• oyuncularin dogalligiyla ve son sahnesinin huznuyle yumruk yemise donduren bir film.

    --- spoiler ---

    radyonun saatiyle senkronize edilen calar saatin 193 gun sonunda 10 dakika geri kaldigini not aliyor mithat amca. filmin adinin, 11'i gostermesi gerekirken 11'e 10 kalayi gosteren saatten geldigini dusunmekle beraber; filmin sonunda istanbul ansiklopedisinin 11. cildinin nihayetinde elde edilmesiyle, fakat onceki 10 cildinin kapici tarafindan sahafa satilmasiyla da alakasi oldugunu goz ardi edemiyorum. mukemmel dusunulmus.

    --- spoiler ---
  • pelin esmer'i kutlamak gerek. bu kadar sade anlatımla bunca öyküleme olur. mukemmele yakın bir kamera kullanımı ve oyunculuk. sessiz ama derin diyaloglar var. sumerbank bursuyla ancak 22 günde ulaşılan amerika'nın stanford'dunda elektronik muhendisligi okuyan genci dönüşünde emniyetin radyocusu yapabilecek bir anlayışla, istanbul'a yerleşik ama sirkeci'nin yolunu soran anadolu göçmeni, köyden yollanan vişne hoşafıyla içilen rus votkasıyla, amcanın koleksiyonuna sulanıp antikacı-sahaflığa kalkışan açgözlü yeğen, alttan alta hırsızlık yapılan adama saygıda kusursuzluk, apartman komşuluğunun çilesi.. hepsi bir arada. yine de çok uyumlular. burası türkiye, ancak böyle.
  • ülkemizin yüz akı kadın yönetmenlerinden (bkz: pelin esmer)'in yazdığı ve yönettiği 2009 yapımı, insana dair incelikli anlamları olan, sıcacık bir istanbul filmi.

    film gerçek hayattan esinlenmiş. filmin ana karakteri mithat bey, pelin esmer'in 2015 yılında hayatını kaybeden amcası mithat esmer. kendisi hakkında bir de belgesel var. mithat esmer, stanford üniversitesi’nde elektronik mühendisliği ve matematik okumuş, sümerbank'ta bez fabrikasında çalışmış, polis radyosu'nu kurarak oradan emekli olmuş. filmde oynadığında 83 yaşındaymış.

    filme renk katan apartman görevlisi 34 yaşındaki ali'yi (bkz: nejat işler) canlandırmış. filmin başlarında ali evinde tarhana çorbası içiyor, sigara tüttürüyor, teypte kibariye'nin sesi: istanbul benden büyük, onla başa çıkamam, küçücük ellerimle seni geri alamam...

    mithat bey, hayatının her anını bir koleksiyon gibi biriktirip kaydeden, geçmişle günü bağlayan yaşlı bir adamdır. sosyal yaşamdaki kopukluk, mithat bey'in antika merakı, evini hareket edemeyecek kadar doldurup adeta bir çöp eve dönüştürüşü, incecik duyguları, yaşamı, deprem korkusu yaşayan emniyet apartmanı sakinlerinin hikayesiyle film insanın içini ısıtıyor.
    dikkatle bakınca mithat bey'in (bkz: obsesif kompülsif bozukluk) nedenleri de izlenebilir.

    mithat bey, her gününü, telefon konuşmasını yazarak, bazen ise sesiyle kaydetmiştir. 1960 darbesindeki alparslan türkeş'in konuşması bile vardır.
    eşi mithat bey'i koleksiyonla evi doldurduğu için terk etmiş. mithat bey hayatı biriktirmekten hiç vazgeçmemiş, hatta bazı şeyleri çifter çifter almış, birini koleksiyonu birini kendisi için.

    depreme dayanıklı olmayan emniyet apartmanı sakinleri apartmanı boşaltma ve daha iyi bir eve geçme fikrindeyken mithat bey buna karşı çıkar ve apartman görevlisi ali ile hikayesi başlar...

    1926 doğumlu, 1950 yılından beri gazete biriktiren, toz alerjisi olan mithat bey'in bir mezar taşında eski yazıyla yazılmış şiiri çevirip doktora öğrencisi bir kadına okuduğu sahne çok tatlıydı:
    "babam cennetten buğday çalmış
    eğer ben cennete düşersem bütün cenneti çalarım..."
    dünya mezarlarla dolu değil mi dediğin gibi mithat amca, belki hayatı unutmamak için senin gibi bir hafızaya sahip olmak lazımdı.

    belki senin gibi tutkulu olup; reşad ekrem koçu'nun g harfine kadar 11.cilt yayınlayabildiği istanbul ansiklopedisi'nin 10 cildine sahip olup da en değerli 11. cildini aramaktan vazgeçmemek lazımdı. sen 11.cildi bulduğunda apartman görevlisinin sahip olduğun 10 cildini sahafa satmaması da lazımdı. insana güvenmek lazımdı. saatin 11'e 10 kala değil 11'i göstermesi lazımdı...

    hayat da böyle işte; birileri hayatına artış sağlayıp yakayı düzeltirken insana dair anılar bozulur. hayat kazanır, hayat hep devam eder...
  • son derece sıcak bir film. bu sıcaklığında bir aile filmi olmasının da etkisi vardır muhakkak: yönetmen, yapımcı ve senarist pelin esmer, ortak yapımcı pelin esmer'in abisi tolga esmer, başrol oyuncusu pelin esmer'in amcası mithat esmer.

    içeriğine gelirsek; bu film, insanı hemencecik içine alan, kamerayı, ışığı, rolü unutturan son derece güzel bir senaryo ve muhteşem oyunculuklar üzerine kurulu. özetle, seksenli yaşlardaki koleksiyoner bir adamın, koleksiyonu, apartmanı ve kapıcısı arasındaki ilişki anlatılıyor filmde. bütün hayatı koleksiyonu etrafında dönen bu amca, günlük bir gazete de dahil olmak üzere sadece koleksiyonuna yeni parçalar almak ve yemek için çıkıyor dışarıya. öyle ki dış dünyayla tek bağlantısı, satıcılar ve yemeklerini aldığı lokantacı kadın. hatta ve hatta eşinden bile vazgeçecek kadar tutkun bu hobisine.

    oyunculuklara gelirsek... öncelikle başroldeki mithat bey oynamıyor, adeta yaşıyor; ki bu da son derece normal. zira filmdeki mithat bey zaten kendisi ve hatta yönetmenin söylediğine göre filmde kullanılan koleksiyonun birçok parçası gerçekten de amcasına ait. başroldeki diğer oyuncu olan nejat işler ise yine çok iyi. yani süpriz yok. ancak işte sanırım tam da bu husus, yani kapıcı ali'nin nejat işler olması biraz sıkıntılı gibi. çünkü film temel olarak mithat bey ile ali üzerine kurulu ve iki karakter arasında belli bir denge aranıyor ister istemez. mithat bey gibi rol yapmayan son derece "doğal" oynayan birinin karşısına, rolünü çok iyi yapan son derece "profesyonel" birini çıkarmak... daha açık konuşayım, nejat işler kareli gömleğine ve üstün rol yeteneğine rağmen kapıcı olduğuna beni ikna edemedi. dış çekimlerde örneğin metroda kapıcı ali'ye değil ama nejat işler'e bakıyorlardı. buna rağmen nejat işler çok çok iyiydi. ama şansızlığı (ve hatta belki de kendisine yapılan bir haksızlık) karşısında mithat esmer gibi rol yapmadan kendisini oynayan birinin olmasıydı.

    diğer taraftan bu film, nuri bilge ceylan'ın mayıs sıkıntısı'nı hatırlattı bana. mesela daireyi inceledikten sonra zabıtaların mithat bey'e 2-3 hafta içinde tekrar geleceklerini ve o zamana kadar evi boşaltmamış olursa zorla tahliye edeceklerini söylemesi ve bunun üzerine mithat bey'in günlerce evden çıkmayıp umutsuzca zabıtaları beklemesi ile baba emin ceylan'ın meşe ağaçlarını orman idaresine kaptırmamak için gece gündüz bahçede beklemesi... tek benzerlik bu da değil. her iki filmin de ayırt edici özelliği yalın olması. karmaşık diyaloglar, çözülmeyi bekleyen anlamlar yok. sıradan günlük hayatlar...

    yönetmen pelin esmer filmini anlatırken "istanbul’un hayatın içindeki çelişkilere olan toleransına sığınıp, birbirinden sınıfları, yaşamları, hayalleri ve gerçekleriyle çok farklı iki yalnız adamın, 83 yaşındaki koleksiyoncu mithat bey’le kapıcısı ali’nin, birbirlerinin yaşamlarına hesapsızca müdahalelerini anlatırken, bir baktım kaybederken kazanan, kazanırken yenilen, biterken başlayan yaşamlarında bu iki adamın birbirlerine sunabilecekleri yine istanbul’du"[*] diyerek niyeyse istanbul'u öne çıkarmış. halbuki bu film istanbul'da değil de diyelim niğde'de geçseydi ne farkederdi ki? bence hiçbirşey farketmezdi. çünkü yönetmen öyle dese de afişler, fragmanlar gözümüze gözümüze soksa da bu film istanbul üzerine falan değil. ha senarist, yönetmen filmin ne anlattığını bilmiyor da ben mi biliyorum? evet arkadaş ben biliyorum. her sanat eserinde olduğu gibi, sinemada da ortaya konulan ürün onu yapanın niyetinden bağımsızlaşıp izleyenin dünyasında/algısında yeniden yorumlanır.

    dolayısıyla bana göre filmin asıl derdi biraz farklı. oscar wilde'ın şöyle bir sözü vardır: "her şeyin fiyatı biliniyor ama değeri bilinmiyor". işte bu filmde paraya değil de değere odaklanılıyor ve hayatın her alanına yayılan metalaşmadan duyulan rahatsızlık gündeme getiriliyor. mesela yeğeni diyor ki, "yav amca bu eski pullar kimbilir ne kadar para eder!". amca da diyor ki "ben onları parası için biriktirmedim ki nerden bileyim kaç lira ettiğini!" yine bütün sakinleri apartmanlarının yıkılıp yeniden yapılması durumunda dairelerinin fiyatının kat be kat artacağı düşüncesiyle ve göbek ata ata yıkım için imza verirken aslanım mithat amca apartmanın yıkılmasına müsaade etmiyor. çünkü değişim değerinin artması onun zerre umrunda değil, kullanım değeri mühim onun için. yani parayla tanımlanan bir yaşam tarzı yok. işte bu filmin önemini artıran da tam olarak bu: 2009 yılında dahi pazar ilişkileri dışında konumlanmış bir hayatın olanaklılığı...

    [*] http://www.11e10kala.com/yonetmen_gorusu.html
  • --- spoiler ---

    "bu güzel bir makina. herşeyi sadakatle kaydeder.."

    --- spoiler ---

    defaatle seyredilecek filmler arasında yerini almış sakin ve yoğun film.

    keşke o koleksiyonun içinde kaybolsam..
  • pelin esmer'in, amcası mithat esmer'in gerçek yaşam öyküsünü kurgusal bir hikâyeyle harmanlayarak çektiği 2009 yılı yapımı filmi. kral lear gibi film. bir devir sona eriyor, yeni bir devir başlıyor eskinin kırıntılarını üzerinden silkeleyerek. 1926 doğumlu, 1945 kasım'ında sümerbank bursu verilen 15 öğrenci arasına girerek amerika'ya giden, stanford üniversitesi'nde elektronik mühendisliği ve matematik okuyan, bilim adamı olmak istemiş, transistör'ün -keşke- mucidi, keleksiyoner mithat bey'in tüm malvarlığı olan koleksiyonunun; yani anılarının, merakının, acılarının, mutluluklarının; yani bütün bir yaşamının apartman görevlisi ali tarafından satıldığı devirdir bu. ali'yi de anlamamızı ister yönetmen: kızı hastadır, rutubetsiz bir evde oturmaları gerekmektedir, memuriyete başvurabilmek için son 1 yılıdır... ali yırtmak istemektedir. devir de ali'lerin devridir zaten artık. mithat beyin dünyası sallantıdadır ve yıkılmasına ramak kalmıştır.

    özellikle başlangıçta mithat bey'i adım adım takip eden hareketli kamera kullanımında tercih edilen kadraj ve zaman zaman oldukça yetersiz kalan ışık, filmin en beğenmediğim tarafı diyebilirim. bir de şunu söylemeliyim ki mithat bey'in kelimenin gerçek anlamıyla 'doğal' olan oyunculuğu karşısında nejat işler de dâhil olmak üzere filmin bütün oyuncuları feci çuvallıyorlar. bu konuda bir tek laçin ceylan'ı ayrı tutabiliriz, çünkü bir tek o 'doğal olmak'la 'alelade olmak' arasındaki farkı ayırdedebiliyor ve çok başarılı bir yardımcı rol çıkarıyor.

    gene de öyle içten ve öyle derin bir film ki bu kadar eleştirmek bile haksızlık olur aslında. zaman zaman yakalanan yağlı boya tablo gibi kareler sizi birdenbire şöyle bir sallıyıveriyor. özellikle kapanış sahnesi boğazını düğümlüyor insanın, nefes almasını zora sokuyor.

    ayrıca:

    --- spoiler ---

    "müthiş bir makinadır... bütün sesleri sadakatle kaydeder."

    --- spoiler ---
  • öncelikle çok güzel bir film, bunu belirtmeli. artık giderek kaybolan türk sineması sadeliğine geri dönüş gibi. aynen bahsedildiği gibi korkuyorum anne içtenliğinde. bu içtenliği nejat işler gibi nispeten popüler biri bile bozmuyor, bir şeyler katıyor. pelin esmer'in eline sağlık, daha sık görmek istiyoruz beyazperde'de ismini..

    --- spoiler ---

    mithat bey karakteri yani mithat esmer karşınıza geçse hayatını anlatsa zaten tek başına bu bile yeter ama bütün bunları filmde küçük küçük görerek kafamızda tamamlamak daha da güzel. amca o kadar doğal ki film falan değil bu, o konuşuyor biri gizlice kaydediyor sanki. evin her tarafını kaplayan koleksiyon parçaları sizinmiş gibi hayıflanıyorsunuz başına bir şeyler geldiğinde. ali; dürbünü, saati satarken içiniz acıyor, paragöz yeğenin de planlarını ve bakışlarını beğenmemeye başlıyorsunuz. apartman yöneticisine küfretmişliğim de var filmde, yemek tedarikçisi hanım yaprak dolma yaparken ağzımın sulanması da..

    22 günde yük gemisi ile amerika'ya gitmiş, sümerbank bursu ile elektronik okumuş ve türkiye'de her evde radyo bile yokken transistörü icat etmesine ramak kala geri dönmek zorunda kalmış bir adam mithat amca. 1926 doğumlu koleksiyon delisi. koleksiyonları belki kendisini öldürecek noktaya* gelmiş ama onun vazgeçmek gibi bir niyeti yok. 3 yaşında (1929'da yani) babası kuran kursuna göndermiş onu, devleti ise amerika'da, stanford'ta okumuş elektronik mezunu bi genci kayseri'ye tekstil fabrikasına..

    öldüğünde küllerinin yakılmasını istiyor ama henüz illegal bir hareket bu türkiye'de. kapıya bakması da yaklaşık 2-3 dakika sürüyor. illa bi mezar taşı olacaksa üstünde "transistör'ü icad eden adam" yazsın istiyor yine de. istanbul'da yaşıyor, kim beşyüz milyar ister izliyor..

    --- spoiler ---
  • --- spoiler ---

    - çay yaptım, daha yeni, taze.
    + ben çay içmem.
    - heaa, votka var!
    + oo sen bunu benim kaçakçıdan almışsın herhalde.
    - ehehe öyle biri gelir ikram ederim falan diye aldım ama işte duruyo işte. ister misin?
    + biraz alalım.
    - napıyım, neli yapıyım?
    + şey var mı, vişne suyu?
    - şey var, hoşaf. vişne hoşafı.
    + tatlı olur ama!
    - bizim gülay gönderdi, yoaaq o kadar tatlı değil. getiriyim mi?
    + olur, bir deneyelim.

    --- spoiler ---

    diyaloguyla yardırmış film. bu film hakkında uzun uzadıya yazmak isterdim fakat düşündüklerim genel olarak yazılmış. son on yılın en iyi türk filmleri arasında kesinlikle ilk üçe girer, diyerek beğenimi özetleyeyim. emeği geçen herkesin eline, fikrine, gönlüne sağlık.
  • 28. uluslararası istanbul film festivali’nde jüri özel ödülünü alan film.

    --- spoiler ---
    genelde mithat bey ve ali gibi birbirinden çok farklı iki karakterin yolu bir şekilde kesişirse özellikle alt kültürü temsil eden karakter diğerinden çok etkilenip neredeyse bir insan tanıdım hayatım değişti modunda olur.ama bu filmde öyle olmamış filmin en sevdiğim yanı bu oldu.birde polis olmak isteyen ali'nin emniyet apartmanına kapıcı olması gibi detaylar var.

    --- spoiler ---
  • tüm doğallığıyla insanın yüzünde hoş bir tebessüm bırakan, "vay be, bu film olmuş" dedirten pelin esmer filmi. filmde iki ayrı hikaye birlikte verilmiş. birincisi mithat bey'in -biraz da kötü bir şekilde- sona yaklaşan hikayesi, diğeri ise ali'nin gözünün açılmasıyla, parayla tanışmasıyla yeni başlayan istanbul hikayesi.

    filmdeki doğallığın bir tek sahnede biraz bozulduğu dikkatimi çekti. o da filmin sonuna doğru mithat bey'in ali'nin evine geldiği, ali'nin vodka ikram ettiği sahne. köyden gelmiş, daha istanbul'u, sirkeci'yi, cağaloğlu'nu, tramvayı dahi bilmeyen, gözleri yeni yeni açılan bir karakterin vodka şişesini öyle tutması, kapağı o şekilde ustalıkla açması, vodkayı şişelere o şeklide koyduğu sahne. ama olsun filmin bütünlüğünü bozmamış yine.*

    ayrıca;
    (bkz: manyetolu fener)
    (bkz: koleksiyonlar satılmaz)

    ayrıca;
    filmin çıkarılmış sahnelerinden(mezar taşı okuma sahnesinin devamı) acemce bir şiir(türkçesi);

    babam cennetten buğday çalmış.
    eğer ben cennete düşersem,
    bütün cenneti çalarım.
hesabın var mı? giriş yap