• "ancak güçlü bir inanca sahip olan kimse, kuşkuculuğun zevklerine kapılabilir"
  • kuşkuculuk.
    aklıma matrix'in "there is no spoon" sahnesini getiren felsefe akımı.
    çocuk kaşığı bakışlarıyla büker ama aslında bir kaşık yoktur.
    gördüklerimiz, inandıklarımız sadece gerçek olduğunu hayal ettiklerimizin zihnimize yansımasıdır.

    kaşığın büküldüğüne inanmak tıpkı bir dine hatta onun ötesinde bir tanrının varlığına inanmak gibidir.

    ve buradan aynı filmin bir başka sahnesine yönelebiliriz.
    bu sahnede matrix'in aslında ne olduğunu bilen cypher çatalın ucunda tuttuğu leziz bifteğe bakarak şöyle der:
    "i know this steak doesn't exist. i know that when i put it in my mouth, the matrix is telling my brain... that it is juicy... and delicious...
    but ignorance is bliss!"

    evet cehalet mutluluktur.

    buradan da şu sonucu çıkarabiliriz. septisizm yani kuşkuculuk bizi doğrulara götürecektir ve doğrular bu hayatta yalnızca canımızı sıkmaya yarar.

    bu da böyle bir bakış açısı :]
  • düşünülebilecek hiçbir konuda kesin bilgi diye bir şeyin olmadığını düşünenlerin savunduğu felsefik akım.
  • stoacılar nasıl ki tutkuları perturbatio animi'den (zihin rahatsızlığı/kargaşası) sayıyorsa, kuşkucular da 'kuşkucu yeti'yi (sceptica facultas) bir tür zihin rahatsızlığından kurtulma olarak görür. bunu sextus empiricus'un pyrrhoneioi hypotyposeis'inde (lat. pyrrhoniaris institutio) açıkça görürüz. bu yüzden <bana göre> kuşkuculuk senin bakış açına göre bir arıtma tesisi ya da çöp ev olabilirliği bulunan bir şeydir. şöyle diyor empiricus:

    "kuşkucu yeti, duyularla kavranmış şeylerle zihinle ve usavurmayla edinilmiş görüşler arasındaki karşıtlıkları bir şekilde ortaya koyar; bu yetkinlikle <karşıt şeyler ve muhakemeler arasındaki güç dengesinden ötürü> ilkin yargı ertelemesine (ad assensus retentionem), daha sonra -zihnî- kargaşadan muafiyete (ad vacuitatem a perturbatione) varırız." (a.g.e., 1.iv.)

    peki, nasıl oluyor da kuşkuculuk hem kuşkularla zihni bulandırırken, hem de zihni arıtabiliyor? buna cevabım, zihni neyle arıtıp, neyden arıttığınızın önemli olduğudur. empiricus'un tanımındaki kuşkucu yeti <en azından pyrhhocu dönem için> zihnin olur olmadık her fikirle ve yaklaşımla bulanıklaşmasının önüne geçer. kişi kuşkulanır, çünkü zihnine adeta bir taaruz vardır, belleği işgal altındadır, kuşkusu, kuşandığı silahı gibidir, düşman ise her yandadır, çünkü formasyonun olduğu yerde nasıl ki deformasyon kaçınılmazsa, enformasyonun olduğu yerde de dezenformasyon kaçınılmazdır. kuşkucu zihin bunu bilir, bu yüzden her enformatik tutumun, bir an gelip de denformasyona güdümlü olabileceği düşüncesini benimser, müteyakkız durumunda kalır. kime karşı? herkese ve her şeye karşı. o halde kuşkuculuk bir tür arıtma tesisidir, çünkü dezenformasyon yani bilgi kirliliği her yerdedir, yine kuşkuculuk bir tür çöp evdir, çünkü zihin çoğu kere kuşkuların tahakkümünden kurtulamaz hale gelir sonunda, çünkü kuşku soğuk yenen bir yemektir, kıskanç olan nasıl akrep gibi kendini sokarsa, kuşkulu olan da aynı şekilde zihnini zehir içinde bırakır, onda sadece bir "izlenim" bırakmanız yeterlidir. kuşkucu, ondan hareketle nereye varacağını iyi bilir. çünkü o kazançtan değil, kayıptan beslenir. ne kadar kayıp varsa, o o kadar başarılı ve mesuttur.

    peki, ne için bütün bunlar? bütün bunlar "ad vacuitatem a perturbatione" yani kargaşadan muafiyete varmak içindir. çarmıhtakine karşı dionysius gibi, kargaşadakine karşı muafın çöp evi. benim gördüğüm bu, en azından pyrhhoncu septisizm'de.

    bu eski kuşkuculuğa örnek vermek istiyorum. i.ö. 530'da, yani günümüzden tam 2540 küsür sene önce xenophanes şöyle diyordu <yunancasına şu an ulaşamadığım için karl popper'ın "the open society and its enemies ... routledge, 1962, s.26" künyeli çevirisinden türkçeye çeviriyorum>

    tam doğru bilgiye bakalım o halde, kimse bunu bilememiştir ki,
    hiç kimse de bilemeyecek tanrılar hakkında bir şeyi!
    ne de burada bahsettiğim bütün bu şeyleri, tam şimdi!
    zaten insanoğlu söyleyebilseydi şans-eseri, nihaî gerçeği,
    ah, bunun ne olduğunu kendi de bilebilir miydi?
    bütün bunlar, her şey, ibaret örülü bir tahmin ağından!

    bir de günümüzde <özellikle de siyaset alanında> kuşkuculuğunu bir tür kuşkusuz kabullenişlerine yem eden zihinlere özgü "tanımların sonsuz geri gidişleri" hamlesi vardır ("kılıçdaroğlu çapsızdır", "tayyip vatan hainidir", "ahmet türk yumruğu yemeyi çoktan hak etmişti" vb.). "özellikle de siyaset" dememe bakmayın, en büyük kabullenişlere dinlerle birlikte orada rastladığımız için ilk aklıma o geldi, ancak siyasetten taşarak bir tür modus vivendi yani yaşama tarzı biçimlendirme telâşı da kuşkucu zihni, daha büyük katmanda üstü örtük bir kuşkucusuzluğun esiri kılar. sadece belli ölçekte, belli şeylere sorguyla yaklaşır, çünkü neticede kuşkulanmadığı bir hareket başlangıç noktası olmak zorundaymış gibi hisseder. böylece gizli bir zincirle zincirler kendini, bundan kendi de haberi olmaz, tıpkı xenophanes'in nihaî gerçeği söyleyebilmiş olmasına rağmen, onun farkında olmayan insan tasarımında olduğu gibi. ancak bu da tümüyle yadsınabilecek bir şey değildir, çünkü insan zihninden ve muhakemelerden çıkma ilk ve son önermelerin bir şekilde kendisinden kuşku duyulamayacak bir hareket noktasına ihtiyacı vardır. nihilistlerin 'hiçbir şey yoktur' önermesinin, en nihayetinde kendisinin var olması gibi. önerme var ama önermenin içeriği onun olmadığını söylüyor, böyle bir şey olabilir mi? olmak zorunda. başkalarının özgürlüğü için kendini zincirleyen özgürlükçü ya da tutsak altındakilerin kurtulması için kendini benzinle yakan genç gibi, örnekleri çoğaltabiliriz. buna ben tasmalı erk diyorum.

    bu tasmalı erklik durumundan kurtulabilmek için önermenin kendisiyle, öğreti içinde içerdiği anlam arasında bir çelişiklik olmaması gerekiyor. alan musgrave'in common sense, science and scepticism'de örneklediği gibi, siyasetçi richard crossman bütün siyasetçilerin, kavram karmaşası yarattığını ve <yukarıda kuşkuculuğun gidermeye çalıştığını söylediğim> bu karmaşanın da siyasî tartışmaları anlamsız yere uzattığını düşünüyordu. ona göre herbirinin, yasal hükümlerle 'kullandıkları her kavramın ayrıntılı sözlük açıklamasını yapmaya' zorlanması gerekiyordu, ancak popper'ın da bildirdiği gibi, bunun olması durumunda siyasetçiler sonsuz kere sonsuz bir şekilde konuştukları dilin ve kullandıkları kelimelerin anlamlarını tartışmak durumunda kalacak, böylece siyasetçiyi o kılan temel nitelik yani siyaset yapma niteliği ortadan kalkacaktı. yani zihni kargaşadan temizlemek için merkezine patlayıcı yerleştirmek gibi bir şey bu.

    oysa kuşkucu adı konmamış arı bilgiye ulaşmayı gizli bir hedef gibi beller, ona ulaşamasa da beller. bellenmiş olması illa ki ona ulaşılması gerektiğini doğurmaz, o uğurda başka hedeflere varabilirsiniz. daha ironik olan ise, vardığınız o diğer hedeflere de vardığınızı bilemeyecek olmanızdır, bu kuşkucu mantığa göre. gelin de çıkın işin içinden.

    şunu sizin için yaptım, boş vaktinizde bakar bakar beni anarsınız:
    http://i46.tinypic.com/2u89kz6.jpg
  • bu ekol adamı dinden imandan çıkarmak için kurulmuştur. ekşi sözlük'te gerçek septikler bulunmadığı için şanslıyız a dostlar. "ulan orospu çocuğu..." nidaları havada uçuşurdu sanıyorum. bakın hak vereceksiniz, noktasına virgülüne şey etmeden, sextus empiricus'tan alıntılıyorum:

    "...biri bize, çürütemeyeceğimiz bir kanıt sunduğunda, ona şöyle deriz: 'senin bağlı bulunduğun okulun kurucusu doğmadan önce, okulun kanıtı <her ne kadar doğada bulunsa da> henüz sağlam görünmüyor ve bu yüzden sunulmuyordu. aynı şekilde senin sunduğun kanıtı çürütecek başka bir kanıt şu an doğada olmasına rağmen henüz bize görünmemiş olabilir; o halde şu an için güçlü görünen kanıtını henüz onaylamamamız gerekir.'"

    - pardon ama ben de o zaman, çok kötü butonuna basmak zorundayım şerefsiz septiikkk!!!1
  • modern kuşkuculardan martin gardner (1014-2010) vefat etmiş, taze öğrendim [j] *. pekala, yolun açık olsun. gittiğin yerde de kuşkuya devam etmek zorundasın, neticede bu zihni kargaşadan kurtarma ve yargıyı erteleme uğraşısı, değil mi? pyrrhon'la haksız çıkmanın tadını var varabildiğin ölçüde, neticede kuşkuculuk, dogmatikliğe karşı bir tür yalnızlık anlamını taşıdığından, ne kadar kaybedersen/haksız çıkarsan o kadar kargaşadan kurtulmuş olursun, değil mi? kaybetmeyi sevenlerin ve benimseyenlerin ekolü, bir neferini daha kaybetti. biz öyle sanıyor da olabiliriz; kuşkum, benim her daim yanılacağım yönündeyse, o vakit al buyur, sana sanılardan bir demet martin gardner. yanıla yakıla kuşkuya devam, çarmıhtaki dogmatiklere karşı pyrrhon!

    öncelikle şunu söylemem gerekiyor. kuşkuculuk ya da <genel strüktürün biçimlendiricisi olduğu için kendi adını verdiğince> pyrrhonculukta hasım olarak bellenen dogmatiklik salt başlıktaki çarmıh imgesiyle çağrıştırdığınca dinî değildir. herhangi bir konuda öne sürülen önermelerin temel ölçütünün, yanılabilirliği doğuştan gelen insan olmasından ötürü, insanın bağlandığı her inanç ve ekol bir yönüyle dogmatiktir. bunu sextus empiricus'un pyrhhonculuğun esasları adlı eserinde açıkça görürüz. kendisine karşısav getirilebilirliği bulunan her sav çürüktür bu mantaliteye göre. şöyle diyor doksograf nitelikli, pyrrhoncu filozof: "muhakemeler arası güç dengesiyle ikna edici olma ile ikna edici olmama arasındaki eşitliği kast ederiz; çelişkili muhakemelerden hiçbiri, daha fazla ikna edici olma konusunda diğerine üstünlük sağlamaz. yargının ertelenmesi, aklın askıya alınmasıdır; bundan dolayı bir şeye geç ya da dur demeyiz. " [jj]

    burada altını çizmiş olduğum "muhakemeler arası güç dengesi", "yargının ertelenmesi", "geç" ve "dur" ifadeleri kuşkucu düşüncenin temel etiketleridir. bunu özetlersek: <biz bu özette kuşkucu olalım> muhakemeler arasında güç dengesi, bizim herhangi bir konuda kesin ve mutlak bir yargıya varmamıza engel olur, bu yüzden herhangi bir görüşe geç ya da dur demeyiz. demeyiz, çünkü <yine empiricus'un aktardığı gibi> kuşkucuların dogma sahibi olmaması gerekir. kuşkucuların dogmaları olmaz dediğimizde, dogmayı bazılarının kullandığı ölçüde, dogma bir şeye bağlı olmadır gibi oldukça genel anlamıyla kullanmış olmuyoruz; zira `kuşkucular görünümlerin yönettiği hislerine bağlı olur`, öyle ki aksi olsaydı, sıcakladıklarında ya da üşüdüklerinde 'sanırım sıcaklıyorum (ya da üşüyorum)' dememeleri gerekirdi [jjj].

    kuşkucuların dogmaları olmaz, çünkü onlar görünümlere <görüngü ya da fenomen de diyebiliriz> bağlılar. "olmaz!!" derken de aslında bağlılar dogmaya ama şeylerin görünümü de, o görünümleri algılayan insan ya da hayvanların birtakım modus'larına (ölçüler) göre farklılık gösterebilir, bu yüzden ancak bağlı oldukları dogmanın spesifkasyonuna bağlı olarak dogma sahibi olabilirler. o halde klâsik dönem kuşkucularının dogması ancak, insanların dogma edinebilirliğini besleyen görüngü farklılığının kabulüne dayanabilir. daha basitçe dile getirmem gerekirse, kuşkucunun dogması, farklı insanların farklı dogmalara sahip olabileceği, bu yüzden de tek bir dogmanın mutlak olamayacağı yönündedir.

    daha basit oldu mu? yok olmadıysa, bir daha deneyeyim. kuşkucunun dogması, asla bir insanın başka bir insanla aynı görüngüyü duyumsayamayacak olmasına dayanır. bu sefer oldu galiba. tamam. işte bu noktadan, yani kuşkucunun, kuşkucu olmayanların kabullenmeye dayalı doğalarına ilişkin tespitinden bir sonuç doğar: insan ya kuşkucu olur dogmaları öteleme dogmasının esaretinde, ya da kuşkucu olmaz herhangi bir dogmanın esaretinde. her ikisi de aynı kapıya çıkar, çünkü "dogma kötü bir şeydir" ya da "dogma edinilmemelidir" önermeleri de öğretinin kaçınılmaz bir parçasına dönüştüğünde de, ki klâsik kuşkuculukta dönüşür, dogma insanı esir alır. o halde ben dogmaya mecburum, bilemezsin. en azından "benim dogmam yok" derken bile "benim dogmam yok"u dogma olarak bellemiş oluyorum, bu yüzden insan dogmasına rağmen yaşayamaz, yaşayamaz hannelise. yaşamaya çalışırsan buna pozitif dogma diyorlar, yok yaşayamazsan negatif. o halde dogma da kendi içinde bir tür serdengeçti, felsefenin fedaisi. sistemi koruyan her türlü dogmaya selam duruyor, diğerlerini öteliyor. bunu yaparken de dogma sahibi aslında.

    meselenin bir de kelimelerin çağrıştırdığı kadarıyla akademik takılma boyutu var. mesela ben gâvur akademiyasından bir kafanın hıristiyanlık düzenindeki kaçınılmaz yasalılığını gösteren bir obligatory kelimesiyle karşılaştığım vakit rahatsız oluyorum. çünkü bu bana obligare fiilindeki yasa anlamında "suçlu kılınma" ve maliye anlamında "ipotek altına alınma"yı anımsatıyor. hal böyle olunca, ancak ipotek altına alınıp gam yükü altında ezilenlerin bileceği türden bir zorunluluk anlayışından ötürü dogmanın insanı nasıl esir aldığını düşünmek zorundayım. böyle bir dogmadan sıyrılmış olmayı öğütleyen septik ekol, vargıyı ve yargıyı başlangıç noktasına raptetmiş olduğundan ötürü içimde bir tiksinti uyandırıyor.

    insanların böyle küçük şeylere nasıl secde ettiğini anlayamıyormuş numarası yapmak istiyorum. ama bakın şimdi haksız mıyım. cennetle müjdelenen (yaşarken ölmek sanki değil mi?) enes'in peygamberin türlü yemeğindeki kabakları ayırıp onları daha bir iştahla yemesini aktardıktan sonra "o günden beri kabağı seviyorum (jjjj) ve bana yapılan yemeklerde kabak koyulabilecek her yemeğe kabak koyduruyorum" demesi (jjjjj) bile dogmalaşabiliyor. kabağı bile dogmalaştıranlar var dünyada ve kabağın dogmalaşması gerektiğini düşünenlerin yazdıklarını da. ben de diyorum ki, kabaktaki dogmatiklere karşı pyrrhon! insanın kabağa bile inanası var. pardon ünlem!

    j'li notlar

    j. http://www.guardian.co.uk/…10/may/25/martin-gardner
    jj. sextus empiricus, pyrrhonculuğun temel esasları i.4.10.
    jjj. sextus empiricus, a.e. i.7.13.
    jjjj. buhari, buyu' 30; et'ime 25, 35-38; müslim, eşribe 144, 145.
    jjjjj. müslim, eşribe 145.

    yıldız:

    * bu entiriyi kenara attığım tarihte vefatı tazeydi.
  • septisizmin kör baltası, hür olduğunu sanan dogmatik sevgilileri de vurdu desene!

    lucretius'un epicurus'un izinden gitmesi gibi septisizmin babası olan pyrrhon'unyoluna kurban olan sextus empiricus pyrrhon. hypotypos. i.14.108'de yunancasıyla şöyle diyor: "polloi kai eromegas aisxras exontes, ormota tas autas einai doxusi". latincesiyle "multi etiam amicas minime formosas habentes, pulcherrimas ipsas esse autumant." türkçesiyle "çoğu kişi çirkin kız arkadaşının çok güzel olduğunu düşünür."

    yunancasını geçiyoruz, ortaçağ'da yapılmış latince çevirisindeki ince işçiliğe bakıyoruz. "minime formosa..." ayna önü çiçeği türünden bir kadına yapılabilecek en büyük hakaretlerden biri sayılabilir. "pek az güzel" yani tersten okursak "hiç güzel değil" adam resmen minime demiş. minime. her şeyin minime'si kötü sayılır, tabi şeylerin kayda-değer olması şart. neyse efendim işte minime formosa bir kız arkadaşınız varsa, onun pulcherrima pek pek güzel olduğunu düşünürmüşsünüz, öyle diyor empiricus. kargaya yavrusu kuzgun görünürmüş deyişi gibi düşünebileceğimiz bu ifadeyi şunu anlatmaya çalışırken söylüyor:

    bizler görüngülere ilişkin bir standart belirleyemeyiz, çünkü duyu aygıtları/organları normal işleyen ile işlemeyen arasında bir fark varsa da, biz bunu bilemeyiz, çünkü görüngüler farklı antenlere farklı şekilde takılır. mesela birine bok rengi gibi görünen, öbürüne cırtlak görünür "aa güzel işte nesi var ki" falan der. kız arkadaşı olunca da, etraftakilerin "ama o çok çirkin ya sana gitmemiş" lafına aldırmaksızın "yoook, o dünyanın en güzeliii" der, eti etine değdikçe heyecan duyar, kirpiklerini kırpıştırır.
  • foucault şiddetli ve radikal kuşkuculuğu savunurken gailesini <"tüm metinlerinin temel gailesi" olarak şey yapın> şöyle betimliyor:

    <gailem> delilikle, normallikle, hastalıkla, suçla ve cezayla ilgili kimi kanıtlanmaya gerek duymayacak ölçüde açık kabulleri (self-evidences) ve basmakalıp sözleri (commonplaces) çürütmeye yardım edecek; diğer birçok şeyle birlikte onlar üzerinde de duracak; böylece kesin deyişler (phrases) artık öyle rahatça dillendirilemeyecek, kesin eylemler de keza <gerçekleşmeyecek> veyahut en azından bundan böyle öylesine tereddütsüz gerçekleşmeyecekler; insanların şeyleri kavrama ve yapma yollarındaki kimi kesin tavırları değiştirmeye yarayacak, tolerans eşiklerinin ve duyarlılığın oluşumlarına ilişkin bu zorlu yer dönüşümde iştirakçi olacak (*).

    buradaki konum doğrudan fukonun kendisi olmadığından, genel olarak onun tutumundan ziyade onun gösterdiğine baktığımı söylemeliyim <her gösterene bakmam, fuko gösterirse bakarım>. bir insan neden bunu yapar, yani neden kuşkulanır? bırak işte, kim nasıl diyorsa, nasıl kabul ediyorsa, öyle kalsın. olmaz mı? kuşkucu "hayır olmaz" der. çünkü kendi haline "bıraktığımız" kişinin inandığı ve söylediği şey, balta girmemiş bir ormanın içinde kendi başına istediği şeyi yapmasına benzemiyor. gerçi, öyle bir durumda da, diğer insanların sosyal ve kültürel sorumlulukları devreye girebilir, örneğin bir kişinin yeni doğmuş kızını/oğlunu bir ormana götürüp senelerce beslediğini ve bebeklikten itibaren düzenli olarak onu cinsel obje olarak istismar ettiğini düşünün. söz konusu kız/oğul küçüklükten itibaren alışageldiği (belki stockholm sendromuna yakalandığı), dış dünyadan ve onun değerlerinden kopuk bir şekilde maruz kaldığı eylemleri doğalmış gibi kabul ederek gelişecek, hiçbir vakit insan doğasının çektiği bu zahmetlere layık olmadığını söyleyen medeniyetten bihaber bir şekilde babasına teslim olacaktır.

    bu durumda medeniyetin bekçileri babayı ve kızını/oğlunu ormanda tespit edince değer yargılarıyla kızı/oğlu babanın elinden kurtarmaya çalışacaktır, çünkü medeniyet kendi varlığının en büyük göstergeleri olan ulaşım ve iletişim yoluyla "ulaştığı" her noktada kabullerini temel alarak, örneğin <uyduruk hikâyemize göre> bir suç ve ceza ölçüsü belirler, alışmış oğlu/kızı dışında başka hiç kimseye zararı dokunmayan babayı medeniyetin merkezine yani forumun bulunduğu kente çeker ve mahkemede cinsel istismardan yargılar, babayı ve kızı/oğlu o halde ormanda bırakmaz. demek ki, medeniyet tahakkümcüdür.

    örneği ormandan verdiğime bakmayın. avusturya'da kızını mahzene kapatıp senelerce ona tecavüz eden baba haberini hatırlayacaksınız, medeniyet ona da karışmıştı (**). medeniyetin ona karışmasının nedeni olayın kendi içinde gerçekleşmiş olması, yani toplum içinde yaşanmış olması değildi. medeniyetin olduğu değil, yukarıda da göstergesi olarak bahsettiğim gibi, ulaştığı her yerde kendi kabullerine göre tahakkümcü olmak zorunda olduğu açıktır. peki, ben buna niye takıldım gecenin bu yarısı? şu yüzden:

    geçenlerde yazdığım üç yazıda <girdiğim üç entiri> stoacılar ve ensest meselesini ele alıp ensest gibi "kötülük"lerin zeitgeist tarafından insanlığa dayatıldığı sonucuna varınca yığınla mesaj aldım. bu mesajlardan bir kısmı "biz stoacıları böyle bilmezdik" temalıydı <metinleri kaynağından okumazsan, yanlış bilirsin elbette>, bir kısmı ise enseste cevaz veren türden. özellikle de ikinci kısım burada ilgimi çekiyor. meğerse bu konuda ancak "canım banane elalemden" ölçüsünde enseste "olur" verenlerden <bunların "olur"u, olayın kendilerini ilgilendirmediğini düşünmelerinden kaynaklanıyor, yoksa olayın kendi doğasına göre doğru ya da yanlış olduğunu düşünmüyorlar, oysa çağımızın batıcıl çağdaş medeniyet algısı insanın sadece kendisinden değil, başkalarından da sorumlu olduğunu dayatıyor> ötesini düşünenler de varmış. örneğin mesajlardan birinde "doğaya uygun olduğu müddet, ensest de uygundur" mantığını benimseyen ilk stoacıları aratmayacak ölçüde "bir insanın kendi doğurduğu/doğurttuğu bir şeyle <yani "ana oğul / baba kız" kardeşler arası değil> cinsel temas kurmasının doğal olduğunu, çünkü iki kişinin herhangi bir zaman diliminde, kendi istençlerinden başka yükümlülük tanımaksızın meydana getirdiği bir canlının 'kullanım hakkının' yine o iki kişide olduğunu, bu yüzden ensestin de doğal karşılanması gerektiğini" savunulduğunu gördüm. oysa temelde hatalı bir düşünceydi bu <ve benzer cevazlar>.

    hatalıydı, çünkü bu muhakemeye varan kişinin de dahil olduğu medeniyet, yukarıda bahsettiğim gibi, tahakkümcüdür. kendi bekası uğruna, iştirakçilerini denetler ve oluşturduğu açık ve gizli toplum sözleşmelerini yürütür. onun içinde <ya da onun ulaştığı yerde> yaşayıp onun değerlerinden kendini soyutlayamazsın. iki kişinin arzusuyla dünyaya getirilmiş olması, o kişinin de tıpkı anası ve babası gibi medeniyete dahil olmasına engel değildir. o da dogmatik değerler üzerine kurulu medeniyetin bir parçası <örneğin vatandaşlık hukukuyla bir ülkeye bağlı olarak yasalara tabi olmayı düşünün> olduğundan, tahakkümcü medeniyetin şemsiyesi altında korunur. kimse sadece anne-babasının yükümlülüğü altında değildir, çağdaş medeniyetin şemsiyesi altındaysa.

    peki, isa'nın "ben babayla oğulun, anneyle kızın, gelinle kaynananın arasına ayrılık sokmaya geldim" demesi (***) gibi çağdaş medeniyetin aile yaşantısına müdaheleciliği bile bizim, tüm insanlığın üyeleri olarak sınırlarımızı aşma konusunda ne kadar eli kolu bağlı fertler olduğumuzu göstermiyor mu? medeniyetin açık yasaları ve örtük adetleri ne kadar ampirik gözleme dayalı realist ve rasyonel çözümler bulursa bulsun, delikleri ne kadar kapatırsa kapatsın, neticede insanlığı el altında tutan bir tür ön-kabuller çöplüğüne çevirmeye devam edecek. ve biz ancak medeniyet ve toplum izin verdiği ölçüde kendi sınırlarımızı aşabileceğiz, çünkü toplum, söz konusu mesajda bahsedilmeyen ama onun da nedeni olan şeyden ötürü, yani insanın en mahrem yaşamına, en yakınına dek karışan tahakkümcü gücünü medeniyetin kendisinden almaktadır.

    "peki, toplumdaki gelişim, ilerleme, onlara ne diyorsun?" önce elini indir, "toplumda gelişim, ilerleme" olmaz, toplumun kabul ettiği ya da üzerine değer inşa ettiği kavramlarda değişme, gelişme ya da her ne karın ağrısıysa o olur. toplum her ne koşulda olursa olsun, söz konusu değerler etrafında kümelenmiş insanlar yığınıdır. o son görüngüdür. bu görüngünün kendi içindeki tahakkümcü yapının savunageldiği değerler ise sadece bir yolla sorgulanır, yani kuşkucu temayülle. bu da, klâsik kuşkucuların dediklerine bakılırsa, sadece muhakemede kalan bir temayüldür. foucault'nun radikal kuşkuculuğu da bu kapsamda değerlendirilmeli, yani foucault'nun kabullerin "artık tereddütsüz gerçekleşmemesi" arzusu ancak muhakeme sürecinde geçerlidir, buradan hareketle onun enseste cevaz verdiği düşünülmez, onda sadece neden cevaz verilmediğine "radikal bir kuşkuyla" yaklaşılır ve "tereddütsüz kabul edilmiş" olan şeylere tereddüt esansı katılır.

    başka deyişle, kuşkucu, ensest örneğinde olduğu gibi, toplumun üzerinde uzlaşmışçasına dogma oluşturduğu bir şeyin nasıl savunulduğunu inceler ve adeta dogmatikleri, kendilerine çeki-düzen vermeye zorlar ve onlara başka savunma yollarını denemeleri için şans tanır. bu yüzden dogmatiğin en iyi dostu, acı söyleyen kuşkucudur.

    demek ki, ensest örneğinde olduğu gibi, bana mesaj yoluyla ulaşanlar bazında en azından, dogmatikler tarafından ikna edilememiş birileri mevcut. kuşkucular, dogmatiklere eksiklerini gösteren aynalar gibidir, bu yüzden dogmanın sağlamlaşmasına çalışırlar, diyebiliriz.

    foucault'nun gailesindeki tolerans ve duyarlılık özlemi de, biraz eşelenirse, dogmatikçedir. bir düşünürün ensest de dahil olmak üzere herhangi bir konudaki radikal kuşkuculuğu da dogmatikçedir. aslına bakarsanız insanın olduğu yerde dogma hep vardır ama onun sınırlarını çizen etkenlerin ne olduğu önemlidir sadece. zeitgeist çiziyorsa, medeniyet çiziyorsa güzel, gece yastığa kafanızı koyduğunuzda uydurduğunuz bir bahane çiziyorsa, aykırı olması koşuluyla, kötüdür. dogmanın iyi ya da kötü olup olmadığıyla ilgilenmeyen klâsik çağ kuşkucularının toplumun günlük yaşamındaki doğal akışı <ki bunu da dogmatik kabullerin eseri ve esiri olarak değerlendirebiliriz> temel almasının nedeni buydu. empiricus'un "insanlar harekete ve oluşa karşı muhakemelerle uğraşmadan karada ve denizde seyahat ediyor, gemiler ve evler yapıyor, çocuklar doğuruyor" (****) demesi bundandı. hem dogmatikçe oluşturulmuş insanlık eylemlerini kabul ediyorlar (*****) <ki bu kabul de dogmatikçedir> hem de dogmatikliğin doğasına karşı çıkıyorlar, nasıl oluyor bu?

    oluyor çünkü enseste cevaz verilmemesini muhakeme yoluyla çürütmek yani ensestin yasaklanmasına kuşkuyla yaklaşmak başka, enseste cevaz vermek ve onu yasal görmek başkadır. kuşkuculuk yani septisizm bir karşıt-muhakeme eğlencesi, her yeri saran hybrid-dogmatiklerine ayna tutma ve kravatlarını, eteklerini düzeltme görevini üstlenmedir. kuşkucu da medeniyetin bir parçasıdır, kuşkuculuk da. muhakemede kalmış kuşku, eylemdeki her türlü kabule karşıdır ama kendisi de bir tatbikçi olmaktan kaçamaz.

    foucault ile başladık onunla kapatalım.

    "insanların yargılamayı sevmesi şaşırtıcıdır. yargılama her zaman, her yerde geçerlidir. belki de insanlığın yapmaktan vazgeçemeyeceği en basit şeylerden biri. çok iyi biliyorsunuz ki, son insan, radyasyon son düşmanını da küle çevirince, cılız masasına oturacak ve şahsî sorumluluğunu (individual responsible) yerine getirecek... yardım edemem ancak yargılamaya çalışmayacak bir eleştirinin (criticism) hayalini kurabilirim." (******)

    bize kuşkuyla bakan yıldızlar

    * m. foucault, 'questions of method', the foucault effect: studies in governmentality, ed. by g. burchell - c. gordon ve p. miller, university of chicago press, 1991, s.83; sara mills, michel foucault, routledge, 2003, s.112.
    ** http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=254262 ; http://www.guardian.co.uk/…rs-authorities-apologise
    *** matta 10.35.
    **** sextus empiricus, pyrrhonculuğun genel esasları ii.244.
    ***** leo groarke, greek scepticism: anti-realist trends in ancient thought, mcgill-queen's press - mqup, 1990, s.153.
    ****** m. foucault, "the masked philosopher", michel foucault: politics, philosophy, culture: interviews and other writings, 1977-1984, ed. by l. kritzman, routledge, 1988, s.326.

    addendum@-

    mistralgagnant şu örneği verdi: "... yeni zelanda civarında bir adada yaşayan yüz kişilik bir toplulukla ilgili haber vardı. kadınların ağırlıkla kız doğurmaları nedeniyle adada sadece dört erkek kaldığı için poligami ve ensest ile çözmüşler kendi içlerinde. yeni zelanda hükümeti müdahale ederek adamları hapisle cezalandırmıştı. toplumun tahakkümcülüğüne örnek."

    bana kalırsa bu, #19630051 no'lu entiride bahsettiğim stoacı "zorunluluk durumunda enseste cevaz verilebiliyorsa, normalde de cevaz verilebilir" anlayışına daha uygun ancak burada da medeniyetin tahakkümcü yapısına örnek gösterilebilir.
  • bu öğretiye inananların dini inancının agnostik olması garip değildir. binaenaleyh septisizm bir öğreti değildir.

    neyse, agnostisizm 'bilinemezcilik'tir, yani "insan sınırlı aklıyla bir tanrı'nın varlığından ya da yokluğundan emin olumazcılık"tır. septisizm bu değilse nedir, bunu da cahil ekşi sözlük yorumcularına sormak lazım tabii...
hesabın var mı? giriş yap