• hayırseverliğin kitabını yazmakla yetinmeyip, rengârenk devrimlerin finansörlüğünü üstlenen büyük entelektüel george soros'un gençlik dönemimde yazmış olduğu felsefe eserinin adı. bu büyük spekülatörün bu eserinden bahsederken kullandığı "unfortunately, the title was the best part of it" ifadesi (g. soros, the alchemy of finance: reading the mind of the market, p.12, john wiley & sons, inc. 1994) sizi şaşırtmasın; şimdilerde ne kadar küçümsüyorsa bu eserini, zamanında o kadar önemsemiş, bir felsefeci olacağına inanmış belki de. keza bir röportajından anlıyoruz ki, nar ekşisi kıvamındaki eylemlerin vazgeçilmez adamı fikirlerinden (özellikle de the open society and its enemies adlı eserinden) çok etkilendiği karl popper'a bu eserini yollamış. üstad da göynü kırılmasın diye, "çalış çalış, olur olur, neden olmasın, insan azmedince her şey olur, zamanla dahan iyi yazarsın" şeklinde gazlayıcı bir yanıt yazmış; sonra londra'daki school of economics'e davet etmiş.

    soros da elinde kitabıyla tutmuş gitmiş popper'ın okuluna, öğrencilerin yanında kendisini "intruder" gibi hissetmiş. hoca kapıda belirmiş, gelmiş "oo sorosçuğum hoşgeldin" ayağı yapmış. "ama sen amerikalı değilsin!" demiş görür görmez. soros da "evet, değilim" diye karşılık vermiş. popper da bunun üzerine "bak bu olmadı; bu gerçekten beni hayal kırıklığına uğrattı! ben kitabını okuyunca senin amerikalı olduğunu sanmış ve 'sonunda bir amerikalı benim görüşlerimi anladı' demiştim" (soros'un metni o denli popper'ın görüşleriyle bezeliymiş işte) demiş (g. soros (with b. wien and k. koenen), soros on soros: staying ahead of the curve, p.33, john wiley & sons, inc, 1995). sonra ne mi olmuş? hiç gerek yok, hiç gerek yok.

    bilinmesi gereken şey, bilinçliliğin sınırlandırılmasının george soros'un başından beri en takıntılı konu başlığı olmasıdır. bu küçük felsefe eseri de bunun bir göstergesi.

    sorosçu açık toplum idealinin köklerini incelemeye başladığımızda, başlangıç noktası olarak soros'un, the alchemy of finance: reading the mind of the market adlı eserinin giriş bölümünü kabul edebiliriz. zira soros burada kendisini bildi bileli, ilk kavranması gereken şeyin "kendini bilmek" olduğunu düşündüğünden bahseder. ona göre "kendini bil" yani "nosce te ipsum" (gnothi seauton) düsturu, mümkünâtı olmayan bir hedeftir. zira bilgiyi edinmek için evvela özne ile nesne arasında bir ayrım yapmamız gerekiyorsa, "kendini bil" düsturunda özne de nesne de aynı olduğu için nesnellik ortadan kalkar .

    kısaca şunu söyleyebiliriz: soros'un the burden of consciousness'tan beri derdi özneyi nesne, nesneyi de özne kılıp ikisini birbirine bağlamaktır. böylece kendini bilen kendi olmuş olacaktır. toplumun hayırseverliğe ihtiyaç duymaması da bu bilinç idrâkinden kaynaklanıyor. örneğin turuncu devrimle açılan toplum bir daha hiç kapanmamacasına nesne ve özne olmuştur; kendi kendini gerçekleştiren bilinç yani başka deyişle. gözünü seveyim, kitabımızı yollayacağımız bir popper'ımız, cebimizi dolduracak da dolarımız yok. karamsar devrim düşer payımıza. böyle de abuklaşıp kapatırım entiriyi, okuyucuyu düşünmeye davet etmiş ayağına yatarım. ne de olsa, ironi en güzel uyutma vesilesi, sıkıştı mı daya iki galon ironi, kimse hiçbir şey anlamaz.
hesabın var mı? giriş yap