• en begendigim repliklerinden biri de, anna scott' in (julia roberts) aglamakli bi sesle soyledigiydi: " the fame thing isn't really real you know,.. don't forget, i'm also just a girl, standing in front of a boy, asking him.. to love her ".
  • surreal but nice

    gelmiş geçmiş en iyi romantik filmlerden biridir. ayrıca filmin de çoğunlukla geçtiği bir londra kasabasının adıdır. mavi kapılı evin hala durduğu söylenir. moda olduktan sonra da bir çok evin kapısının maviye boyanmasına vesile olmuştur.

    filmin her saniyesi, her sahnesi, her diyaloğu mükemmel derecede başarılıdır. bir erkek olarak filmde william ile aşık olursunuz, kalbiniz kırılır. üzüldüğünüz kadar da sonunda mutlu olursunuz.

    ayrıca william'ın ayrılık sonrası yürüdüğü ve mevsimlerin geçtiği sahne sinema tarihinin en güzel sahnelerinden biridir.
  • türkçeye " aşk engel tanımaz " olarak çevrilmiş harika bir film.

    bir rivayete göre, saf aşık bir eleman tarafından okul duvarına " notting hill zeynep! " yazılmışlığı bile vardır.
  • filmin en güzel bölümlerinden biri olan mevsimlerin değiştiği sahnede güzel bir ayrıntı gözüme çaptı. william thacker abimizin kalp yarası vardır, avare olmuş notting hill'in caddelerine düşmüştür. o yürür, mevsimler değişir, ain't no sunshine eşliğinde zaman akar gider. daha ilk mevsimde yolda sağda solda bir sürü insan vardır ama bir tanesi hamiledir. sonra mevsimler değişir ve artık havalar yine güzelleşmiştir orda aynı kadını elinde küçük bebeği ile bu sefer bir daha görürüz.
  • basrollerinde julia roberts ve hugh grant'in oynadiklari romantik komedi..aslinda oldukca klise bi konu olmasina ragmen (kizimiz unlu ve zengindir, oglan siradan vatandastir, ama ask vardir ask behey) yine de sevimli bir filmdi..filmdeki en renkli karakter hugh grant'in akillara ziyan ev arkadasiydi..soundtracki ise oldukca hos, romantik parcalari sevenler icin ideal..
  • yesilcamin bile ugrasmaktan nihayetinde sikildigi bu kadar basit bir konudan yaratilan inanilmaz guzel bir film. kurgusunun guzelligine soundtrackler eslik ediyor, ayrica cok guzel replikler var filmde. filmin bazi sahneleri ise gercekten bazi basyapitlari andiriyor. buna degisen mevsimler esliginde hugh grantin filmin her yerinde oldugu gibi siradanligini sergiledigi yuruyusu veya keman calan kecinin hikayesi ornek olarak gosterilebilir. tabi hugh grant in filmde canlandirdigi karakterdeki bu siradanlik aslinda cogumuzun gercek hayatta gosteremedigi bir hayat sekli olmakla kalmayip, bir insanin her zaman kendisi gibi davranmasi gerektigi fikrini izleyicilere en iyi sekilde aktaran bir davranis hali. zaten bu yuzden bu karakter kendini klasik film karakterlerinin bulundugu cizginin disina atan oldukca hos bir yapiya sahip.
  • julia, hugh'un kitapci-sahaf dukkanina gelir ve turkiye hakkinda bir kitap ister. hugh bir kitap tavsiye eder. olaylar gelisir.
    romantik komedilerin damitilmasinda gosterilecek dikkat iste bunun gibi ilk bir iki plandaki ipuclarinda gizlidir. kizin erkege ilgi gostermesinin altindaki neden bir romantik komedinin ph derecesini olcmek icin turnusol kagidi gorevi gorur.
    bu filmde julia kitapcinin kapisindan iceri girdiginde iceride yasli ama filozof bir adam ya da ecis bucus bir nine bekliyordu satici olarak. iceriden yumurta gibi hugh mavi gomlegini bayrak etmis sallayip karsisina dikilince julia sasirir. gostermez ama sasirir. daha sonra gosterir. nihayet, toparlarsak, bir romantik komediden yine hayata dair birseyler ogrenmenin doymusluguyla kalkilir bu filmin basindan. kadinlar sasirtilinca gosterirler.
  • her seyrettiğimde(yaklaşık olarak 8-10 defa seyretmişimdir herhalde)aynı yerde ağlamaya başladığım romantik komedi."i'm also just a girl, standing in front of a boy, asking him.. to love her ". repliği hayatımın akışını değiştirmiştir.
  • fonda aint no sunshine çalarken mevsimlerin değiştiği sahneyle beni mest eden, when you say nothing at allu sevdirmiş, hem romantik hem de komik olmayı başarabilmiş film...
  • lisedeki sıra arkadaşımla sinemada izlediğimiz bir filmdi. o zaman zaten çocuğuz ve çok sevmiştik.
    kaç gündür de aklıma o "haykırası papatyalar" repliği gelip duruyordu.
    2-3 yıl önce izlemiş olmalıyım en son.
    o kadar çok detay varmış ki atladığım.
    chagall'ın resmine bakıp da, "keman çalmayan bir keçi olmazsa asla tam mutlu olamazsın" mesela. ister bir kitap satıcısı, ister dünyaca ünlü bir aktris olun, bu tip ortak noktalar sayesinde birbirimizi bulabiliyoruz.
    bu filmi birlikte izlediğim arkadaşım bu mayıs'ta evlendi. ona, lisedeyken, evlenirsen sana bu filmdeki o banktan hediye edeceğim, demiştim. henüz edemedim. ama bir gün edeceğim.
    şimdi lütfen anti-amerikan gişe filmi timi arkadaşlar. sizler dalda portakalken, ben film festivallerine gidip film izliyordum.
    o zamanlar internet bu kadar yaygın değildi. dvdler elimizin altında değildi. dergileri takip ediyorduk.
    kalkıp da notting hill mi, amen yeaa :/ demeyin, kalbinizi kırarım.
    bu film ince, basit ama zekice detaylarla doludur.
    aşkın kendi dinamizmini çok sade bir şekilde anlatır.
    anna, o şöhretine rağmen, william'ın dükkanına gidip,
    "ben bir kadınım ve bir erkeğin beni sevmesini istiyorum" der.
    her kadın da bunu ister sadece.
hesabın var mı? giriş yap