• "ben aşıktım, o kumraldı"

    ellerin dert görmesin...
  • özellikle başlarda bir erkeğin askerden dönüşünü müjdeleyen bir noktalama işareti olarak amına koyayım ekolünün etkileri göze çarpmakta..
    hadi biraz abartayım bi ara "utanmasa kitabın adını ziyan amına koyayım koyacakmış" diye de düşünmedim değil..
  • --- istek üzerine spoiler ---
    asil yaşayan bir delidir.
    anımsamadığı için geçmişi,
    önemsemediği için geleceği yoktur.

    azil'de asil'i hareket halinde görürüz, yaşarken, annesini babasını duvara bağlarken, insanlarla iletişim halindeyken, baileys'ini alıp boğazından yuvarlarken, gerçek hayatın içinde bir deli.

    ziyan da olanların hepsi asil'in beynindedir. asil hiçbiryere gitmez, sadece durur. yaşadığı tek bir güne hastalıklı zihninde bir şizofrenin tüm hayatını sığdırabilir.
    ziya, asil isimli bir delinin gördüğü hayalde yaşayan şizofrendir.
    ziya'n ziya'nın şizofren oluşunda yonina'nın etkisini anlatır.

    ve ziyan, 10 katlı bir binadan düşüş'ün hikayesidir. farklı olarak 0'a geldikten sonra bitmez. ziya'nın bittiği yerde asil başlar. asil'in bittiği yerde ölüm başlar.
    --- istek üzerine spoiler ---
  • --- spoiler ---

    -büyüyünce ne olacaksın, küçük çocuk?
    -öleceğim, amına koyayım! geberip gideceğim!
    -doğru cevap, geçtin sınıfı.

    --- spoiler ---
  • kanıma karışsın diye bir şişe jack daniels'la karıştırıp içtiğim kitap.

    amına koyayım!

    zaten hatırlamıyordum artık hiç hatırlayamayacağım!

    herşeyi!

    boktan askerlik günlerinden kalan iğrençlikleri anlatmak ne anlatan için ne de dinleyen için kolaydır. anlatırken tekrar yaşadığım ve aslında unutmak istediğim için ve dinleyenin sıkılacağını bildiğim için anlatmazdım. anlatsam da orada yaşamayan kişinin olayın dramatik boyutlarını kavrayamayacağını düşünürdüm. yakın zamana kadar askere giderken tavsiye isteyenlere de dışardakilerden yardım beklememelerini tavisye ettim. bundan sonra sadece ziyan'ı tavsiye etmek yeterli olacaktır diye düşnüyorum.
    orada insanlardan ne kadar nefret edebileceğinizi, insanların ne kadar iğrenç olabileceğini, etrafınızdaki binlerce mallığa e saldırıya rağmen normal hayata geri dönme isteği ve temelsiz kuralların sizi nasıl bir mengene gibi sıkıştırdığını ziyan'dan daha güzel anlatan bir kitap yoktur diye tahmin ediyorum. çünkü bunu anlatmak biraz da göt ister. çünkü halkı askerlikten soğutmak yasaktır. çünkü atatürk'ün bu mallar sürüsü için uğraştığını farkedip pişman olmuş olduğunu iddia etmek yasaktır.

    kadınlar için bazı askeri kavramlar yabancı gelebilir ve kafalarında oturtmaları zor olabilir ama biraz sözlük araştırmasıyla hepsi yerine oturacaktır diye tahmin ediyorum.
    mesela,
    er,onbaşı,çavuş,astsubay,asteğmen,yüzbaşı, albay, sırasıyla yükselen rütbelerdir ve her üst rütbeli bir altındakinin komutanıdır.

    burada anlatıcı kişinin rütbesi ise erdir. yani emir komuta zincirinin en altındaki kişidir.

    tekmil vermek, askerde bir üstünüz size seslendiğinde, adınızı soyadınızı memleketinizi söyledikten sonra emret komutanım demektir.
    askerde biri seslendiğinde "efendim" yerine bunu söylersiniz yani tekmil verirsiniz. "hakan günday istanbul emret komutanım" gibi.

    esas duruş ellerinizi bacaklarınıza birlştirerek kollarınızı vücuduna yapıştırarak dimdik durmaktır. asla kıpırdanmaz. esas duruşu ölüm bozar.

    uzatmayalım,

    yine de ziyan askerlikle ilgili bir kitap değil, daha önce kuyumcu çarşısında olduğu gibi bu seferde kışla arka planda kalıyor. olaylar kışla sınırlarında geçiyor ama nefret ve kitabın gücü devam ediyor. diğer kitaplardan farklı olarak hiç ve hep kavramlarına bağlı tespitlere daha az rastlıyoruz. ama hala aforizmalarda ve tespitlerden aldığımız keyfi devam ettiriyoruz.

    bu tür bağımlılık yaratan konularda insanlar hep ilk beğendikleri şeyin devamını isterler. farklılıklara tamamen kendilerini kapatırlar ve tutucu olurlar. o yüzden okumaya başlayınca "bu ne beaa hakan gündayda kendini çok bozdu" diyecekler olacaktır. onlara 70. sayfalara kadar sabırlı olmalarını tavsiye ediyorum. alıştıkları karakterler o sayfalardan sonra gelmeye başlayacak.

    kitabın başında atatürk'ün resmini görünce lan tarih kitabımı bu diye paniğe kapılmayın. değil. okuyun.

    bu sefer alıntı yapmamaya çalışacağım. zaten yapabilmek için birkaç defa daha okumam gerekir. fakat bazı yerleri var ki kitabın beyaz taşlarla dünyanın üzerine yazıp bütün evrene duyurmak istiyorsun, anlatabilme için hiçbirşey olmadığını.

    piç'in kvk'nın azil'in gücünde bir ziyan,

    - 2 den sonra başlar..

    -23 te biter. ve 352 sayfa olarak zihninize işlenir.
  • bu kitaba dair tek pişmanlığım öncesinde azili okumam olmuştur. ikisi arasında gidip gelen arkadaşlar varsa önce ziyanı okuyun, o zaten ne yapıp edip sizi azile götürecektir.

    kitap hakkında bir iki ahkam etmek gerekirse, askerlik kurumunun sevimsizliğini ve devrim denen şeyin zamanla ne hale geldiğini bir arada anlatabilmiş. miliyetçi, militarist bünyelere de tavsiye ederim, sinirleriniz bozulacak tamam ama biraz da buradan bakmayı deneyin.

    bu da kitabın sevdiğim kısımlarından biri;

    "önce düşmanı sonra saltanatı yenmiş olan mustafa kemal, en sonunda da kendisiyle savaşacaktır. özgürleştikçe körelen halk onu ve devrimini çiğ çiğ yiyecektir."

    ve yemiştir de sanırım.
  • hakan günday diyor ki;

    …teoriye göre askerliğin temeli disiplindir. teoriyi sırtından bıçaklayan pratiğe göreyse askerliğin temeli erlerdir. temel, zemin, ne denirse densin, ordu üzerimizde duruyordu.
    ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan rütbesiz askerlerdik. muhteşem erler! eğitimde fırsat eşitliğinin en üst düzeyde yaşandığı ülkede, er olmak için elimizden gelen çabayı gösterip, herhangi bir üniversiteden mezun olmamış, herhangi bir meslekte uzmanlaştığımızı kanıtlayan bir diploma almamıştık. bu fedakarlığımızla gurur duyuyorduk. çünkü biliyorduk. zorunlu askerlik hizmetine ilişkin kanun ve yönetmeliklerde bir yanlışlık yapıldığını biliyorduk. er olmak için en fazla lise ya da yüksekokul mezunu olmak gerekiyordu. her erkeğin üniversite mezunu olduğu ülkede erlik yapacak kimse kalmayacaktı. ordunun kaidesi ayaklarının altından kayıp gidecekti. buna göz yumamazdık. bazılarımız orduyu ersiz bırakma korkusundan okumayı bile öğrenmemişti. ne cesaret! ne büyük fedakarlık! şehit ya da gazi olmamıza gerek yoktu. biz zaten kahramandık. vatanseverliğinin bedelini hayat boyu cehaletle ödeyen kahramanlar!

    …ceza kanunlarının ruhunu herkesten daha iyi kavramıştık. çocuğunu okula göndermemenin cezası sadece para ödemekken, askerlik hizmetini yerine getirmemenin cezası hapisti. ne demek istendiğini anlayabiliyorduk. kulaklarımız uyuyordu. kanun satırlarına gizlenmiş o muhteşem mesajı almıştık. buna kanun yoluyla teşvik deniyordu. eğitimini tamamlamamak büyütülecek bir şey değildi. ama askere gelmemek korkunçtu!cehalet öldürmezdi ama asker kaçaklığı süründürürdü.

    …sesimin delip geçmesi gereken başlar yakınlarımda olanlar değildi. onlar başkentte yaşıyor ve kravat takıyorlardı. kanun yapıyorlardı. o kanunlar da beni asker yapıyordu. beyinlerine gün ışığını sokacak delikleri kulaklarının zarlarında açmam gerekenler, oğullarıyla saklambaç oynayan, ancak sadece bizi sobeleyenlerdi. bense onların çocuklarını istiyordum, hemen yanında. şınav çekerken. nöbet tutarken, jandarmah! diye bağırırken. ama hiçbiri yoktu. gelmeyeceklerdi. beklemeye de gerek yoktu. onların işi vardı. ne olduğunu bilmediğimiz işleri. annelerinin dokuz ay on gün boyunca taşıdıkları bedenlerini babaları devralmıştı. oğullarını içlerine sokup saklama sırası onlardaydı. adını öğrendiğim an unuttuğum yaklaşık ikibin kişi arasında herhangi bir generalin çocuğuyla da karşılaşmamıştım. onlar da babalarının karnında olmalıydı. galiba sadece biz doğmuştuk. sadece biz vardık. hiçbir yere sığamadıkları için dışarıda kalmış olanlar. dışarıda kaldıkları için enselerinden yakalanıp buralara tıkılmış olanlar. buralara tıkıldıkları için delirmiş olanlar.

    … moral ekibinin morali bok gibiydi. anlamak için dinlemek yeterliydi. ama kimsenin dinleyecek hal yoktu. zımparalanan bir bağlama ve dayak yiyen bir darbuka varsa eğlenilmeliydi. acımasızca eğlenilmeli ve fırsat varken iyi hissedilmeliydi. müzisyenlerin morali kimsenin umurunda değildi. bölük, bir fırsatlar ülkesiydi. ama bir zamanların amerikasından farkı, fırsatların çok değil az olmasıydı. bu yüzden her asker bir fırsat avcısıydı. tok bile olsa yemek bulsa yer, harcayacak yeri olmasa bile para bulsa cebine atar, hiç denememiş bile olsa sigara bulsa içer, yatak bulsa uyur, soba bulsa ısınır,
    yalnız kalsa otuzbir, müzik duysa halay çekerdi.

    köpekçi cuma , “abi gel” dedi.
    “gel abi! bak moral ekibi gelmiş!”

    “vatanı korumak moral bozucu bir şey mi ki gelmişler?”
  • hakan günday'ın okuduğum en iyi kitabı.* kitapta şöyle bir kısım var ve bu kısmı filme çekmek için yanıp tutuşuyorum ben:

    *
    (...)
    nöbet sırasında başına garip olayların geldiği okadar çok asker tanımıştım ki,buna şaşırmazdım.
    hikâyelerini dinlediğimde bir belgesel hayal ederdim. soru, “nöbet sırasında ne yaptın?” olacak ve askerler sırayla yanıt verecekti:
    “sigara içtim.”
    “ağladım.”
    “önümden geçen çocuğa para verip, karşıdaki lokantadan yemek getirtip yedim.”
    “kulenin duvarlarına yazılar yazdım.”
    “kulenin arkasına diktiğim tohumlar yeşerince sarıp içtim.”
    “bir pezevengin getirdiği çingene kadını siktim.”
    “ağladım.”
    “mermileri söküp içindeki barutları boşalttım.”
    “ağladım.”
    “326784 seri numaralı silahımın namlusunu ağzıma sokup tetiğe bastım.”
    “ağladım.”
    “kapısında beklediğim cezaevinin mahkûmları tarafından rehin alındım.”
    “465382 seri numaralı silahımın namlusunu sağ ayak bileğime dayayıp tetiği çektim.”
    “ağladım.”
    “bir köpek kulübesini söküp yaktım ve postallarımı ısıttım.”
    “kabanı yere serip, üstünde uyudum ve donarak öldüm.”
    “karda çukur açıp içine sıçtım.”
    “köpeköldüreni şarap zannederdim. oysa bir soğuk çeşidiymiş. kışlanın köpeklerinden birinin donarak ölmesini seyrettim.”
    “ağladım.”
    “0906584 seri numaralı silahımı hedef gözetmeksizin ateşledim ve altı sivili öldürdüm.”
    “ağladım.”
    “her gün aynı saatte önümden geçip “hayırlı nöbetler, asker ağa!” diyen bir herif tarafından havaya uçuruldum.”
    “cep telefonuyla konuştuğum karımdan, çocuğumun ölü doğduğunu öğrendim.”
    “ağladım.”
    belgeselin sonundaysa, aynı sırayla hepsi şu cümleyi söyleyecekti:
    “ama nöbet yerini terk etmedim!”
    (...)

    *
  • "peri ve şan kelimeleri bir araya gelir, bu toprakta perişan adında kızlar yaşar. dokuz yaşındaki erkek kardeşlerinin ayakta sürdüğü traktörlerin römorkları devrilince ölür ve bir daha doğarlar. ...ne biz onların adlarını anlarız, ne de onlar bizi anlar. doğu'da kızlar kadın doğar. ecellerinden önce ölürler. ilk yemeği anasının memesinden gelen ve yediği çanağa tükürmekte sakınca görmeyen erkek, o kadar çok kadın gömer ki toprak bile artık dişidir. bu yüzden toprak ana diye bilinir. perilerin şanı buradan gelir. diri diri gömüle gömüle toprağı bile kadın yapmışlardır. bu yüzden verimsiz ve çoraktır. buna da kadının intikamı denir."

    tercümandır. hakan günday kitabıdır.
  • girişte yer alan ve atatürk'e benzetilen fotograf, esasen louis ferdinand celine'in 1924 senesinde clermont-ferrand yakınlarında bir tepede çektirdiği fotograftır.
hesabın var mı? giriş yap