• aşiyan müzesi'nde bulunan ve tevfik fikret'in yazdığı sis adlı şiire halife abdülmecit efendi'nin yaptığı mükemmel tablo.
    yakından bakıldığında sadece sisli bir havada boğazda giden bir sandal görünür fakat 2-3 metre uzaktan bakıldığında arka plandaki süleymeniye'nin kubbesi, minareleri, galata köprüsü'nün kenarı tek kelime ile olağanüstüdür.
  • tam bir sanat eseri.
    bu tablo ile ilgili olarak kutsal bilgi kaynağında 22 sene önce bilgi verilmesi haricinde başka yazan olmaması da tablo kadar ilginç olmasa da insan gerçekten hayret ediyor.
  • şiiri kadar mükemmel değildir.

    sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid, bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid. tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh, bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh; bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar! lâkin sana lâyık bu derin sürte-i muzlim, lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim! ey sahn-ı mezâlim…evet, ey sahne-i garrâ, ey sahne-i zî-şâ'şaa-i hâile-pîrâ! ey şa'şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı; ey kanlı mahabbetleri bî-lerziş-i nefret perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet; ey marmara'nın mâi der-âguuşu içinde ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde; ey köhne bizans, ey koca fertût-ı müsahhir, ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir; hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ, hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ. hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün! mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis; üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his. te'sîs olunurken daha, bir dest-i hıyânet bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet! hep levs-i riyâ, dalgalanır zerrelerinde, bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde. hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu'; yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu'. milyonla barındırdığın ecsâd arasından kaç nâsiye vardır çıkacak pâk u dirahşan? örtün, evet, ey hâile… örtün, evet, ey şehr; örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!.. ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar; kaatil kuleler, kal'alı zindanlı saraylar; ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu ma'bed; ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed, mâzîleri âtîlere nakletmeye me'mûr; ey dişleri düşmüş, sırıtan kaafile-i sûr; ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât; ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârat; ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler; ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer te'mîn edebilmiş nice bin sâil-i sâbir; "geçmişlere rahmet!" diyen elvâh-ı mekaabir; ey türbeler, ey herbiri pür-velvele bir yâd iykâz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd; ey ma'reke-i tîn ü gubâr eski sokaklar; ey her açılan rahnesi bir vak'a sayıklar vîrâneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ; ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin; ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş, yıllarca zamandan beri, tütmek ne…unutmuş; ey mi'delerin zehr-i tekâzâsı önünde her zilleti bel'eyleyen efvâh-ı kadîde; ey fazl-ı tabîatle en âmâde ve mün'im bir fıtrata makrûn iken aç, âtıl ü âkim; her ni'meti, her fazlı, her esbâb-ı rehâyı gökten dilenen züll-i tevekkül ki.. mürâyi! ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtâz insanda şu nankörlüğü tel'in eden âvâz; ey girye-i bî-fâide, ey hande-i zehrîn; ey nâtıka-ı acz ü elem, nazra-i nefrîn; ey cevf-i esâtîre düşen hâtıra: nâmus; ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs; ey havf-i müsellâh, ki hasârâtına râci' öksüz, dul ağızlardaki her şevke-i tâli'; ey şahsa masûniyyet ü hürriyyete makrûn bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kaanûn; ey va'd-i muhâl, ey ebedî kizb-i muhakkak, ey mahkemelerden mütemâdî sürülen hak; ey savlet-i evhâm ile bî-tâb-ı tahassüs vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessüs; ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar; ey gayret-i milliye ki mebgûz u muhakkar; ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-ı siyâsî; ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî; ey bâr-ı hazerle iki kat gezmeye me'lûf; eşrâf ü tevâbi', koca bir unsûr-ı ma'rûf; ey re's-i fürûberde, ki akpak, fakat iğrenç; ey taze kadın, ey onu ta'kîbe koşan genç; ey mâder-i hicranzede, ey hemser-i muğber; ey kimsesiz, âvâre çocuklar… hele sizler, hele sizler… örtün, evet, ey hâile… örtün, evet, ey şehr; örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!... 18 şubat 1317/3 mart 1902 (tanin, 1324/1908, sayı 1)

    dize akiş sirasina göre şiirdeki sözcüklerin-sözcük gruplarinin anlamlari

    âfâk: ufuklar dûd: duman, sis muannid: dik başlı, inatçı dûd-ı muannid: inatçı sis zulmet: karanlık beyzâ: ak, çok beyaz zulmet-i beyzâ: ak karanlık peyâpey: birbiri arkasından, durmadan, gitgide mütezâyid: artan, birikerek çoğalan, çoğalan tazyik: basınç, sıkıştırma eşbâh: cisimler, gövdeler, vücutlar kesâfet: yoğunluk ibâret: meydana gelen, oluşan elvâh: levhalar, tablolar heybetli: korku uyandıracak irilikte, korkunç, ulu nazar: bakış nüfûz eylemek: içine geçmek, içine işlemek gavr: derinlik, dip lâkin: ama sürte: perde, örtü muzlim: kara, karanlık, uğursuz sürte-i muzlim: kara örtü, uğursuz örtü tesettür: örtünme sahn: alan, sahne mezâlim: haksızlıklar, zulümler sahn-ı mezâlim: haksızlıklar alanı, zulümler alanı garrâ: ak, parlak, gösterişli aklık, gösterişli parlaklık sahne-i garrâ: parlak sahne zî-şa'şaa: gösterişli, parlak, süslü, şatafatlı, yaldızlı hâile: facia, trajedi pîrâ: donatan, süsleyen hâile-pîrâ: facia süsleyen sahne-i zî-şa'şaa-i hâile-pîrâ: facia süsleyen şatafatlı sahne şa'şaa: gösteriş, parlaklık, şatafat kevkebe: gösteriş mehd: beşik şark: doğu ezelî: başlangıcı olmayan, çok eskiden beri, öncesiz hâkime: ece, kadın hükümdar, kraliçe câzibedâr: alımlı, cazibeli, çekici hâkime-i câzibedâr: alımlı kraliçe, çekici ece mahabbet: aşk, sevgi, sevme bî-lerziş: titremeden, titreyişsiz bî-lerziş-i nefret: nefretle titremeden perverde eden: besleyen, büyüten sîne: göğüs meshûf: susamış sefâhet: aşırı derecede eğlence ve zevk düşkünlüğü sîne-i meshûf-ı sefâhet: zevk ve eğlence düşkünü göğüs mâi: mavi, su renginde der-âguuş: kucakta, kucağında tûde: küme, öbek, yığın zinde: canlı, diri tûde-i zinde: canlı yığın fertût: bunak, çok yaşlı, kocamış müsahhir: büyüleyen, büyücü, sihir yapan fertût-ı müsahhir: büyücü kocakarı bîve: dul bâkir: el değmemiş, erden bîve-i dul: el değmemiş dul hüsn: güzellik sihr: büyü, sihir hüveydâ: açık, belli, ortada enzâr: bakışlar temâşâ: bakıp seyretme, izleme enzâr-ı temâşâ: seyreden bakışlar hâriç: dış, dışarı, dışında çeşmân: gözler kebûd: gök rengi, mavi çeşmân-ı kebûd: mavi gözler mûnis: cana yakın, sıcak kanlı, uysal girye: ağlama, dökülen gözyaşı bî-his: duygusuz, hissiz te'sis olunurken: kurulurken dest: el hıyânet: güveni kötüye kullanma, hainlik, ihanet dest-i hıyânet: hainlik eli bünyân: yapı zehr: zehir zehr-âbe: acı su, kötü su, zehir gibi su lânet: kargıma, kargış zehr-âbe-i lânet: zehir gibi kargış suyu levs: kir, pislik riyâ: iki yüzlülük levs-i riyâ: iki yüzlülük kiri zerre: çok küçük parça, parçacık safvet: arılık, saflık, temizlik zerre-i safvet: temizlik zerresi hased: kıskançlık levs-i hased: kıskançlık kiri teneffu': çıkarcılık, faydalanma, fayda sağlama levs-i teneffu': çıkarcılık kiri tereffu': terfi, yükselme ümmîd-i tereffu': yükselme umudu ecsâd: cesetler, cisimler, gövdeler nâsiye: alın, cephe pâk: temiz ü: ve dirahşan: parıldayan, parıltılı, parlak şehr: kent, şehir müebbed: sonsuza kadar, sonsuzca fâcire: erkeğe düşkün kadın, günah işleyen kadın, kötü kadın dehr: çağ, dünya, evren fâcire-i dehr: dünya orospusu, evrensel orospu debdebe: görkemli gürültülü patırtılı gösteriş tantana: gürültülü parıltılı şatafatlı gösteriş kal'a: kale dahme: mezar, türbe mersûs: dayanıklı, direngen, sağlam havâtır: anılar, hatıralar dahme-i mersûs-ı havâtır: anıların sağlam mezarı ma'bed: tapınak gırre: yok yere övünen, gafil, gereksiz gurura kapılan, övüngen dîv: cin, dev, ifrit, şeytan, kötülüğü temsil eden varlık mukayyed: bağlanmış, bağlı mâzî: geçmiş âtî: gelecek nakletmek: anlatmak, bir başkasına anlatmak me'mûr: görevlendirilmiş, görevli sûr: sur, kentleri çeviren yüksek duvarlar kafile-i sûr: sur kafilesi, sur silsilesi mebânî: binalar, yapılar münâcât: tanrı'ya dua etme, yakarma mebânî-i münâcât: tanrı'ya yakarma yapıları, tapınaklar mahmil: sepetli yüklük, sepetli eyer, yük taşıyan, yüklü armağan ezkâr: sözler, yinelenen yakarılar mahmil-i ezkârı: sözlerini taşıyan, yakarılarını yineleyip duyuran minârât: minareler sakf: çatı, dam medrese: din eğitimi verilen okul zıll: gölge zıll-ı siyâh: kara gölge te'mîn etmek: elde etmek, sağlamak sâil: dilenci, dilenen sâbir: sabreden, sabırlı sâil-i sâbir: sabırlı dilenci rahmet: tanrı'dan bağışlama, esirgeme dileme mekaabir: mezar taşları elvah-ı mekaabir: mezar taşları tabloları, mezar yazıtları pür-velvele: gürültü patırtı dolu, şamata dolu, şamatalı yâd: anma, anı, anış iykâz etmek: aklına getirmek, uyandırmak sâmit: konuşmayan, sessiz, suskun sâkin: durgun ecdâd: atalar, dedeler ma'reke: cenk yeri, savaş alanı, savaşılan yer tîn: balçık, çamur gubâr: toz ma'reke-i tîn ü gubâr: çamur ve tozun savaş alanı rahne: bozulan, bozuk yer, gedik, yıkık vak'a: olay vîrâne: yıkık yapı kalıntısı, yıkıntı mekmen: pusu kurulan yer, pusu yeri hâb: ölüm, uyku, son uyku eşirrâ: kötüler, it kopuk sürüsü mekmen- i pür-hâb-ı eşirrâ: uykulu it kopuğun pusu yeri ber-pâ: ayakta, ayakta duran, yıkılmamış mâtem-i ber-pâ: yıkılmamış yas temsîl etmek: örneği olmak, simgelemek âsûde: huzurlu, rahat, sessiz fersûde: eskimiş, yıpranmış mesâkin: konutlar, meskenler mavtın: oturulan, yaşamın sürdürüldüğü yer, vatan gam-dîde: gamlı, kaygılı, tasalı merâret: acılık, tatsızlık mi'de: mide tekâza: çekişme, çıkışma, kakma, sıkıştırma, takaza zehr-i tekâzâ: sıkıştırmanın zehri zillet: alçaklık, aşağılık, aşağılık davranışlar bel'eyleyen: içine alan, yutan efvâh: ağızlar kadîd: bir deri bir kemik kalmış, kurumuş, sıska, sıskası çıkmış efvâh-ı kadîde: kurumuş ağızlar fazl: bağış, kerem fazl-ı tabîat: doğanın bağışı, doğanın bağışladığı âmâde: hazır mün'im: bakıp besleyen, nimet veren, yediren içiren fıtrat: yaradılış makrûn: kavuşmuş, ulaşmış âtıl: devinimsiz, duran, tembel âkim: dölü olmayan, kısır, verimsiz ni'met: tanrı'nın sunduğu yiyecek, içecek; yaşam için gerekli şeyler esbâb: nedenler, sebepler rehâ: kurtuluş esbâb-ı rehâ: kurtuluş nedenleri züll: alçalma, düşkünlük, horluk tevekkül: işi tanrı'ya bırakıp yazgıya katlanma züll-i tevekkül: yazgıya katlanma düşkünlüğü mürâyi: iki yüzlü savt: ses, ün kilâb: köpekler savt-ı kilâb: köpeklerin sesi şeref: onur nutk: insanoğlunun konuşma, söz söyleme yetisi şeref-i nutk: konuşma onuru mümtâz: seçkin, başkalarına göre üstün tutulmuş tel'in eden: lanetleyen, kargıyan, kargışlayan âvâz: bağırtı, çığlıkça, yüksek ses girye-i bî-fâide: yararsız gözyaşı, boş yere akıtılan gözyaşı hande: gülme, gülüş zehrîn: acı, zehir gibi hande-i zehrîn: acı gülüş, zehir gibi gülüş nâtıka: insanoğlunun düşünüp söyleme yetisi, düzgün konuşma; dirayetli, dokunaklı düzgün söz söyleme, doğru düzgün sözler acz: güçsüzlük, zor durumda olma nâtıka-i acz ü elem: güçsüzlük ve elem bildiren sözler nazra: bakış nefrîn: kargıyan, lanet okuyan nazra-i nefrîn: kargıyan bakış, lanetleyen bakış cevf: iç, içine yönelen, oyuk, oyulmuş esâtîr: efsaneler, mitolojik masallar cevf-i esâtîre: efsanelerin içine kıble: zor durumda kalınınca başvurulan kapı, müslümanların namazda yöneldiği yan ikbâl: baht açıklığı, yüksek onura ulaşma durumu kıble-i ikbâl: yükselme kapısı reh: yol pâ-bûs: ayak öpme, ayak öpen reh-i pâ-bûs: ayak öpme yolu havf: korku, ürkü müsellâh: silah kuşanmış, silahlı havf-1 müsellâh: silahlı korku hasârât: hasarlar, zararlar râci': -den dolayı, ilgili, o yüzden şekve: şikayet, yakınma tâli': kısmet, talih şekve-i tâli': talihten yakınış, talihten yakınma masûniyet: dokunulmazlık, korunma makrûn: ulaşmış, yakın, yaklaşmış hakk-ı teneffüs: soluk alma hakkı, yaşama hakkı efsâne-i kanûn: yasa efsanesi, (şiirde, anayasa masalı) va'd: söz, vaad muhâl: olmayacak, olanaksız vad'i muhâl: gerçekleşmeyecek vaad, olmayacak vaad, olmayacak söz ebedî: sonsuza dek sürecek kizb: yalan muhakkak: belli olmuş, gerçekliği araştırılmış, kesin kizb-i muhakkak: bilinen yalan mütemâdî: aralıksız, her zaman savlet: saldırma evhâm: kuruntular savlet-i evhâm: kuruntuların saldırısı bîtâb: bitkin, güçsüz kalma, halsizlik tahassüs: duygulanma, etkilenme, içlenme bî-tâb-ı tahassüs: duygulanmaktan bitkin temdîd edilen: süresi uzatılan, uzatılmış gûş: kulak tecessüs: anlama merakı, gizlice öğrenmeye çalışma bîm: korku bîm-i tecessüs: dinlenme, gözlenme, izlenme korkusu gayret-i milliye: ulusal çaba mebgûz: nefret edilmiş muhakkar: hakaret edilmiş, hakir görülen, hor görülmüş seyf: kılıç mahkûm-ı siyâsî: siyasal mahkum behre: kısmet, nasip, pay, üleş fazl: erdem, kerem, üstünlük behre-i fazl ü edeb: erdem ve edebin payı mensî: bellekten gitmiş, unutulmuş çehre-i mensî: unutulmuş yüz bâr: ağırlık, yük hazer: çekinme, korku, sakınma bâr-ı hazer: korku yükü me'lûf: alışkın, alışmış, huy edinmiş eşrâf: ileri gelenler tevâbi': uşaklar, yardakçılar unsur: öğe, bir bütünü oluşturan her bir parça ma'rûf: herkesçe bilinen, ünlü unsur-ı ma'rûf: ünlü parça, ünlü öbek re's: baş fürûberde: aşağı eğilmiş re'si fürûberde: eğilmiş baş ta'kîb: izleme mâder: ana, anne hicranzede: ayrılık acısı çeken mâder-i hicranzede: ayrılık acısı çeken ana hemser: arkadaş, aynı kafada, eş, eşlik eden muğber: dargın, gücenik, kırgın hemser-i muğber: gücenik eş âvâre: başı boş hâile: facia

    tevfik fikret
hesabın var mı? giriş yap