• obezite için doktora gittiğim süre boyunca gözlemlediğim kadarıyla, obeziteye yaklaşım ikiye ayrılıyor:

    1- accık boğazını tut

    2- bu zamana kadar neredeydin?

    sonra zipir neden sinirlisin, zipir neden bağırıyorsun?

    bak ben 26 yaşındayım. kendimi bildim bileli obezim. 4.5 kilo doğmuşum. bu zamana kadar neredeydin diye soranlara cevabımdır. ben bu hale gelmedim ki, ben hep böyleydim lan! evet daha az kiloda olduğum zamanlar oldu. ancak hiçbir zaman zayıf, yahut normal vki içersinde olmadım. ömrümün hiçbir döneminde. bu hale nasıl geldim, bilmiyorum yani.

    insanlar obez hastaların gerçekten de bir köşede sabah akşam yemek yiyip sonra da ortada çözüm için ağladığını sanıyorlar. oysa sorun bundan ibaret değil. bu insanlar, ömürleri boyunca böyleydiler. ve bir yerde kafayı kırıp çözüm aramaya başladıklarında "bu zamana kadar neredeydin demek son derece saçma oluyor.

    ben 26 yaşındayım, 12 yıl önce çapa'ya gittim endokrinolojiye obezite için. bir yıl boyunca beni dolap beygiri gibi döndürdüler hastanenin içinde. yok o testi yaptır yok bunu yaptır yok bunun zamanı geçmiş yok bu yanlış olmuş derken, bir yıl sonunda bana koyabildikleri tek teşhis "polikistik over" ve dedikleri cümle de şuydu "annesi harçlığını az versin mc donalds'a az gitsin"

    amk doktorunun bilmediği şey, benim o zamana kadar mc donalds'ın kapısının önünden bile geçmediğimdi. ben üniversiteye başlayana kadar fast food yemedim. üniversitede alıştım bu merete. kola içmezdim. çay kahve içmezdim. çay kahve hala içmiyorum ama, kolaya da alıştım üniversite ile birlikte. o dönem nasıl kilo alıyordum? çok fazla çikolata ve tatlı yiyordum. yemesem ellerim titriyordu sanki. böyle bir tatlı bağımlısıydım. bununla beraber, bir sene boyunca beni yok kandı yok ultrasondu diye dolap beygiri gibi döndürenler, bir şeker yüklemesi testi bile yapmadılar.

    her neyse, bir senelik maceradan sonra doktorlara, hastaneye, endokrine, atom fiziğine ve profesörlüğe de lanet ettikten sonra, madem bi bokumuz yokmuş o halde diyetisyene gidelim maceralarımız başladı.

    şu an evde yaklaşık 15 farklı diyetisyenden diyet reçetesi var. en eskisi 2003 yılına tarihleniyor. bu süre zarfınca, kilo verdiğim, verdiğimin fazlasını geri aldığım, ilaç kullandığım, siktiret diyeti deyip hominigırtlak yediğim dönemler oldu. en son geçen sene bir 14 kilo vermiştim. onun da sekizini geri aldım.

    neden böyleyim? neden birlikte diyet yaptığım herkes hayvan gibi kilo veriyorken, ben onlarla aynı şeyi yememe rağmen kilo veremiyorum? neden açlığa dayanamıyorum? üniversite hastanesine de endokrine de lanet olsun amk demiş olduğum için, normal bir hastanede normal bir iç hastalıkları uzmanına gittim. ben zayıflamaya çalışıyorum kilo veremiyorum bi bakın dedim. tahlil istedi. bende hipotiroidi varmış. insülin direnci varmış. polikistik over varmış. bunların hepsini, baktığı üç sayfalık test sonucundan söyledi, üstelik o testlerin çıkması sadece 2 saat sürdü. bir sene boyunca hastanede koşturup hiçbir fayda sağlayamayıp sonra da bilime inancı kaydetmenin ne kadar anlamsız olduğunu gördüm.

    velhasıl, verdiği ilaçların bir kısmını düzenli kullandım, bir kısmını kullanamadım. aradan sekiz ay geçti. verebildiğim kilo miktarı sayıyla 3. üstelik, eskisinden daha kötü durumdayım. vücudumun her yerine kramplar giriyor, ellerim titriyor, üzerimde bir hastalık ve kendini iyi hissetmeme hali var. durup dururken bayılacak gibi oluyorum. durup dururken midem bulanıyor. gözlerim acıyor. bazen gözlerim kararıyor. zırt pırt çişe gidiyorum. iki damla işeyip geliyorum. zırt pırt acıkıyorum. sanki midemde bir karadelik var.

    yine gittim. tiroidde anlamlı bir gelişme olmadığı gibi, şekerim de yükselmiş. diyabet tanısını kesin olarak koymak için şeker yüklemesi testi istedi. ancak çok sevdiğim bir doktor arkadaşım, yaptırmamı sakıncalı buldu. insüline başlama süremi kısaltabilirmiş. o nedenle, kesin tanı endokrine tekrar gittiğimde yapılacak testlerle konulacak. bu arada şeker şüphesi ve gözümün sürekli karıncalanmasından feci halde tırstığım için, göz doktorundan da randevu aldım.

    şimdi bunları anlatıyorum. neden? çünkü insanlar bizim hiç çaba harcamadığımızı, hominigırtlak yiyip sonra ağladığımızı, soruna çözüm bulmaya uğraşmadığımızı sanıyor. sorun şu ki, uğraşıyoruz. çaba veriyoruz. olmuyor. yenildikçe, hüsrana uğrayıp daha çok yiyoruz. bir gaz geliyor. yine çabalıyoruz. olmuyor. "kafanda biter bu, istedin mi yaparsın" olayı değil bu. insanın iradesi yaa iradesi filan diyorsunuz ya, nah iradesi işte. düşünüyorum da, şimdiye kadar yaptığım diyetler içersinde, bir şeker hastasının asla yapmaması gereken, ölümcül bile olabilecek diyetler varmış. ne akla hizmetle yapmışım bilmiyorum. şimdiye kadar yaptırdığım kan ve idrar testlerinin hiçbirinde şekerin yüksek çıkmamasına güvenmişim herhalde. ama neden kilo veremediğimi, aksine nasıl daha fazlasını aldığımı anlayabiliyorum şimdi en azından.

    bundan sonra ne olacak bilmiyorum. durumum uygun bulunursa, ameliyat olmayı düşünüyorum. testlerimi yapan doktor, ameliyat olmamı önerdi. gittiğim cerrahlardan biri, ameliyat olmak yerine mide balonu düşünmemin daha iyi bir fikir olduğunu, her yolu denemeden bu ameliyat işine girişmemem gerektiğini söyledi. zaten riskli bir ameliyat olduğunu bildiğim için, özele gitmeyi düşündüm. parası neyse kredi çekip halledecektim. amk kyk'sı, diğer tüm kredi alanlarla birlikte benim de kredimi vergi dairesine devretmiş. şimdi bir bankadan kredi çekme hayalim suya düştü. iki gün boyunca ağladım. ne yaparım, nasıl öderim, nerden para bulurum diye kendi kendimi yedim. doluya koydum almadı boşa koydum dolmadı. insanın tüm hayallerini, umutlarını, planlarını bağladığı şey birdenbire elinden kayıp gidiyor. çok üzüldüm. çok koydu bana. bıraktım sonra. testlerime tahlillerime odaklandım. hastanelerde randevu kovalamakla uğraştım.

    şimdi korkuyorum. kilo verememekten korkuyorum. ömrüme böyle devam etmekten korkuyorum. ameliyat olmaktan, ölmekten, kör olmaktan, diyabetten, insülinden, hastanelerde koşturmaktan, doktorlardan, çabaların yine sonuçsuz kalmasından korkuyorum. durup durup ya kör olursam diye ağlıyorum. ya ölürsem diye ağlıyorum. ya para bulamazsam, ya vergi dairesi bana borcumda sorun çıkarırsa diye ağlıyorum. annem hasta diye ağlıyorum. annemin hastalığına kendi derdimden bakamıyorum diye ağlıyorum.

    tüm bu sıkıntılarım içinde hastanelerde koştururken gördüğüm insanların bana diyet reçetesi verip "bu zamana kadar neredeydin" diye sorması bende artık bir öfke patlaması yaşatıyor. kontrolsüz sinirleniyorum. sabahları pasta börekleri yapıp doktorum izleyen teyzelerin "gürkan kubilay'a git" demesinden bıktım. ulan ben burda ayın sonunu nasıl görürüm diye düşünüyorum ne gürkan kubilayı ya? hayatımın en önemli kararlarından birini vermek üzereyken, gitmek istediğim doktora sırf maddi sorunlar yüzünden gidemiyorum. kalkmış bana gürkan kubilay diyor, ahmet maranki diyor! çıldıracak gibi oluyorum. üstelik, bana bütün bunları kendi götüne göbeğine bakmadan söyleyebiliyor.

    obezitenin en güzel yanı ne biliyor musunuz? yemek yemenin, dünyanın en süper antidepresanı olması. en zor zamanlarımda bile bir çikolatalı kekin beni gülümsetmemesi gibi bir şey söz konusu olamazdı. intihara kalkıştığım dönemler de dahil olmak üzere, hayatımda hiçbir dönem şu anki kadar psikoloğa ihtiyacım olduğunu hissetmemiştim.

    edit: gözlerimi şeker için kontrol ettirdim. bir sorun yokmuş. doktor 4 ayda bir kontrole gelmemi söyledi. umarım bu da altı aylık dişçi ziyaretlerim gibi olmaz. gözümde kuruluk varmış sadece. boku bokuna ağlamışım.
  • amerika'yla ticaret anlasmasi yapan ulkelerde anlasmayi izleyen yillarda ciddi artisin goruldugu hastalik. anlasmayla beraber ulkeye rahatlikla akabilen fast food, gazli icecekler ve yuksek fruktozlu misir surubu* bu olguyu tetikleyen en guclu etkenler olarak gosteriliyor.

    meksika'da 1994 yilinda yapilan anlasmayi izleyen 1996-2012 yillari arasinda amerika'dan hfcs ithalati %1200 artiyor. 2013 yilinda meksika, en obez ulke olarak amerika'yi geride birakiyor. [1] [2]

    kanada'da 1989'daki anlasmayi izleyen yillara yonelik yapilan arastirmaya gore gunluk erisilebilen kalori miktari 170 kcal artiyor. bu fazlalik kanadalilarda ortalama 1.8 ila 12.2 kg arasinda bir kilo artisina sebep oluyor [3].

    samoa'da ise durum daha karisik. 2. dunya savasindan sonra amerika'da hizla artan hindi tuketimi geride bircok yenilemeyen hindi parcasi birakiyor. hindinin kuyruk kismindaki, tuylerini parlak tutmaya yarayan oldukca yagli bir doku da buna dahil. hindi ureticileri bu kismi cope atmak yerine samoa'ya ihrac ediyor. o zamanlar proteinden yoksun olan samoa halkinin hindi kuyrugu tuketimi 2007'de yilda ortalama 20 kg'i geciyor (bu rakam amerika'nin 3 kati. ulkemizde ise yilda yaklasik 23 kg et tuketiliyor). bu artis samoa icin oldukca iyi bir firsat gibi gozukse de dortte ucu yag olan bir besinin bu kadar yaygin olarak tuketilmesi beraberinde %56'ya varan obezite oranlarini getiriyor. dahasi, samoa 2007 yilinda hindi kuyrugunu yasakladiginda dunya ticaret orgutu*'ne alinmamakla tehdit ediliyor ve bu yasagi kaldirmak zorunda kaliyor [4].

    amerika ile ticaret anlasmasi olan 20 ulkenin (turkiye bunlardan biri degil) obezite ortalamasi %23, dunya ortalamasi %14, turkiye ortalamasi ise %32 [5].

    edit: burada bahsedilen etki bir entry'de mantik yuruterek kanitlanamayacak bir durum. bu etkiyi arastirmak icin bilim insanlari senelerce calisma yapmis. bu entry'de de o arastirmalarin ozetleri ve referanslari verildi ki causality var mi yok mu (var [3]) merak eden yazarlar daha detayli okuyabilsin. tabi ki butun faktorleri gozardi edip sadece ve sadece amerika ile anlasma yapmak obeziteye sebep oluyor demek mumkun degil. haliyle bunun tersi (amerika ile anlasma yapmamak obeziteyi engelliyor) de dogru degil. bu nedenle turkiye'de anlasma olmamasina ragmen obezitenin bu kadar yuksek olmasi herhangi bir celiski teskil etmiyor. turkiye'de obezite oraninin bu kadar yuksek olmasinin sebepleri hakkinda da eminim bircok akademik calisma yapilmistir. bir ozet yazan olursa merakla okunur :)
  • amk hala bunun hakkında "insan isterse obeziteyi yardım almadan yener" diyen dallamalar var. ağızlarına bok torbası çarpmak istiyorum bunların!

    sevgili "acık boğazını tut" insanları, selam naber? obezite, dünya sağlık örgütünce tanınmış bir hastalıktır. nedenleri, çok ve çeşitli olabilir. diyabet, tiroid, çeşitli mide rahatsızlıkları, geçirilmiş hastalıklara bağlı olarak kullanılan ilaçlar ve evet yeme bozukluğu.

    bir insanın, durduk yere normal kilosunun çok çok üstünde olması normal mi sizce? yani bu sadece yiyerek mi oluyor sanıyorsunuz? normal bir insan, bir gün yemeği fazla kaçırsa, ertesi gün az yer ve dengeler. şişman insanlar bunu yapmayacak kadar salak mı sanıyorsunuz? yapmıyor değil. yapamıyor. neden çünkü metabolizması senden farklı çalışıyor. sözgelimi, hipotiroidi varsa, senden daha az yese bile, metabolizması yavaş olduğu için zamanla kilosunda artış olacaktır. farkına bile varamadan hem de. onu geçtim, hiçbir sağlık sorunu olmasa, sadece yeme bozukluğu olsa bile, yeme bozukluğu bir psikolojik rahatsızlıktır. tedavisi de çok zordur. sırf bunun için psikolojik yardım almak gerekir.

    kimse, yardım almadan, kendi kendisine hastalığını yok edemez. bende hipotiroidi var, az yiyim, allaha dua edeyim geçer mi diyeceğiz? yahut şeker hastasıyım. az yiyim, allaha dua edeyim, şekerim düşer de köşede ölürsem takdiri ilahi zaten.

    amk sizin zihniyetinizin yaa... her şeyi siz bilirsiniz zaten.
  • reha muhtar'ın bir haberine konu olmuştur obezite.
    iki tane 5 yaşında obez velet bulup stüdyoya zorla kapadıktan sonra ahret soruları yöneltmeye başlamıştır bu şirin yaratıklara.

    reha - adın ne bakiiim senin?
    kız - (tükürük saçıp köfte dudaklarını açarak) ööööööööööössssssske

    reha - ne yiyosunuz siz bir günde anlatın bakiim bana
    oğlan - üç tavuk* yiyoooooorum beeen.
    reha - üç tavuk? hepsini tek başına mı yüyosun yani? *
    oğlan - eveeeeeet
    reha - başka ne yiyosun
    kız - bööööyle * salatalık yiyoruuum.

    beslenme uzmanı tahta gibi sinir bakışlı ince dudaklı muhtemel oğlak kadınına dönerek:

    reha - e ne diyorsunuz siz buna? ne önerirsiniz? ne yemeleri lazım?
    oğlak - sabahları bir bardak süt içmeliler.
    reha - bakın ablanız ne diyor **. sabahları bir bardak süt diyor? ne diyorsunuz ***
    kız - çoook güsel oluyooooooooo -ama zavallı aklına getirmiyor sadece süt içeceğini, o sanıyo ki yiyecek normalde yediği her şeyi, bir de üstüne süt içecek, yani aksine imkan ihtimal vermez zaten-

    reha - peki siz yemek yemediğinizde ne yapıyorsunuz?
    oğlan - oturuyoruuuz* (yemeği de ayakta yemediklerine göre başka bir şey yapmıyorlar)
  • dünyanın en samimi itirafını yapıyorum;

    hayatım boyunca eşcinsel eğilimlerimden şişmanlığımdan utandığım kadar utanmadım, çünkü iyi bir izlenim yaratırsanız gerisi çorap söküğü gibi geliyor maalesef :/

    obezite kara büyüdür, lanettir...

    e anlayın artık :(
  • ileri yaşlarda insanın yaşama isteğini, hatta yaşamını elinden alabilen hastalık.
    genç yaşlarda muzdarip olunduğunda nispeten katlanılabilirdir belki,
    ama şöyle düşünüldüğünde o da olmuyor: "ulan ileride yaşlılıktan zaten hareket edemiycem, gençken de bundan edemiyorum. mınak dumun hayatı kırlent gibi kanepe köşesinde oturarak geçti"
  • kopyala yapıştırcılık yapacağım ama önce bir iki laf edeyim.

    son bir kaç yıldır özellikle obez kız çocuklarında sık karşılaştığım bir durum var. okulda arkadaşları aşağılayıp dalga geçiyor. e biz buna alışkınız. belki sen de dalga geçtin. buraya taşımak istediğim şey, bu çocukların bir kısmı bu duruma dayanamayıp okulu bırakıyor. dün bir hastamız vardı. diyeti anlatmadan önce rutinlerini, okul saatlerini vb sorarım. okula gitmiyorum dedi. sebepleri kurcalayınca bu çıktı. ortaokulda, daha ilk yılda bırakmış 17 yaşında bir genç kız.. annesi 30'ların ortasında ve açık öğretimle üniversite diplaması alacak.

    mesele sosyal açıdan epey önemli aslında. gelelim kopyala yapıştıra..

    obez insanlar genellikle tembel ve oto kontrolleri zayıf bireyler olarak görülüyor ve sosyal itilmeye maruz kalıyor. bu aşağılama çocukluk çağında lakap takmaktan, sosyal ilişkilerde izole edilmeye, işyerinde daha düşük maaşa zorlanmaya kadar ilerleyebiliyor. eşlerden birinin obez olması ailenin çatırdamasına ve birçok sosyal probleme yol açıyor.

    yapılan çalışmalarda obez insanların hem iş bulmalarının daha zor olduğu, hem daha fazla iş ve daha az maaşa zorlandıkları, hem de biri kovulacağı zaman ilk feda edileceklerin onlar olduğu ortaya kondu. abd’de 40 yıllık bir kariyeri olan obez birinin zayıf olandan yılda en az 100 bin dolar daha az kazandığı belirlendi. kilo nedeniyle ayrımcılık ne yazık ki obezite kadar hızlı artıyor. 1995-2005 arasındaki on yıllık sürede yüzde 66 oranında bir artış söz konusu.

    yale üniversitesi’nin binlerce obez insanla yaptığı çalışma, obezlerin iş yerinde en az bir kez ayrımcılığa uğradıklarını, üstelik bu ayrımcılığın etnik köken veya cinsiyet nedenli olandan çok daha yaygın olduğunu gösterdi. kilo arttıkça ayrımcılığın ağırlığı da artıyordu. buna göre, hafif kilolu kadınların onda biri, obezlerin beşte biri, çok şişman olanların ise neredeyse yarısı ayrımcılığa maruz kalıyor.

    daha da tehlikelisi, doktorlar ve sağlık çalışanları arasında yapılan birçok araştırma, sağlık çalışanlarının da obez hastalara karşı bilinçli veya bilinçsiz olarak ayrımcılık uyguladığını gösteriyor. buna göre, doktorlar obez hastalara daha az zaman ayırıyor, tetkik istemekte daha isteksiz oluyorlar ve tanı atlama oranları çok daha yüksek.

    abd’de erkek jüri üyelerine obez olan ve olmayan potansiyel suçlu fotoğrafları gösterildiğinde, obez kadınları suçlu seçmeye eğilimli oldukları tespit edildi. bu da aynı jürinin aynı suç için yargılanan biri zayıf, biri obez iki kadından obez olanı daha büyük ihtimalle suçlu seçeceği anlamına geliyor.
    http://bndl.tw/125wqxro
  • eskiden* calisma dene olgunun bugunkunden cok daha fazla fiziksel aktivite gerektirmesi ve yiyeceklerin bugunku gibi bol ve satin alinabilir olmamasindan dolayi varligi bilinmeyen, fakat artik insanlarin hareket gereksinimlerinin azalmasi ve bol kalorili ve lezzetli yiyeceklerin her yerde ucuza temin edilebiliyor olmasi ile ciddi bir sorun haline gelen hastalik.

    eskiden bir tek zenginler sismanmis, simdi ise saglikli yemek ve spor yapmak esas daha pahali. o yuzden alt gelir grubu fast food yiye yiye obez oluyor. simdi tabi bu durumlari memleketimizde o kadar da net goremiyoruz. amerika'da cok net olarak durum bundan ibaret. bizde buyuk sehirlerde, belli kesimler icin ayni seyleri bir olcuye kadar soyleyebilirsin. citayi biraz daha indirip bir ornek vermek gerekirse, afrika'nin bircok ulkesinde hala sismanlik daha makbul. kilo fazlasi insanin saglikli dayanikli ve zengin oldugu yonunde sinyaller yayiyor topluma hala. mesela o yuzdendir ki afrika'nin cogu yerinde diet kola diye birsey bulamazsiniz.
  • ankara şehir hastanesinde 2 hafta yattım geçen sene. odam tam acil servisin girişine bakıyordu. ankara'nın bu en büyük hastanesine durmadan ambulans geliyor haliyle. gündüz, gece. her 5-10 dakikada bir.

    ambulanstan genç biri indiyse eğer, ambulansın peşinden hemen bir araba gelir, arabadan anne baba iner acil servise koşturur. anneler hep beş metre önden.

    2 hafta boyunca ambulansların hastaneye nasıl yaklaştığını anladım. ambulans uzaktan siren çala çala gelir, hayati bir tehlike yoksa hastaneye yaklaşınca kapatır sireni. hastayı sakince indirirler sedyeyle, telaş yoktur.

    fakat 1-2 günde bir, bir ambulansın sireni susmaz acile kadar. bu sefer telaş vardır acil serviste, herkes koşturur. o sireni yakından duyduysan bil ki o ambulanstan hasta kalp masajı yapılarak indirilecek. ve malesef istisnasız tamamı orta yaş ve üstü obez erkekler.
  • fizyolojik rahatsızlıktan kaynaklanmayan hemen hepsi psikolojiktir. bireyler psikolojik bozukluklarını çözemedikçe zihinlerinde ve üstbilişlerinde ortaya çıkan boşluklar fizyolojik olarak açlık ile doldurulur. benzer şekilde sigara ve alkol bağımlılığı gibi yemeğin kendisi değil ama yemek yeme davranışı bir bağımlılık halini kalır.

    kişi stresle karşılaştığında, korktuğunda, sevindiğinde, yoğun bir tempodan çıktığında, iyi bir haber aldığında, yorulduğunda, neşeli hissettiğinde yani uç duygu durumlarında yemek yeme ihtiyacı hisseder.

    aynı orgazm sonrası sigarası ya da çok çalışırken tek nefeste çekilen sigara gibi.

    ilerleyen dönemlerde fizyolojik rahatsızlıklar ortaya çıkmaya başladığında dönüş oldukça zordur. bunların ortaya çıkması tamamen kişiseldir. kimisinde 50'den sonra çıkar kimisinde 20'den sonra.

    misal ben 145 kiloyum. 187 boyum var. 34 yaşındayım ve insülin sayımım 35 (özlenen değer 5-10 arası). şaka gibi değil mi? ancak gelin görün ki bunun dışında şeker düzeylerim (yükleme sonuçları da dahil olmak üzere), kan yağlarım, kalp düzenim, eko kontrollerim vb. oldukça iyi. hatta zayıf insanların bile 100'ün üzerinde olan, özlenen değeri 150 olan trigliserit değeri bende 75.

    işte bu durumda ben de kilo vermek için glifor kullanmaya başladım. 4 aydır kullanıyorum. bir ara 2-3 kilo verdim ama sonra yine aldım. neden? çünkü boğaz durmuyor. işte bunun nedeni sadece iradesizlik değil. zira 10 yıldır psikolojik tedavi gören bir panik bozukluk hastasıyım. panik bozukluğun benden götürdüklerini anlatmaya kalksam çok can sıkıcı olur. her ne kadar şimdilerde nispeten mücadele edebiliyor olsam da 23-28 yaş arasını yani hayatımın en zevkli, neşeli ve hareketli geçmesi gereken kısmını piç etti. daha da uzatıp can sıkmak istemem.

    işte bu nedenle hala aşamadığım duygusal sıkıntılarım var. okb'den tutun da rüminasyona kadar. mükemmelliyetçilik iyileşmeyen bir veba ne yazık ki.

    kısaca obeziteden muzdaripseniz ve bu tamamen fizyolojik bir hastalığıa dayanmıyorsa diyetisyen ve endokrinoloğun yanı sıra bir psikiyatrist ile görüşmenizi öneririm.
hesabın var mı? giriş yap