeçecek, 2) akp olmayan ama akp'nin farklı formlarına oy verecekler, sonuç olarak da bir 20 sene daha kaybedeceğiz, birileri daha çok zengin olacak ve düzen yine değişmeyecek.

    [1]: https://tr.wikipedia.org/…i/türk_devletleri_listesi

    edit: buyrun arkadaşlar, adamın altında tertemiz yorumu var. daha ne desin: https://ibb.co/3s3pv5t
  • fayton belgeseli, adeta imamoğlu'nu karalama kampanyası olmuştur.

    koray denen faytoncu arkadaş, çok iyi bir insan olabilir. atlarına müthiş bakıyor da olabilir. çok vicdanlı da olabilir.

    yalnız bunları söylerken videoda etyen mahcupyan gibi, geçmişteki sözde liberal çıkışlarıyla şu an bu durumda olmamızın temel taşlarını döşeyen bir adam konuşturulup, bir de demokrasi ve özgürlük, mücadele timsali olarak gösterilince insan acıyarak izliyor videoyu.

    evet adadaki atlar ne oldu? bunlar takip edilsin. lakin bilmem kaç derecelik eğimle yaz sıcağında durmadan çalıştırılan atlar daha mı iyiydi?

    buna bir düzenleme getirilseydi deniyor. ulan ne düzenleme getireceksin? her plaka günde 5 turdan fazla yapamaz dediğinde o atları o kadar işkence ile çalıştıran adamlar ahırında çok mu iyi bakacaktı?

    ayrıca videoda bir abla var, atlar için neyin doğru olduğuna kendileri karar verdiler sanki konuşmuşlar gibi diyor. ulan onlar karar veremiyorsa sen nasıl veriyorsun? onlar konuşamıyor da sen atlarla mı konuşuyorsun? at mıydın ablacım sen? atlar için doğru olanın ne olduğuna sen nasıl karar veriyorsun? veteriner misin? hayvan psikoloğu musun?

    onun dışında sürekli orada bir grup insana bir saldırı var ve o platformlardan tek bir tanesine dahi 10 saniyeliğine bile bir söz hakkı verilmemiş ve buna belgeselcilik, habercilik falan deniyor. bu bildiğin itibarsızlaştırmak ve linçtir aslında. hiç söz hakkı vermeden, bir tarafın sürekli saldırmasına çanak tutmak ve bu saldırıları söz hakkı doğanlara mikrofon uzatmadan romantikleştirmek.

    adanın bir kültürü vardı atlardı falan deniyor. güzel kardeşim, anadolu'nun da kan davası, berdel, ölen kişinin karısını kardeşinin alması gibi abuk subuk kültürleri var. napalım yani? onlara da mı yol verelim? böyle salakça bir şey olabilir mi? bir kültür bir canlıya kasten zarar veriyorsa sikmişim o kültürü. ayrıca adanın o kültürü zamanında adada 1000 kişi yaşıyorsa, şu an on binlerce kişi var. 1000 kişinin 10'u fayton kullanırkenki durumla şu an bir mi beyninizi siktiklerim.

    lan adada fayton denen şey yüzünden yürüyemiyordun. temiz hava alayım diye gittiğin yerde tezek kokusundan başka bir şey hissedemiyordun. faytoncular sen yolda yürürken seni ezmek pahasına araç sürüyorlardı ki, aşağı inip bir grup daha alsın. bunları düzenlemeye kalksan, 10 atın 2si kalana kadar öldürürler. aç bırakırlar, kasten hasta ederler ve öldürürler. zira zaten vicdanı olan faytoncu o hareketleri yapmaz.

    bir de şu "avrupada da var fayton" romantizmi yapan gerizekalılara şunu söylemek istiyorum. hayatınızda oralara hiç gittiniz mi? ben gittim. o hayvanların tur yaptığı yer, istanbul sahil şeridi kadar düz, ve o atlar hayatınızda görmediğiniz kadar bakımlı ve heyyula gibi atlar. bizimkiler gibi zayıflıktan ruhunu teslim edecek tipte değiller. 190lık adam üzerinde küçük hüsamettin gibi kalıyor. aradaki dayanıklılık ve parkur farkını düşününce, argüman çok salakça oluyor bilin isterim.
  • “iyi kötü bir utanma duygumuz vardı. yüzümüz kızarırdı, utanırdık. siyasetçiler de... yani geçmişteki siyatsetçiler çok mu düzgündü? rüşvet bilmem ne falan filan. oo, çok olurdu. yakalandıkları zaman hesap vermeye zorlandıklarında utanırlardı. yüzleri kızarırdı, istifa ederlerdi. bu kurulan rejimin özelliği artık hiç kimsenin iradesi kendi elinde değil bir başkasının iradesine bağlısınız; bu, kurulan rejimin özelliği. istifa mekanizması yok. o sadece sizi affedebilir, görevden affedebilir.”

    nesrin nas, (140journos, tarih tekerrür)
  • ya devlet başa videosunda jitemin köylüleri dağıtışından önce, suratı tamamen kapalı ve megafonlu teröristlerin köyde miting yapar gibi örgüte insan topladığı ilk kısmı koymayı unutmuşlar sanırım. insan algılarıyla oynuyorlar, izlerken hipnotize olmayın. gören de doğuda karakollar basılmadı asker otobüsleri durdurulup kurşunlanmadı sanır, öyle bir anlatıyorlar ki. pardon işgal ettiğimiz için ülkenin doğusunu dememiz lazım sanki. hahahaha.
  • startup gibi iyi çıkış yakalayıp sonradan satın alınmış gibi duran platform.
    2018-19'larda yakaladığı prestiji birileri için cömertçe harcıyor gibiler. bedeli karşılığında tabii. kimsenin kara kaşına gözüne harcamıyorlardır herhalde.
  • ülkenin geldiği durumda özgür habercilik halkı bilgilendirme eski dosyaları açma efendim arşivden görüntüler gibi zırvalık olamaz. yaklaşık 10 yılda ilmek ilmek işlenen, tamamı ele geçirilen medyayla başarıya ulaşan ''plan'' son on yılın da özeti esasında. ülkedeki tüm taraflar sağ olsun sol olsun ya da politikayla hiç ilgilenmeyen taraf olsun bunlar yankı odalarında yaşatılıyorlar medya ve sosyal medya sayesinde. ahaber nedir allasen nasıl da yalan dolan haberler.. e halk tv yi açıyorsun orada da yalan olmasa da ultra arttırılmış gerçeküstü pompa haberlerle strese sokuluyorsun. peki ya diğer kanallar? bir iki tanesi kontrollü muhalefet onun dışındakiler ''strese sokma / korkutma / mantığı alıp götürme'' üzerine haberlerle ve programlarla devam ediyor. sürekli cinnet geçirenler, ailesini darp edenler katliam yapanlar yani eski tabirle 3. sayfa haberciliğiyle toplum bilinçli bir şekilde engelleniyor. sadece korksun stres altında haline şükreder hale gelsin evine evinden işine devam etsin çok bakınmasın ve benim derdim bana yeter'' den fazlasını düşünemesin. bunun sonucunda ne oluyor ''bana dokunmaya yılan bin yaşasın'' yaşıyor işte buyurun

    kısaca geçiniz. ülkede bilmenizi istemedikleri hiçbir şeyi bilemez göremezsiniz. özgürlük falan yok kafana göre belgesel vs sunamazsın halkın ilgisine.. bilmenizi istedikleri kadarını yine kendilerine yontarak hazırlar da öyle izletirler. kolay gelinmedi bugünlere üçbeş heyecanlı youtube kanalının bir belgesel kanalıyla halkı bilinçlendirmesine göz yumarlar mı?

    bu 140j kanalı düşünüldüğünde ortaya bir gerçeği çıkarmıyorlar zaten değil mi? yaşanmış üzerinden yıllar geçmiş olayların ''bilmemizi istedikleri kadarını'' anlatıyorlar. şu olmuştu bu olmuştu.. eski haber yani geçmiş olsundu..
  • faytoncu videosunu izledim. iş modelinin hype yaratacak içerikleri, hakkında yorum yaptıracak (bakınız şu anda bunu yazıyor olmam gibi) şekilde anlatmaları olduğunu anlıyorum. iyi de güzel kardeşim, bu atlat ne zamana kadar kalacaktı adalarda? karşında 17 milyon olmuş şehir, her gün binlerce turistin aktığı bir yer haline dönüşmüş adaların kültürel değerleri aynı mı kalıyor da faytonlar kalacak? o zaman kadıköy’e de koyalım fayton orda da eskiden varmış, bu mantıklı mı?

    kararın yarattığı “tali” sorunları gözardı edelim, seçtiğimiz başkanı körü körüne destekleyelim hiç eleştirmeyelim de demiyorum ama bunun da normalleşmesi için biraz zamana ihtiyacımız yok mu? bütün demokratik sistemlerimiz oturdu, her bir yanını restore ettiğimiz bir toplum düzenine geçtik ve ince ayarları yapıyor olsak hadi neyse. hepsi olacak, adım adım.

    faytoncu abiye bir çift lafım var. işini süper yapan, hayvanlarına bağlı, koruyan, kollayan bir adama benziyorsun. bunu beyanına dayanarak ve dış görünüşüne aldırmadan söylüyorum. fakat başkasını sırf piercingli dövmeli vs diye hipi entel dantel vs diye yaftalayarak söylediklerinden hedef saptırman, onu bu konuda söz sahibi olmayan bir insan yerine koyman hiç doğru değil. çünkü aynı şekilde “lan tipe bak, bu mu atları seviyomuş hadi lan!” dese aynı şeye geliyor.
  • ulan video yükleneli 5 dk. olmuş video 30 dk ne ara izlediniz de ne ara efsane video olduğuna kanaat getirdiniz.
  • herhangi bir insanı yargılarken, hakikat ve adalete ulaşmak gibi bir derdiniz varsa, kendi görüşünüzün yanlışlanabilirliğini sağlamak için aleyhinize olan delillere karşı daha dikkatli bakmakla mükellefsiniz. yani o insan hakkındaki genel kanaatiniz her ne ise, özellikle sizin o insan hakkındaki tutumunuzu yanlışlayabilecek, aksi yöne işaret eden delillere odaklanmak ve hakkaniyetle ele almak zorundasınız.

    bir başka deyişle, mesela benimle tartışırken eğer gerçekten bir muhakeme yürütmeye hevesliyseniz, benim sizin düşüncenizi değiştirme ihtimalimin mevcut olması gerekir. yani doğru bir muhakeme ile gerçek bir yargılama yaptığınıza önce kendinizi ikna etmelisiniz, bunun için de fikrinizi değiştirmek için açık kapı bırakmalısınız her zaman. savunma hakkının bir anlam ifade edebilmesi buna bağlı.

    mevzuya girmeden önce şunları not düşmeyi önemsiyorum: insanın bir "dava" kafasına girmesi, bütün hayatını belirli bir inanç grubunun parçası olmakla anlamlandırması, kaçınılmaz bir şekilde hakkaniyetten taviz verme riskini doğurur. herkesin çok sıkı bir şekilde gruplaştığı bir toplumda, yani henüz toplum olmayı tam olarak başaramamış bir toplumda, sen de kendini bir grubun içinde bulmak, bulamazsan kendi küçük grubunu oluşturmak zorundasın, bu durumda kaçınılmaz olarak hakkaniyetten taviz görme tehlikesi baş gösteriyor, aidiyet hissettiğin gruba karşı tarafsızlığını yitirmeye meyilli oluyorsun. bu risk, sosyalizm ve feminizm dahil her türlü görüşün bir "dava" olarak benimsenmesi halinde ortaya çıkıyor gayet. o yüzden doğru muhakeme ilkeleri dışında herhangi bir konuya dair fazla ve kesin inançlı olmak, her zaman şüpheyi hak eder. ama işte bu yüzden insanın önündeki belki de en büyük mesele, bir "dava" kafasına girmeden örgütlenmeyi başarabilmektir.

    şu da var: hayatı boyunca kendisini işkenceyle mücadeleye adayan bir doktor, muayene ettiği hastalarda öncelikle işkence görmeye meyyal olabilir. aşırı bir titizlikle davranabilir, bulguları işkence olarak yorumlama dürtüsü farkında olmadan ağır basabilir. hele ki karşısında işkenceyi görmemeye, soruşturmamaya, cezalandırmamaya meyyal bir devlet geleneği varsa. on yıllardır polisiyle savcısıyla, doktoruyla hakimiyle el ele işlenen ve üstü kapatılan binlerce işkence dosyasını incelemeye kafayı takarsanız, mesleki deformasyon yaşayabilirsiniz. bir meseleyi dava haline getiren insanlar, o meselenin gündem olmasını ve dile getirilmesini sağlarken, kendi hakkaniyetlerinden taviz vermemeyi başarmak zorundalar.

    benim bir davam yok, şebnem korur fincancı'yı da şahsen tanımıyorum, ama kendisi ile temel bazı konularda ortak dertlere sahibim. ve yukarıda yazdıklarımı hesaba katarak, yani 140journos'nun "adnan" videosuyla şebnem korur fincancı'yı lince girişen kitlelerin düştüğü hataya düşmemek, ve olumlu önyargıya sahip olduğum bir insan hakkında mümkün olduğu kadar tarafsız bir şekilde muhakeme yürütmek kaygısıyla oturdum izledim videoyu.

    ve gerçekten ilk düşündüğüm şu oldu: 140journos'dan bu kadar rezil bir iş beklemiyordum.

    bu ülkenin yargı mekanizması hakkında birazcık bilgisi olan herkes, bir örgüt davasında tek taraflı başvurulan bir uzman mütalaasının, hele ki sanık lehine bir adli bilirkişi raporunun ne kadar ciddiye alındığını, daha doğrusu alınmadığını bilir. zaten yazılı hukuka göre de bilirkişi raporu kesin delil değildir, kesini bırak delil bile değildir diye tartışılır hatta doktrinde, sadece bir delil değerlendirme aracıdır. mesela olay yerinde bulunan kan delildir, bu kanın neler içerdiğini bildiren bilirkişi raporu ise bu delile yakından bakmak için başvurulan bir gözlüktür. ve hakimi bağlamaz. yazılı olmayan hukukumuza göre de, hele hele devlet bir örgütü bitirme iddiasıyla davayı yürütüyorsa, hele de mahkemenin atamadığı, tarafların bireysel olarak başvurduğu bir bilirkişinin raporu ise, maalesef hiç bağlamaz.

    bilirkişi hakimin yerine geçerek hüküm vermez veremez, bir kişide tespit edilen muayene bulgularının, beyanları ve öyküsü ile birlikte işkenceye işaret edip edemeyeceğine dair kendi uzmanlık alanından bilimsel bir görüş verir sadece. ama hakimin kararını bağlamaz, hakim bir başka bilirkişiden tekrar rapor isteyebilir. işkence iddiasının kabul edilmesi halinde bile, bu tek başına davayı düşürebilecek bir şey değildir zaten, sadece işkenceye bağlı olarak elde edilen deliller hukukiliğini yitirir ve hükme esas alınamaz. mahkemenin yeni delilleri re'sen araştırması her zaman mümkündür, hakim bitti demeden bu iş bitmez.

    yani hiçbir ek delile, bilgi ve belgeye ihtiyaç yok bu son "adnan" videolarıyla ilgili hükme varmaya. yıllar süren bir örgüt davasında, bu korkunç karanlık yapıyı gerçekten bitirmek isteyen bir devlet, solcu feminist bir kadının raporu yüzünden bunu yapamadı he mi? 40 yıldır piyasada bulunan bir örgüt, yüzlerce binlerce kadına tecavüz ederken, tek başına sosyalist feminist bir kadın yüzünden kimse bu örgüte bir şey yapamadı, devlet bu kadının karşısında diz çöktü? yıllarca bütün ülkenin gözü önünde yüzlerce kadını kendi kafasındaki fantezi formuna sokmak için aynı tornadan, aynı cerrahların elinden operasyonlardan geçiren bir adama karşı, bir bilirkişi raporu yüzünden savcılar hakimler çaresiz kaldı? sdkfsjlkdjslfksjdlksxçcövmxçcvmzcxxxzj100'^+%&/((=)=?. random harflerle corpus iuris civilis yazana kadar gülünebilir buna. ve hiç gülemiyorum.

    140journos olarak eğer bir yatırım almışsanız, o yatırımdan bir hukuki danışmanlık bütçesi ayırsaydınız böyle sefil bir kurgu yerine belki daha ayakları yere basan bir araştırma ve muhakeme yürütebilirdiniz, daha sofistike bir gündem yaratabilirdiniz. yok eğer hiç para almadığınız halde, yıllardır oluşturduğunuz itibarı kendi ellerinizle iki paralık etmeyi başardıysanız, lütfen bildirin bu senenin darwin basın ödülünü hak ediyorsunuz. mahkeme dosyalarından ses kayıtlarına erişim imkanınız var madem, gerekçeli kararı koysaydınız ya ortaya, acaba ne için cezaya hükmedememiş hakim? şurada dosyanın bütün safahati yazılmış.

    2000-2018 yılları arasında bu örgütte bulunan, yani şebnem korur fincancı raporunun üstünden 12 yıl daha örgütte faaliyet gösterdiğini itiraf eden, kim bilir bu yıllar boyunca kaç tane tecavüze aracılık etmiş veya bizzat katılmış bir tanık, kalkmış diyor ki "ben burada karşınızda duruyorum işte, bu kadın olmasa ben burada durmayacağım ki". bu kadının verdiği rapor yüzünden maalesef 12 yıl daha bu tecavüz örgütünde faaliyette bulunmaya devam ettim diyor yani. ahahahahahah. ciddi ciddi bunu söylüyor bir yerde: "bu kadın olmasa şu an bu örgüt olmayacaktı."

    bakın hukukçu olmanıza da gerek yok, bu cümleyi duyduğunuz zaman refleks olarak "e yuh artık" demeniz gerekiyor, eğer bu ülke hakkında gerçekten doğru düzgün bir fikriniz varsa. birileri sizinle çok feci dalga geçiyor, bana güvenin. "hesabınızdan terör örgütlerine para aktarıldığını fark ettik, neyiniz varsa hemen bize getirin" şeklinde bir telefonla dolandırılmaya çok müsaitsiniz.

    hele hele, ilk soruya bak: "işkence atlası kitabınız ile adnan oktar'ın yaratılış atlası kitabı arasında bir bağ var mıdır?" yuh, puslu kıtalar atlası ile de bağı olmalı, onu niye sormadınız? ihsan oktay anar'ı da çağıralım, çapraz sorgu lazım. bulabildiğiniz bütün tarih ve coğrafya atlaslarını da getirin.

    en temel ilkelerden biri olan suçun şahsiliği ilkesini çöpe atan ikinci soru: "adnan oktar örgütüyle aile bağınız olduğu iddia ediliyor". kadın diyor ki "kızım 2016’da evlendi, daha sonradan eşinin bu nedenle görüşmediği bir ablası olduğunu öğrendim." yani söz konusu bilirkişi raporundan 10 yıl sonra evlenen kızının eşinin ablası örgüttenmiş ve görüşmüyorlarmış zaten, aile bağı dedikleri bu. rezilliğin bini bir para gerçekten.

    hayatı boyunca işkencenin nasıl engellenebileceğine dair iki dakika bile kafa yormamış insanlar, hayatını işkenceyle mücadeleye adamış, bu uğurda kitaplar yazmış insanların ulaştığı bilgi birikimine sahip olamayacağını zerre kadar hesaba katmadan, hiç utanmadan cehaletini orta yere kusarak, "5 yıl sonra nasıl tespit ediyorsunuz işkenceyi" diye soruyor. al mesela böyle tıbbi tekniklerle tespit edilebiliyor. kemik sintigrafisi diye bir şey var mesela, ilk defa duymanız normal, ama bu dünyada bilmediğiniz bir şeyler olabileceğini kabul etmemeniz normal değil. bu davaya bakan hakimin neden aklına gelmemiş acep, tutup da sormamış bu bilirkişiye, "sen nasıl yıllar sonra işkenceyi tespit ediyorsun" diye.

    iddia o ki adamın doğuştan göz kapağında problem var, kadın diyor ki doğuştan olan problemin yanı sıra olaydan sonrası fotoğraflarda da, başvurucunun muayenesinde de doğumdan sonra oluştuğu tespit edilebilen izler var. sorulan her soruya gayet tutarlı cevaplar veriyor.

    artık bu noktada delil olduğunu zannettiğiniz her şey tükendi, ortaya yeni bir delil koymalısınız. iddia sahibi sizsiniz, iddiasını ispatlamak zorunda olan da sizsiniz. random harflerle yazamadığımız corpus iuris civilis'e binbeşyüz sene önce yazıldığı gibi: (bkz: ei incumbit probatio qui dicit non qui negat)

    ama ne yapıyorsunuz? karşı tarafa "çıkar karşılığı sahte rapor vermediğini ispatla" diyorsunuz. yahu sen ispatlayacaksın onu sen. alooo? hukuk kavramı ile ortalama bir neandertalden daha fazla ilişki kurmayı başarmalısınız artık. elinizde nefretinizden başka bir deliliniz yok. insanların işi gücü yok, sizin bu saçma sapan ufak ufak bir sürü şeyi bir araya getirince ortada kuvvetli deliller varmış gibi olur zannettiğiniz saçmalıkları çürütmekle mi uğraşacak herkes sürekli? komplo teorileriyle o kadar kendinizden geçiyorsunuz ki, kendi ellerinizle kendi muhakemenizi sakatlıyorsunuz, zihninizi vahşice kısırlaştırıyorsunuz. elinde meşalelerle saldıracak, linç edecek birini arayan kalabalıklara dönüşüyorsunuz gitgide, sizin hiçbir delil aramadan saldıracağınızı bilen birileri tarafından cehaletinize ve nefretinize güvenilerek önünüze konulan saçmalıklara koala gibi sarılıyorsunuz.

    mantıken, tam da bu sebepten, ciddiye alınmayı hak etmiyorsunuz. sadece çoğunluksunuz ve sesiniz çok çıkıyor. şebnem korur fincancı hakkında bir hüküm vermeye ehil değilsiniz, çünkü bir hüküm nasıl verilir, hayatınız boyunca bunun üzerine hiç doğru düzgün düşünmediniz. her gün yüzlerce karar verdiniz, binlerce milyonlarca insan hakkında, milyonlarca olay hakkında hüküm verdiniz doğduğunuzdan beri, ama bu verdiğiniz hükümleri nasıl bir süreçle verdiğinize ve aslında nasıl bir süreçle verilmesi gerektiğine dair hiçbir zaman doğru düzgün kafa yormadınız.

    en baştan "hain, türk düşmanı, sürekli ülke aleyhine işler peşinde koşan, talimatla çalışan" olarak kodladığınız ve ihsas-ı reyde bulunduğunuz bir insan hakkında, adil bir yargılama yürütmeyeceğinizi düşünmemiz bir önyargı değil, redd-i hakim sebebi bilakis. yargılama değil avukatlık yapacaksanız da, her şeyden önce doğru muhakeme kurallarında uzlaşmamız gerekiyor. ben mesela 140journos'dan emin olamasam da, onun yayınladığı videodan sonra yıllardır biriktirdiği nefretini kusmaya başlayan insanların bir çoğunun bir yerlerden talimat aldığını, herhangi bir maddi çıkar kaygısı güttüğünü filan sanmıyorum. olsa olsa, nefretle örülü bir komplolar dünyasının konfor alanına dönüşmesinden ibaret olan biten.

    velhasıl, ben şebnem korur fincancı'dan taraf değilim, adil yargılamadan tarafım sadece. eğer şebnem korur fincancı'nın herhangi bir çıkar için veya sırf ülkeye düşman olduğu için bilerek yalan rapor yazdığına dair daha ciddiye alınabilir deliller koyarsanız, ben şahsen dünya görüşümün sarsıldığını ve "dava"mın yıkıldığını hissetmem, şebnem korur fincancı hakkındaki kanaatimi rahatlıkla değiştirebilirim. daha önce pek çok insan, grup, fikir ve olay hakkında fikirlerimi değiştirdim. ama bu konuda şu ana kadar ortaya konulanlara baktığımda, mantığım ve muhakemem, ciddiye alınabilir hiçbir şey görmüyor. sizin gördükleriniz hukuken delil değil, kendi görmek istediklerinizden ibaret. yürüttüğünüz şey de bir yargılama değil, linç. tıpkı zamanında hrant dink'e yapılan gibi.
  • son videoları dolayısı ile eleştiriler masum değilden terör örgütü propagandası yapıyora kadar geldi.

    işte türkiye böyle bir ülke. yarın video yapanları terörist deyip hapse tıkarlarsa emin olun ülkenin yarısından çoğu alkış tutar. o videoyu yapmasaydılar lan o zaman der.

    böylece ülke iğrençliğimizin, çirkinliğimizin üzerine yeni bir tik atarız. biz böyle bir ülkeyiz. çirkiniz.
hesabın var mı? giriş yap