• son yıllarda izlediğim en başarılı ilk film diyebilirim. genelde ilk filmse, yönetmen de gençse biraz daha beğeni eşiğimizi düşük tutarız. ama bu filmin bunlara ihtiyacı yok. eşik yüksekken bile başarılı. mekan seçimleri, mekanın kullanımları, görüntü yönetmenliği, * hikeyemsi değil de adam akıllı hikaye anlatması, özgün müzikleri, hepsi filme artı puan katan unsurlar. dahası filmin kendisi bu parçaların toplamından fazlası etmeyi başarıyor. (buna da filmin ruhu diyelim.)

    izlerken akla gelen ilk film muhtemelen biutiful olacaktır. yine de basitçe onun bir kopyası demek büyük haksızlık olur, benzeşen ama yine de kendi özgün taraflarını da bizlere sunabilen bir yerli yapım bu.

    bugünkü söyleşide yönetmenin dediği şuydu: ben on gün boyunca zeynep'in yanında gezen bir gözdüm ve gördüğümü çektim. bu nedenle başka karakterlerin hikayesini anlatmadık ve bu nedenle zeynep'in (veya diğer karakterlerin) geçmişine inmedik. açıkçası bunları yapmasını bekledim başlarda ama filmin sonunda bu tercihi makul buldum ve sahiplendim.

    özetle görmeye kesinlikle değer. 8/10

    --- spoiler ---

    mikro makro ilişkisi film boyunca ara ara karşımıza çıkıyor ancak, zeynep'in penceresinden şehrin yanan pencerelerine uzanan sahnede işte bu! dedim ve filme tam olarak güvenmeye başlayıp kendimi teslim ettim. bravo!

    --- spoiler ---

    edit: izninizle son bir anekdot ekleyip öyle kaçayım:

    "yılmaz güney bu filmi izleseydi, çok heyecanlanırdı."
    tuncel kurtiz
  • "her zerre içinde bir güneş taşır,
    zerre ağzını açar da güneş çıkarsa o pusudan
    ortalık tuz buz olur ışıltısından.
    zerreyi ortadan kesseniz, ortada bir güneş,
    etrafında güneşler görürsünüz..."

    mevlana
  • 49. antalya altın portakal film festivali kapsaminda izledigim erdem tepegoz filmi. festivalin favori filmlerinden. bir kadinin is arayisi etrafinda bircok kucuk hikayeyi harmanlayan bir film. sembolist bir film olmamasina ragmen, filmde bol bol kucuk sembolleri barindiran, uzerine birkac okuma yapilabilecek bir film. film sonrasi soyleside ise yonetmen mutevaziligiyle, duzgun cevaplariyla beni etkiledi.

    --- spoiler ---
    filmin ana konusu disinda detaylarindaki sembolizmi cok guzel buldum. zerrelerin yildizlarda, toz parcaciklarinda, havai fiseklerde vucut bulmasi; zeynep'in burnunun kanamasi, fareler dahil bircok kucuk semboller filmin akisindaki kucuk suslemeler...

    --- spoiler ---
  • filmin özeti : şu hayatta kadın ve yoksulsanız başkalarının gözünde bir fabrikada ucuşan toz zerrelerinden baska birşey degilsiniz fakat hem kadın hem yoksul aynı zamanda da onurluysanız başkalarının gözünde fabrikanın yatakhanesindeki fare kadarsınız.
  • tek kelimeyle mükemmel bir film. sinemadan çıktıktan sonra bu filme 10-15 tl bilet parası verip izleyebilecek durumda olmama bile şükrettim. ben işten çıkmış, rahat bir şekilde sinemada bu filmi izlerken birileri haftada 90 tl karşılığında, yavru kedi boyutunda farelerle aynı odada uyuyup, böbreğini ve belki de kendini satmamak için zerrecikler içerisinde çalışmakta. utandım ve de sıkıldım kendimden.

    son olarak 16 kopya olarak istanbul, ankara ve izmir'de vizyona giren bu filmi 3 günde 1000 kişi seyretmiş. yazık gerçekten. yeri geldi mi ekşi sözlük'te bazı filmler için neden ankara'da veya izmir'de gösterime girmiyor diye söylenir, giriyor da ne oluyor, gidip sinemada izliyor musun filmi. insanlar istiyor ki bütün filmler 150 kopya vizyona girsin, hemen elimin altından bulunsun, denk gelirse izlerim, gelmezse izlemem. kaldı ki bu film kendine cinemaximum sinemalarında da şans bulmuş. meraklısı bile gidip izlemeye üşeniyor anlaşılan. neyse siz "neden adam gibi film çekilmiyor, onur ünlü niye filmini vizyona sokmuyor" diye ağlayın durun, bu kafayla size şahanlar, özcan denizler müstahak.

    gerçi büyük ihtimal gitmeyeceksiniz ama ben yine de paylaşayım seansları;

    http://www.zerrefilm.com/seanslar.html
  • içeriği şu şekilde olan replikas albümüdür.

    1- bu sıkıntı
    2- zerre
    3- bugün varım yarın yokum
    4- dulcinea
    5- bitti deme
    6- vakt-i kerahat
    7- bozuk düzen
    8- boş vücut
    9- gülmediğin günler
    10- hortum
    11- eksik
    12- ruh-feza ( ve bünyesinde hidden track olarak tuaf)
  • eğer replikas albümlerini bir düşünce akımının ürününe benzetmemiz gerekseydi.
    ben işte o zaman; "bu replikas'ın varoluşçu albümüdür" derdim.
    kesin derdim.
  • hiç yokmuş gibi, sönen sözlerin
    boşluğa bakar, donuk gözlerin
    düşmanla bir, dostça sözlerin
    kan ile can, baştan bir olmuş
    öldür beni, yine dirilt, öldür
    kim senden bekler, adam ol da güldür
    sen yıldır ki, aklım desin çıldır
    kan ile baş, candan bir olmuş

    killer para, kumlar pul, kanlar bade
    durma iç ki, doyasın dünyaya
    dost dediğin, keyfine bahane
    faydası yok ki, yazılmaz hayata

    güneş doğar, ay bir yere gitmez
    bilen bilir, ışığa bakan görmez
    zerredir belki, ama yok denilmez
    can ile baş, kanla bir olmuş

    (bkz: copy paste değil alın teri)
  • yönetmenin "seyirciyi bu filmden mutlu çıkarmak istemedim." dediği film. söyleşide kendisine bu sözü hatırlatıldı bugün ve "mutlu biten filmleri, kitapları kaldırırız bir kenara; seyircinin zihninde bir iz, bir soru işareti bırakmak istedim." gibi bir şeyler söyledi. mutsuz eden bir film değil; ancak küçük parçalarıyla bir yerlere temas ediyor, rahatsız ediyor şüphesiz.
    bu arada biutiful'u ya da inarritu filmlerini anımsatmasının nedeni müzikleri olabilir, gustavo santaolalla dinliyormuşum gibi hissettim ara ara çünkü. r. okan candemir ve emrah ağdan yapmış müzikleri, çok beğendim ben.
  • o kadar olumsuz eleştiri yazılmış ki izlemek isteyen, merak edenler için yazmak istedim ben de..

    gerçekçi sanat anlayışı çok uzun bir süre tatmin etmedi beni. herkesin tercihi, ilgisi, doyum aldığı farklı oluyor. diğerinin yaşattığı his, verdiği doyum farklı, büyülüyor. sonradan büyüdük mü, fikirler mi değişti bilmem. her ikisine de vakit ayırır, her ikisini de sever olduk.

    bir filmi izlemeden bazen yorumlara buradan göz gezdiriyorum. beğenmeyen, "oradakiler abartı"dır falandır filandır diyenler var. sanki burası gerçeküstü bir düzlem. o yüzden kaale almayanlar için de yazayım biraz.

    bu film bir olay filmi değil. herhangi bir kadın işçinin ama özellikle istanbul'da bir çocuğu engelli, başka bir geçim kaynağı olmayan, bekar ve kentsel dönüşüm sürecinde yıkılacak bir evde kirasını veremediği bir evde oturan bir kadın işçinin hayatının birkaç gününden bir kesit. bir süredir bir araştırma sürecinin içerisindeyim, işçilerle görüşüyorum, saatlerce sohbet ediyoruz, hayat hikayelerini dinliyorum: apartman görevlisinden, ev temizlik işçisine, taşeron işçiden, dershane öğretmenine... hiç yabancı gelmedi gördüklerim (ekşisözlük'te yazılanları ne bakıyorsun diyenler için ek bilgi). çalıştığı yerden yaka paça atılması, işyerinde uğradığı taciz, istanbul'da artık iş bulamayıp, trakya'ya götürülmeleri. üretimin trakya'ya kaydığını göstermesi. belediyede iş bulmayı bu kadar önemsemesi. hepsi gerçek ve hepsi dozunda verilmiş. yapılan "fazla dramatize edilmiş" vb. yorumlar ancak nasıl bir yerde yaşadığını bilmeyen birisi tarafından yapılabilir. gerçek bu, yönetmen de çerçevesini buradan kurmuş. gerçekçi akımdan zevk almayabilirsiniz, o da sizin tercihiniz olur.

    kapının kilidinin onarımı için bulunan çözüm güzeldi, bir iple tutturulmuş gibi yaşarken, kapıları sağlam olsa ne yazardı zaten? tek tek evlerin ışıklarını ve sonradan hepsini gösterdiği sahne en beğendiklerimdendi. onun gibi birkaç sahne daha olsun istedim, filme çok yakışacaktı. başroldeki kadın oyuncu bir yandan yüz olarak yaşadığı karaktere çok uygun seçilmişti, fazlasıyla sert ve dünyaya karşı memnuniyetsiz bir ifade veriyordu. ancak yüz hatları o kadar sert ki oyunculuğunun, filmin önüne geçtiği zamanlar oldu. belki yakın çekimlerde biraz daha yumuşatılabilirdi. oyunculuğu zaten iyiydi.

    organ mafyası ve onun sürece dahil edilişi eğreti durmuş. orada, diğer kısımlarla bir kopukluk oluyor. oyunculardan mı, dahil ediliş biçiminden mi.. bitişi de -kesit filmi de olsa- daha farklı olmalıydı.

    yönetmenin ilk filmi için gelecek vaat edici. böyle filmlere ileride bu dönemleri hatırlamamız için de ihtiyaç olacak. tarlabaşı'nı görmeyeli de ne çok olmuş, boş evlerin görüntüsü içimi cız ettirdi.
hesabın var mı? giriş yap