• hayal gücünüzün geniş olduğunu mu düşünüyorsunuz? peki hiç mars’a giden bir ekip yeni bir dinle tanışsa neler olabileceğini düşündünüz mü? ya da uzayın derinliklerinde bir kuyruklu yıldız kovaladığınızı? kitapların yasak, itfaiyecilerinse kitap yakarak kahraman olduğu bir yakın gelecek neye benzer, gözünüzde canlanıyor mu? cadılar bayramı’nda korkunç ve doğaüstü akrabaları tarafından ziyaret edilen normal bir çocuğun düşüncelerini okuyabilir misiniz? ya da uzayın derinliklerinde gemilerini kaybedip boşluğa sürüklenen astronotların son diyalogları sizce ne olabilir? tüm bu uzak hayalleri, gerçeklik hissinden kopmadan ama büyüleyici bir dille anlatabilir misiniz? sanırım bu biraz zor olurdu.

    işte ray bradbury tüm bunlar ile alakalı, bilim kurgu edebiyatının belki de en romantik eserlerini ortaya çıkartmış olan, şu anda umarım bir yerlerde yıldız kovalıyordur dediğim, tarihin en iyi yazarlarından biridir.

    dramatik öykü anlatımı, iyi işlenmiş karakterleri ile bilimkurgu edebiyatına yeni bir soluk getiren, daha doğrusu onun daha bir edebiyat olmasına sağlayan belki de ilk yazardır bradbury. sadece öykü ya da roman değil, televizyon dizileri, şiir ve hatta sahne oyunlarıyla hayranlık toplamıştır. modern mitler yaratabilmesinin yanında onları ince ince işleyen anlatımıyla da eserlerinin okuma keyfini iki katına çıkarır. bradbury karakterlerinde hep bir hüzün, olay örgülerinin finalinde ise hep bir huzur vardır. kötü son bile onun ince anlatımı ile içinizi ısıtabilir. onun dünyaları hep daha büyük, hep daha uzak, hep daha fazla hayal doludur. her zaman iyi bir hikâye anlatıcısı olmuş, her türden okurun sevgisini kazanmış ve edebiyat dünyasının ölümsüzleri arasına adını yazdırmıştır.

    “eğer bundan yüz yıl sonra bir çocuk mezarımı ziyaret eder ve bir boya kalemiyle mermerimin üzerine ‘o bir hikâye anlatıcısıydı’ yazarsa bundan mutluluk duyarım.”
    –ray bradbury

    bradbury'nin bir çok eserinde etkilerini ve örneklerini gördüğümüz bazı konuları listelemek isterim;

    mekikler:

    bradbury’nin uzayda yolculuk hakkındaki geniş hayal gücünün en naif kaldığı noktalardan biri bu yolculuklara çıkan araçlar hakkındadır. jules verne’den etkilendiğini gizlemeden, yazarlık hayatı boyunca hep aynı tip araçlardan bahseder. mekik diyebileceğimiz, dik duran, iniş kalkışı da bu pozisyonda yapan araçlar ile bol bol mars’a gider hikâyelerinde. kendisi bu konuda ısaac asimov, arthur c. clarke ya da alfred bester gibi yazarların hardcore denebilecek bilimkurgu tarzından uzaktadır. bu da yine kendine özgü duygusal ve naif edebiyat tarzına fazlasıyla yakışır. ve ilginçtir ama onun hayalindeki bu mekikler, yıllar sonra elon musk'ın spacex şirketini kurduğunda, kendisi için en önemli örneklerden biri olmuştur.

    mars:

    henüz ay’a dahi gidilmemişken, jules verne romanlarından beslenen genç bir adamın hayal gücünün ulaşabileceği en uzak noktalardan biriydi bu kızıl gezegen. bradbury birçok hikâyesinde mars’ı ziyaret etmiş, oraya araştırma ekipleri yollamış, koloniler kurmuş ve gezegeni her zaman yaşanabilir bir dünya olarak anlatmıştır. başyapıtlarından biri olan mars günlükleri’nde sadece kızıl gezegende geçen hikâyeler anlatılır. bradbury, 91 yaşındaki ölümünden önce olası mars yolculuğunu ilgiyle takip etmiş ve curiosity’nin indiği noktaya nasa tarafından “bradbury landing” adı verilmiştir.

    din:

    din inancı güçlü bir insan olan bradbury bir defasında incil ve shakespeare için “beni ben yapan iki şey” der. öykülerinde yer alan inançsız karakterler, din karşıtı söylemler ve eleştiriler onun yine de körü körüne inanan biri olmadığını, aksine sorgulamayı bırakmadan bu huzura kavuştuğunu gösterir. dünyaya karşı umutsuz olsa da, yaşadığı karamsarlığı eserlerine taşırken her zaman için evrenin bir yerlerinde bir umut, bir kurtarıcı olmasını bradbury’nin manevi dünyasıyla açıklamak çok da yanlış olmasa gerek. en azından yazdığı en karanlık öyküye bile huzur katabilmesinin açıklaması budur.

    yalnızlık:

    bazen zorunlu olarak ama çoğunlukla kendi seçimiyle yalnız bir adam olan bradbury’nin yazdığı birçok karakterin de yalnız olması elbette bir tesadüf değil. bradbury yalnızlığı biçimsel olarak değil, bir ruh hali olarak ele alır, hikâyelerinde kocaman ve sevgi dolu bir evin içinde yalnız çocuklara rastlamamız bundandır. 1953 tarihli başyapıtı fahrenheit 451 romanında yer alan baş karakter guy montag’ın yalnızlığı, bu hissin bir nevi kutsanmasıdır da. bradbury, yalnız bir insanın hayata adapte olmak yerine uzaktan bakıp onu irdelemesine ve sorgulamasına odaklanır. bu yüzden montag’ın kitapları yakmak yerine okumayı seçmesi hiç de sürpriz değildir.

    küresel sorunlar:

    dünya genelinde yaşanan sorunlar onun hayal gücü ile birleştiğinde ortaya çıkan gelecek öngörüsü fena halde karanlıktır. bradbury’nin çok önceden bahsettiği dertlerin çoğu bugün kapımıza dayanmış durumda. dünya nüfusunun artışı, küresel ısınma, nükleer savaş gibi güncel tehditler, onun kitaplarının yayınlandığı dönemde sadece “hayal gücü” idi. yazarın değindiği ırkçılık ve din istismarı gibi konular ise maalesef o gün olduğu gibi şimdi de en çetrefilli problemler arasında. uzay yolculukları bradbury’nin değindiği konulardan en pozitifi olarak göze çarpar ama onu da yer yer dünyanın artık yaşanamayacak hale gelmesi sebebi ile başka gezegenlere koloni kuran insanlar üzerinden anlatır.

    çocukluk dönemi:

    bradbury yalnız ve anlaşılamayan çocuk olarak geçirdiği hayatının ilk yıllarında, kendisine teyzesi tarafından hediye edilen bir kitapla, poe’nun öyküleri’yle yoğurdu genç zihnini. içine kapanık bir çocuk olan ray’in hayal gücü yepyeni bir ufuk kazandı. eve dönüş isimli ve alt metninde kendi çocukluğunun yer aldığı öyküsü, uğursuz bir şeyler geliyor bu yana romanındaki çocukların fantastik hikâyesi ve daha birçok hikâyede yer verdiği çocukların aileleri ile yaşadıkları, onun hayal gücü ürünü dünyalarının hakkını en iyi veren kişilere ve aile kavramına duyduğu saygıdan geliyordu.
  • "1950'de oldukça yoksul olduğumdan, ihtiyacım olan büroyu tutamıyordum. bir öğle üzeri ucla kampüsünde dolaşırken, aşağıdan gelen daktilo sesleri duydum ve araştırmaya gittim. mutlu bir çığlıkla orasının, bir insanın yarım saatini on pensten kiraladığı daktiloyla, düzgün bir büroya ihtiyacı olmadan, oturup yaratabileceği bir kiralık daktilo yazma odası olduğunu gördüm.

    size, günlerce, o kiralık makineye saldırarak, bozuk paraları atıp, çıldırmış bir şempanze gibi tuşlara vurarak, yukarı koşup yeniden yeniden bozuk paralar getirerek, içeri girip kitap raflarına koşarak, kitapları çekip sayfaları çevirerek, dünyanın en güzel poleni olan ve insanda edebi alerji yaratan kitap tozunu içime çekerek, sonra sevinçten kıpkırmızı bir halde tekrar aşağıya koşarak, bir sözü orada, bir başkasını şurada bulup filizlenen efsanemin içine yerleştirerek yaşadığımın ne kadar heyecanlı bir macera olduğunu anlatamam. tıpkı melville'in kahramanı gibi, çılgınlığın çılgınlaştırdığı biriydim. durmamın imkanı yoktu. ben fahrenheit 451'i yazmadım, o beni yazdı. sayfalardan gözlerime giren, oradan tüm sinir sistemimi dolaşarak ellerimden dışarı fırlayan, bir enerji çevirimi vardı. daktilo ve ben, parmak uçlarıyla birbirine bağlı siyam ikizleri gibiydik..."

    -ray bradbury
  • yanılmıyorsam yayınlanan son yazısı "take me home", 4 haziran 2012 tarihinde yazılmıştır. yani göçmeden sadece 2 gün önce.

    91 yaşındaki bu bilimkurgu dahisinin zihninin yaşına rağmen bu kadar berrak kalabilmiş olması ne kadar güzel.

    şöyle bir dönüp bakıyorum, isaac asimov, frank herbert ve philip k. dick gideli yıllar olmuş. arthur c. clarke'ı kaybedeli de 4 yıl. sanırım ray bradbury'nin de göçmesiyle birlikte bilimkurgunun altın çağını yaşamış/yaşatmış ustalardan kalan olmadı. bir devir böylece sona ermiş bulunuyor.

    başımız sağolsun.
  • genç yazarlara önerileri var:

    1. “işe roman yazmakla başlamayın.” çünkü romanlar çok uzun sürer. oysa bir yıl boyunca her hafta bir kısa öykü yazsanız bu toplamda 52 kısa öykü eder ve arka arkaya 52 tane kötü öykü yazmanız neredeyse imkansız. ray bradbury ilk romanı fahrenheit 451’i yazmak için 30 yaşına kadar beklemişti.

    2. “onları seviyor olabilirsiniz, ama onlar olamazsınız.” unutmamak gerekir ki her yazar kaçınılmaz olarak sevdiği yazarlara öykünür, tıpkı bradbury’nin h.g. wells, jules verne, arthur conan doyle ya da l. frank baum’a öykünmüş olduğu gibi.

    3. “nitelikli kısa öyküleri inceleyin.” ray bradbury bu konuda roald dahl, guy de maupassant ve daha az bilinen nigel kneale ve john collier’i öneriyor.

    4. “kafanızı doldurun.” tüm o metaforları kurmanızı sağlayacak entelektüel birikimi inşa edebilmeniz için bradbury uyku öncesi ufak bir okuma seansı öneriyor: bir kısa hikaye, bir şiir ve bir makale. fakat bu makalelelerin arkeoloji, zooloji, biyoloji, felsefe, politika ve edebiyatı da içine alan geniş bir kapsam içinden seçilmesi gerek. “böyle geçen binlerce gecenin ardından kafanız tüm o bilgiyle dopdolu olacak!” diyor ray bradbury.

    5. “size inanmayan arkadaşlarınızdan kurtulun.” arkadaşlarınız sizin bu yazma tutkunuzla alay mı ediyor? bradbury onları hiçbir açıklama yapmadan “kovmanızı” öneriyor.

    6. “kütüphanede yaşayın.” ve bilgisayarınızda yaşamayı bırakın. bradbury üniversiteye gitmemiş olabilir ama doyumsuz okuma alışkanlığı sayesinde 28 yaşındayken “kütüphaneden mezun olmuştur.”

    7. “filmlere aşkla yaklaşın.” mümkünse eski filmlere.

    8. “keyif alarak yazın.” bradbury’ye göre yazmak ciddi bir iş değildi. eğer bir hikaye yazmak ona iş yaptığı hissini vermeye başlarsa onu bırakır ve tamamen yeni bir tanesini yazmaya başlardı. “benim yazmaktan aldığım keyfe imrenmenizi isterim,” demişti okurlarına.

    9. “para kazanma planları yapmayın.” bradbury ve karısı ancak 37 yaşından sonra bir araba satın alabilecek gücü bulmuşlardı.

    10. “sevdiğiniz ve nefret ettiğiniz onar tane şeyi listeleyin.” sevdiklerinizi yazın, nefret ettiklerinizi öldürün. tabii nefret ettikleriniz hakkında da yazmayı unutmayın.

    11. “aklınıza düşen bildik şeyleri yazın.” bradbury yaratıcı tıkanmalara karşı “kelime birliği” öneriyor ve ekliyordu: “ne de olsa içinizde neler olduğunu denemeden bilemezsiniz!”

    12. “unutmayın, yanınıza gelip ‘yazdıklarınız yüzünden sizi çok seviyorum,’ diyecek birini aramak için yazıyorsunuz.” ya da belki de yanınıza gelip “insanların dediği kadar kaçık değilsiniz!” diyecek birini aramak için.

    kaynak: ray bradbury’den genç yazarlara 12 tavsiye
  • şöyle bir sözü olan abi:

    ''i spent three days a week for 10 years educating myself in the public library, and it's better than college. people should educate themselves - you can get a complete education for no money. at the end of 10 years, i had read every book in the library and i'd written a thousand stories.''
  • o dönem kendisini henüz hiç okumamış olduğumdan, vefat haberi beni pek ilgilendirmemişti. şimdi ise, ömrümün hiç olmazsa bir kısmında kendisiyle aynı gezegeni paylaşmış olmak benim için onur sebebi.

    bilimkurgu edebiyatı okudukça aradığım şey de aslında ete kemiğe bürünüyor. ve fark ediyorum ki, bize bilimkurgu diye itelenen şeylerin çoğu teknoloji pornosundan ibaret. robotla uğraşıp uzaylıyla kavga edince ona bilimkurgu deniyor ama alternatif bir dünya olmuyor orada. bilmem ne tabancasına uzanıp bilmem ne tankını etkisiz hale getirmenin hikayesi, evrene ilişkin bir tespit veya sorgulama içermiyor aslında. bir insan olarak varlığının anlamını ve evrenin senin vasıtanla geldiği hali hiç düşünmeden bam bam bam.

    ray bradbury ise, evet mars yıllıkları'nı yazan kendisidir ama uzayı anlatmaz. mars'taki hayat üzerinden "seni" ve "beni" sorgulatır. ve bunların sonunda da, hiçbir şeyle övünüp yerinmeden, altı üstü bir insan olarak ne kadar "sen kim köpek" olduğunu anlarsın.

    hikayelerinde saf iyi veya kötü karakterler yoktur, kahraman hikayeleri değildir bunlar. eserdeki alternatif evrende, mutsuz denemeyecek ama mutluluğu da pek bilmeyen, kafası karışık, hayatını stabil tutmaya çalışan, bunu yaparken hikayenin zamanına kadar çok derin şeyler düşünmesine gerek olmamış insanların hikayeleridir. o yüzden önemlidir zaten bu hikayeler, alternatif evrendeki uzay kahramanını değil seni beni anlattığı için çok etkiler.

    ray bradbury hikayelerinin çok sakin, ince, zarafet içinde ama asla iyimser olmayan, çok vakur ve "sindirilmiş" bir hüznü var. bilimkurgu edebiyatında bunu sağlayan başka bir isim bilmiyorum.

    hüznü herkes farklı işler. kimi muzipçe, kimi evin her tarafa hakim köşesinde sessizce olanları izleyen aile büyüğü gibi, bazısı yokluk üzerinden, diğeri onuru öne koyarak, ne bileyim, bazısı ağıt yakarak...

    bunu somut olay üzerinden değil, onur falan da atfetmeyerek, yükseltilmiş hislerle uğraşmadan, direkt "insan olmanın farkında bile olmadığımız ve aslında evrenlerle de alakalı olmayan içsel hüznü" olarak hissetmek isterseniz ray bradbury hikayeleri okuyun.

    bilimkurgu edebiyatında "gerçek nedir?" sorusunun peşindeyseniz philip k. dick okumalısınız. yok eğer "insan nedir?" diyorsanız, doğru adres kesinlikle ray bradbury hikayeleridir.

    *
    peki ben bunları neden yazdım?

    bugün metroda uğursuz bir şey geliyor bu yana'ya başladım. henüz 40 sayfa oldu. bu roman hakkında bir şey diyecek durumda değilim şimdilik ama sonunda aniden yumruk yemiş gibi bir sersemlik yaşamayı bekliyorum. hadi bakalım.
  • blade runner filminde bir apartmanın ismi.
  • ‘her zaman uçurumdan atlamalısın, kanatların sonradan çıkar.’
  • "uzay seyahati, yan performanslar ve gorillalarla alakalı zevklerimi eleştiren hiçbir kimseyi bugüne kadar dinlemedim. böyle birşey olduğunda, dinozorlarımı toplayıp odayı terk ediyorum."

    "robotların dünyaya hakim olmaya başladığını düşünmüyorum. oyuncaklarla oynayan insanlar dünyaya hakim oluyor. ve eğer oyuncaklarını ellerinden almazsak, aptallık ederiz."

    "yatağa gidip bir bebek yapmak varken neden insan klonluyorsunuz ki? allah aşkına bu çok aptalca!"

    "yazmak ne öğretir diye soruyorsun. en başta ve en önemli olarak, bize canlı olduğumuzu ve bunun bir hak değil bir ayrıcalık ve hediye olduğunu anımsatır. yani, her ne kadar aksini istesek de, sanatımız bizi savaşlardan, ihtiyaçlardan, haset ve açgözlülükten, ihtiyarlıktan ya da ölümden koruyamaz. ancak bütün bunların arasında canlı tutar."

    "hep hayranlıkla bakın ve sanki 10 saniye sonra ölecekmiş gibi yaşayın. dünya’yı görün. dünya, fabrikalarda üretilen ya da parayla sahip olunan her rüyadan daha fantastik."

    "yeryüzünde cenneti bulabilme düşü değil mi bütün hayatımızı cehenneme çeviren?"

    "kitaplar bize ne tür eşekler ve aptallar olduğumuzu hatırlatmak içindir. kitaplar, tören alayı büyük bir gürültü içinde caddede ilerlerken, sezar'ın kulağına "unutma sende ölümlüsün," diyen pretoryen muhafızlarıdır. çoğumuz dünyayı dolaşıp herkesle tanışamayız, bütün şehirleri göremeyiz. bunun için zamanımız, paramız ve bu kadar çok arkadaşımız yoktur. aradığın şeyler, montag, dünyada, fakat vasat bir insan için onların yüzde doksan dokuzunu görmenin yolu kitaplardan geçer." - fahrenheit 451

    "bir kültürü yok etmek için kitapları yakmanıza gerek yok, insanların okumamasını sağlayın yeter."

    "hepimiz aptalız, hem de her zaman. sadece her gün farklı türden aptalız. sanıyoruz ki bugün aptal değiliz, dersimizi aldık. dün aptaldım ama bu sabah değilim. ertesi gün de anlıyoruz ki, evet, o gün de aptaldık. bence bu dünyada büyümenin ve ilerlemenin tek yolu mükemmel olmadığımızı kabul edip buna göre yaşamaktan geçiyor."

    "insan olmayanın içindeki insanı göremez misin?"
    "insanın içindeki insan olmayanı görmeyi yeğlerim." - martian chronicles

    "ve kitapları düşündüm. ilk kez anladım ki bütün kitapların arkasında bir insan vardı. her birini bir insan düşünüp yaratmıştı. bir insan onları kağıda dökmek için günlerini veriyordu. ben bunları düşünmeyi bile daha önce asla düşünmemiştim." - fahrenheit 451

    evet, kendisi en sevdiğim yazarlar arasında başa oynamaktadır. bilimkurgu adına verdiği eserler okullarda okutulmalıdır. sadece bilimkurgu değil, öyküleri de okutulmalıdır. hatta ve hatta direkt kendisi okullarda okutulmalıdır. öyle bir yazardır kendisi.
  • bu deli adamın aklında dolaştırdığı tilkiler öyle zekilerdir ki,fahrenheit 451 adlı romanında,kitapların kibrit ve ateşe ihtiyaç duyulmadan yakılabileceği ile ilgili öyle cümleler sıralar öyle güzel hikayesini yazar ki ,aklınızı yıkıp tekrar yerine tekrar inşa eder.en etkili cümlesi; belki de içinde yaşamış olduğumuz toplumu bile özetleyenidir.
    ''eğer dünya kitap okumayanlarla,bilgisizlerle,öğrenmeyenlerle dolmaya başlarsa,kitapları yakmak zorunda kalmazsınız, değil mi? eğer dünyanın geniş ekranı (televizyon,bilgisayar,vs.) basketbolla ve futbolla dolar,mtv içinde boğulursa gaz yağını ateşlemeye gerek kalmaz.''
    beni bu cümle çok ürküttü anam babam,hergün dizi izlerken ezel,bihter,fatmagül olup,artı doksanbir dakika futbol yorumlarını dinlerken ise fahri futbolcu gibi hissederken,magazinlerde sürtüp,yemekteyizlerde doyarak geçiriyoruz hayatı. bizim ekranımız çoktan dolmuş,yanmışız o zaman zaten be paşam.
hesabın var mı? giriş yap